Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

8x8: Gitmek ve kalmak arasında kalan, insan ilişkilerinin karmaşıklığına dair dar alanda derin bir yolculuk

‘Belki bir satranç oynar gibi hareket etseydim o ilişkide, şu an bambaşka bir şey olurdu’ diye düşünmeden edemiyor insan ve bazı ilişkilerinde bunu sorguluyor nedense. Çünkü her biten ilişkinin ardından “Öyle davranmasaydım, böyle yazmasaydım, bunu demeseydim, ahh o üçüncü kişiler beni etkilemeseydi” çıkmazını yaşıyoruz hep. Giden gidiyor ve bize kalan o ilişkinin tortusu oluyor. İşte bu noktada “8x8" izleyiciye kendi ilişkilerini ve toplum içindeki yerlerini sorgulamaya davet eden bir yapım. İki kişi arasındaki ilişkinin karmaşıklığı bir üçüncünün gözetiminde satranç tahtasında oynanan bir maç gibi. Üç karakter arasındaki dinamikler, ilişkilerin doğasını, toksik bağların kökenlerini ve üçüncü şahısların bu dinamiklerdeki rolünü sorguluyor. İstanbul Film Festivali’nde izlediğim Kıvanç Sezer imzalı 8X8 filmi 6 Eylül’de vizyona giriyor. Filmi, filmden yola çıkarak ilişkileri, filmin senaristi ve yönetmeni Kıvanç Sezer ile konuştum.

img-20240827-wa0005.jpg

Bir söyleşinde “Ben hiçbir filmime şu meseleyi anlatayım, şu meseleyi anlatan bir senaryo yazayım diye başlamadım senaryosunu yazmaya. Hepsinin aslında başlangıcında bir duygu var” diyorsun. 8X8 filminin başlangıcındaki duygu neydi, fikir nasıl doğdu ve hikâye gelişti?

Evet, doğru hiçbir filme bir meseleyi anlatmak üzerine başlamıyorum. Filmleri bir makale gibi görmüyorum, her ne kadar içlerinde önemli cümleler olsa da iyi filmdi. O yüzden 8x8'e de ilişkiler üzerine düşünerek iki insan arasındaki meseleyi, ayrılığı, toksikliği, ayrılamamayı; bunu yazarken de üçüncü bir kişi üzerinden anlatabileceğim bir fırsat olarak gördüm ve 8x8 hikâye olarak böyle bir temelden doğdu.

“İki kişi arasında bir satranç maçı”

Filmin adı satranç terimi 8X8 neden böyle bir ismi tercih ettin?

Bir şey söylemeyen, herhangi bir yönlendirme yapmayan bir başlık olmasını istedim. Ve filmi yazarken de her biri 8 sahneden oluşan 8 sekans olarak yazdım. Böylelikle filmin her bir sahnesini bir satranç karesine oturttum ve tıpkı iki kişi arasındaki bir satranç maçı gibi iki kişi arasındaki ilişkinin bir gecede nasıl ve ne yönde değişebileceğini anlatmak istedim.

whatsapp-image-2024-08-30-at-23-35-25.jpeg

“Kimse kimsenin her şeyi olamaz”

Anlatmak istediğin mesele hepimizin derdi olan ilişkiler detayında özel ilişkiler! Bu filmde bir çiftin ilişkisini adeta test ederek sınava sokuyorsun ki çıkış noktan çok doğru ve bir üçüncü kişi girdiğinde o ilişki adeta allak bullak oluyor. Bu nasıl bir sınav ve bu sınavı çiftler başka biri olamadan veremiyorlar mı?

Ben şöyle düşünüyorum; Her ilişkinin bir ötekisi oluyor. Yani arkadaşlık ilişkisinde sevilmeyen ve dedikodusu yapılan üçüncü bir kişi ya da bir aşk ilişkisinde birisinin aldattığı üçüncü bir kişi. Bu ilişkilerin aslında bir parçası ve hayatın da bir parçası. İki kişiden sadece kendisinden oluşan bir dünyayı kurmak bence mümkün de değil, sağlıklı da değil. Filmde şöyle bir replik geçiyor; “Kimse kimsenin her şeyi olamaz.” Biz insan türü olarak sosyal bir canlıyız ve o yüzden de bu bizim sadece sınavımız değil aslında ihtiyacımız da olan bir şey. Can, Sarp ve Eda’nın bir ötekisi belki bir tehdit, belki bir terapist, belki de ihtiyaç duydukları başka bir şey. Dolayısıyla bu durumun ilişkiye bir boyut kattığını ve bir gerçeklik zeminine oturttuğunu düşünüyorum. Bu söylediğimiz şey de bir tür toksiklik, kendi içine kapanan ilişkilerin ayrıca bir toksikliği de olduğunu düşünüyorum. Onu da filmde görüyoruz zaten!

“Mikro bir evren olsun istedim”

Neden kapalı bir alan, tek mekânda geçen bir film ve sadece üç kişi?

Aslında biraz pratik nedenlerden böyle bir tercihte bulundum. Daha böyle hızlı ve kompakt ve mikro bir evren olmasını istedim. O yüzden de tek mekân seçimi yaptım. Tabii prodüksiyonel açıdan bu bize büyük avantajlar sağladı. Ve seçtiğim mekânın da duygusu bence filmde o hikâyeyi etkiliyor ve hikâyenin bir parçası haline geliyor. O yüzden bu üç kişi olmasının aslında bir sebebi yok. İlk draftı yazdığımda sanırım dördüncü bir kişi de vardı daha sonra onu çıkardım ve üç kişinin daha iyi olabileceğini düşündüm. Malum böyle işte Hristiyanlık inancında üçleme vardır ya. Üç aslında böyle eski şeylere de baktığımızda kritik bir rakamdır. Ondan dolayı değil tabii ama bir şekilde hikâyenin hissiyat olarak iki erkek ve bir kadın arasında geçmesini istedim.

“Oyuncuları senaryoyu yazmadan seçtim”

Filmin kadrosu nasıl şekillendi, oyuncular yazarken aklında var mıydı ve oyuncuları belirlerken ölçütlerin ne oldu?

İlk defa bir filmimde hiç audition yapmadım. Oyuncuları senaryoyu yazmadan önce seçtim.

Çünkü bu böyle birazcık ensemble bir ekip, güvenebileceğim ve benimle bir yol yürümek isteyen, isteyecek olan yetenekli oyuncular olsun istedim. Ve Alican Yücesoy'u zaten önceki filmimden tanıyorum, çalıştığım hem de bir dostum olduğu için sonra Ece Yüksel’i de bir oyuncu olarak çok beğendiğim için onlarla görüştüm. Üçüncü olarak da yine beğendiğim bir oyuncu olduğu için üçüncü karakter olarak Halil Babür ile görüştüm. Ve daha aslında senaryoyu yazmamıştım. Dolayısıyla oyuncular da kabul ettiklerinde neyi kabul ettiklerini bilmiyorlardı. Sadece kafamdaki hikâyeyi anlattım onlara. Ve böyle bir yolculuğa çıkmayı teklif ettim. Onlar da kabul ettiler ve bu yolu beraberce yürüdük. Bence üçü de rollerini çok iyi canlandırdılar.

kivanc-sezer-8x8-02.jpg

“Karakterimi yaftalamamaya çalışıyorum”

Bir kadın olarak filmde kadın karakteri iyi anladığını düşünüyorum ve filmin erkek yönetmeni-senaristi olarak kadını olduğu gibi sahici vermişsin. Karakterleri yazarken nasıl şekillendirdin, kadını nasıl konumlandırdın ve kadını bu hikâyede nasıl yorumladın?

Eda'yı yazarken şöyle bir karakter olarak canlandırdım; duygularını kolay açamayan, direkt olamayan, bir şeyleri söylemekte zorlanan, ayrılmakta, bu ilişkiyi bitirmekte zorlanan ve böyle ikircikli bir konumda kadın olarak hayal ettim. Ve mümkün mertebe karakterleri yazarken, oyuncularla çalışırken şunu yapmaya çalışıyorum; karakterimi yaftalamamaya çalışıyorum. Ne istediğini, bu isteği karşısındaki engellerin ne olduğunu, onu var eden şeyleri, onun diyalektiğini anlamaya çalışıyorum dolayısıyla yaftalamadığım için kadın olarak ya da erkek olarak da yaftalamamaya çalışıyorum. Eda karakteri benim için birazcık böyle bir karakter.

“Karakterlerimi kendi gerçekliği içerisinde konuşturmaya çalışıyorum”

Filmde çok anlamlı cümleler var, mesela; “Birine âşık olmakla, birini sevmekle, birine iyi gelmek aynı şey değil.” Günümüz ilişkilerindeki sıkıntı bu; birini seviyor, birine âşık, biri iyi geliyor ve dolayısıyla tek bir kişide bütün duygular bulunmuyor. Bu cümleler, tespitler nasıl çıktı?

Açıkçası bunların nasıl çıktığını ben de tam olarak bilmiyorum. Senaryo yazarken ve yapıyı kurduktan sonra karakterlere birazcık kulak vermeye çalışıyorum. Yani onları bir kukla gibi, hayata dair fikirlerimin, düşüncelerimin bir tercümanı gibi konumlandırmaktan ziyade, onları kendi gerçekliği içerisinde konuşturmaya çalışıyorum. Ve bunu yaparken de aslında başvurduğum yöntem yazarken kendimi kaptırıp yazmak ve daha sonra da bu yazdığım şeyleri test etmek. Öncelikle okuyarak test etmek, sonra oyuncularla test etmek, sonra sette test etmek. Kulağa nasıl geliyor, nasıl duyuluyor, bunu neden söyledi gibi. Ve birazcık da çekerken aslında son ana kadar, sette onu söylediği ana kadar, bazen o zaman da bazı cümleleri değiştirdiğim, dönüştürdüğüm oluyor. Bazen oyuncular da katkıda bulunuyor, güzel katkılar yapıyorlar. Eğer hoşuma giderse, beğenirsem ve benim kurduğum karakterle uyumluysa onları da filmin içine yedirmeye çalışıyorum. Buradaki cümleler, ilişkiye dair tespitler, hepsi hepimizin parçası olduğu bir kültürde yaşadığımız anlar, durumlar, çoğumuzun aklından geçen şeyler. Ben biraz onlara bir yol açmaya çalıştım. Bu cümleler seyircide bir karşılık bulursa ne mutlu bana.

“Üçlemenin üçüncü filminde bakanlık başvurusunda teknik bir şeye takıldım”

‘Babamın Kanatları’, ‘Küçük Şeyler’ filmlerinle başladı hikâyen ve aslında bir üçleme yapacaktın, üçlemenin son filmi henüz gelmedi, neden? Araya neden 8X8 filmi girdi?

Şimdi burada şöyle bir durumla karşılaştık; üçlemenin üçüncü filminde bakanlık başvurusunda teknik bir şeye takıldım ve bakanlığa başvuramadım. Çünkü yönetmelikte bir şeyi değiştirmişlerdi ve benim bu filmle başvurmam için bir film çekmiş olmam ve çektiğim film üzerine bir eser işletme belgesi almam gerekiyordu. Açıkçası daha bu film aklımda yokken böyle bir durum yaşadım. Bu durum da beni biraz öfkelendirdi. Bu tür teknik şeylerin, yaratıcılığımın ya da bir şey üretme refleksimin önüne geçmesini istemedim ve tam o noktada oturup birkaç haftalık süreçte 8x8'in hikâyesini kurdum kafamda. Ondan sonra o hikâye gelişti. Üçlemenin üçüncü filmini çekme niyetim baki, koşullarını yaratmaya çalışıyorum. Senaryosu da diğer filmlerime göre daha uzun elden geçen bir senaryo oldu. Dolayısıyla her şeyi iyi bir şekilde yapabilmek açısından o filmi, yani üçlemenin üçüncü filmi ile ikincisinin arasına bir parantez açmış olduk 8x8 ile. O yüzden bu bana aslında bir açıdan da çok iyi geldi. Umarım seyircilere de iyi gelir.

kivanc-sezer-8x8-09.jpg

“Zamanlama konusunda hata yaptığımızı düşünüyorum ama…”

Film önce Antalya Film Festivali’ne seçildi ama festival gerçekleşmedi, sonra filmi İstanbul Film Festivali’nde izleyebildik. Ama Ankara Film Festivali’nde de olacaktın sonra filmini geri çektin. Bugün düşününce Ankara Film Festivali’nden filmini çekmek hata mıydı, şu anda nasıl yorumlarsın?

Geçtiğimiz Antalya Film Festivali şüphesiz Türkiye'deki sansür meselesinin geldiği noktayı göstermesi açısından büyük bir skandal oldu. Filmimizi çekerek bu sansüre karşı durduğumuzu diğer sinemacı arkadaşlarımızla bildirdik. Ve aslında orada bir kazanım da elde etmiştik fakat daha sonrasında ‘Kanun Hükmü’ filminin iktidar tarafından sert bir şekilde kriminalize edilmesine ne festival yönetimi ne de Antalya Belediyesi karşı durabildi. Ve bu baskı karşısında direnemedi. Festivallerin esas amacı filmlerdir, filmler oldukça festivaller vardır. Ve biz de filmimizi çekerek sansüre uğrayan filmle bir dayanışma gösterdik. Ve bu önemliydi. Bu festivalin iptaline giden süreçte doğru bir tavır gösterdiğimizi düşünüyorum. Ancak bunun yarattığı durum, sonrasında kendi içimizde bizim film özelinde bunu sağlıklı bir şekilde değerlendiremedik. Ve Ankara Film Festivali için ise çok hızlı bir şekilde gece mail atıp ertesi sabah seçkiyi duyurma gibi bir durum oldu. Burada zamanlama konusunda hata yaptığımızı kabul ediyorum. Sonuçta bu tür hatalar olabiliyor ama bu günün sonunda filmi seyirciyle buluşturma amacımızın dışında olan bir şey değil ya da Ankara Film Festivali'ne dair bir tavır kesinlikle değildi. Yani festival ve yahut da vizyon ve yahut da neyse platform asıl olan filmler olduğunu, onları tartışmamız ve bunları üretmek konusunda birbirimizi teşvik etmek, birbirimize destek olmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum çünkü öyle bir ülkede yaşıyoruz.

8X8 6 Eylül’de vizyonda!

8x8 6 Eylül’de vizyona giriyor, bu filmi neden izlesinler buradan sinema izleyicisine seslenelim istiyorum.

Bu ülkeden gitmek isteyen, bu ülkeye inancını yitirmiş, ilişkilerde tükenmiş, kendini tükenmiş genel olarak hayatta da öyle hisseden, yalnız, izole hisseden insanların duygularına kısmen tercüman olmaya çalışan bir film. İçinde yaşadığımız çağa dair, içinde yaşadığımız coğrafyaya, kültüre dair küçük küçük nüanslarla böyle bir çiçek dürbününden bakmaya çalışan bir film. Buna ortak olmak isteyen, benzer deneyimleri ve düşünceleri yaşamış, hissetmiş insanlar bu filme gelip bu deneyime ortak olabilirler. Sizin aracılığınızla filmi izleyecek olan herkese de selamlarımı, sevgilerimi göndereyim sizin aracılığınızla.

Askıda bilet

Öğrencilere ‘askıda bilet’ “8x8”in Ankara, İstanbul ve İzmir’deki gösterimlerinde öğrencilere askıda bilet uygulaması geçerli olacak. Filmkoop’un “Daha çok öğrenci film izlesin” amacıyla başlattığı ve Ankara’da Büyülü Fener Kızılay, İstanbul’da Kadıköy ve İzmir’de Karaca sinemalarında geçerli olan Askıda Bilet kampanyasının bilet satışları Mobilet üzerinden yapılıyor. Kampanya 5 Eylül’de bitiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi