Aytuna Tosunoglu
Laik demokrasi filan
“Ahmak” diyorlardı.
Politikayla ilgilenmeyene verdikleri isim buydu; “idiot”.
Ahmak, aklını gerektiği gibi kullanmayan, bön demek. Hatta daha şık bir izah da getirdiler ahmak olma durumuna ve dediler ki (mealen), politikayla hiç ilgilenmeyen bir adamın kendi işinde gücünde masum bir adam olduğunu söylemiyoruz, burada (şehirde) olmasının bir anlamı olmadığı söylüyoruz.
Böyle dediler. Üstelik binlerce yıl öncesinde dediler.
Okuduklarımızdan hatırladıklarımız; bir hükümet etme, yönetme biçimi olarak taze nefesli bebek demokrasinin ve anayasa kavramlarının (hatta anayasa adı dahil) milattan önce 508 dolaylarında, Antik Yunan Medeniyetinin Atina’sında doğduğudur. Aşağı yukarı 2500 yıllık bir geçmişi var, demokrasinin. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne göre (OECD), bir insan nesli ortalama 25 yılda bir yenileniyor (varsayılıyor). Halkın kendi kendisini yönettiği demokrasinin yeşermesinden bu yana, 2500 yılda tam 100 nesil yani kuşak geçmiş demek oluyor. Demokrasiyle yönetim bir deneme yanılma yönetimidir. 100 kuşak boyunca hızlı bir okuma yapsak eskiyen, yanlış olduğu anlaşılan, kadük kalan kim bilir neler neler değişime uğradı ve işleyen, insanı önceleyen, mağduru dışarıda bırakmayan bir anlayış yerleşti, batı demokrasisine…(Hoş onun da “ötekiler”i ayrıştırıp, kendi “ötekilerine” sahip çıkışı gittikçe keskin bir hale geliyor. Neyse.) Biz, Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet Türkiye’sinde, halkın kendi kendisini yönettiği yönetim biçiminde henüz dördüncü nesiliz. Demokrasimiz de büyümeyi, gelişmeyi inatla ret eden Peter Pan gibi.
Koltuğa Yapışık
Televizyonda boy gösteren milletvekillerinin ya da bir sonraki seçime milletvekili olmak için yatırım yapanlarının içindeki ateş, heves, heyecan, aşk, bağlılık gibi duygulanımlar henüz dört nesil görmüş demokrasimizin iyiliğine bir durum değil. Eski Atina demokrasisi parlamentoda çalışacak, temsil görevi üstlenecek Atinalıyı politikaya çekmeye çalışırken hiç ilgilenmeyene idiot diyordu. Peki biz, politik partisini “baba ocağı”, “evi”, “ana kucağı” gibi kendi kendisine ağır sorumluluk yüklediği bir ruhla kavrayan ve meclise ya da bir makama girmek için olmadık şeyler yapan ahmaklara ne diyeceğiz? Bön diyelim. Son 25-30 yıldır mecliste olup bunu gurur kaynağı yapan milletvekillerinin seçmenleri olarak bize de idiot diyelim, hak yerini bulsun.
100 nesil önce parlamentoda temsil hakkını kullanan insanlara iki dönem için izin veriliyordu. Bizde kıçı koltuğa yapışık olanlar diye bir kategori var. Var, var.
Ne Görev Verilirse Yaparım
Anlayamadığım nokta, batının demokratik işleyişinde milletvekilleri, bakanlar vs. göreve geldiklerinde neyseler görevleri bittiğinde aynı durumda ayrılıyorlar. Ne giyimleri ne kullandıkları arabalar ne evleri ne mobilyaları ne çocuklarının okulları değişiyor… Sanki onlar için yönetimde görev almak, parlamentoda bulunmak askerlik gibi. Görevi hakkıyla yerine getirip, yerine gelene teslim etmenin dışında bir özelliği yok, milletvekili olmanın. “Partim ne görev verirse yaparım” gibi bir cümle duymazsınız oralarda, fikrimce. Çünkü kafası çalışan insan, işleyişini bilmediği bir göreve talip olmaz. Söz konusu politik parti olunca “baba ocağı” kavramı da hastalıklıdır. Geleceği son nokta Peter Pan sendromudur zaten. Ne yani, başkan gece sizi yatağınıza mı yatırıyor, bir küçük öpücükle…
Bir tuğla koymak için göreve talip olunur.
Laik ve demokratik bir ülke olabilmiş miyiz, sayenizde? Atatürk ilkelerini zamana uydurabilmiş miyiz? Dört nesil geçmiş, bak!
Anayasanın sürekli ihlal ediliyor olması bizim Peter Pan demokrasimizin vekillerinin “baba evine” daha çok kaçmasına neden oldu. Kakaolu süt içerler, içleri ısınır. Güzel yavrularım benim. Çıkmayın dışarı, üstünüz kirlenir.