Aytuna Tosunoglu
Narin
En trajik olaydır.
En korkuncudur. Acımasızıdır.
Tarihsel kökenleri, toplumsal ve siyasal dinamiklerle iç içedir. Kültürel ve coğrafi farklılıklar ortaya nicelik yönünden değişiklikler sunar ancak, dünyanın her yerinde lanetlenen bir suçtur, çocuk tecavüzü, istismarı, cinayeti…
Narin(ler) binlerce yıl öncesinin köyünde yaşarlar. Önce tozlu, topraklı ince patikalarında ayaklarında neşenin yarım kalmış ifadesi kırmızı/pembe terliklerle koşarlar. Sonra hep sekiz yaşında kalarak toprağın altına gömülürler, baştan sona hoyrat, cani, arsız bir elin aracılığıyla. Mezopotamya, Antik Mısır ve Antik Yunan’da çocuk kurban edildiğini biliyoruz. Fenikeliler -ki ucu milattan önce üç bin yıllarına kadar uzanır- geri kalmamıştır; tanrılara çocuk kurban ederler. Fenikelilerin geçmişte bugünün Lübnan, İsrail, Suriye, Ürdün, Gazze ve güney kıyılarını içine alan bölgede var olduklarını hatırlatıyorum. Sonra oralar hep Roma İmparatorluğu hakimiyetine geçti, biliyorsunuz. Sonrasında da Osmanlıya. Kurban etme kültü değişime uğramadan devam etti, fikrimce. Özellikle kız çocukları kolaylıkla elden çıkarılan, gözden düşürülen bir meta oldu. Kabul etsek de etmesek de istatiksel veriler bu görüşümü doğrular nitelikte…
Roma İmparatorluğu döneminde babalara, çocukları üzerinde mutlak otorite tanıyan “patria potestas” hakkı verilmişti. Yani babalar çocuklarını maddi bir değer karşılığında satma, ucu nereye vardığı belli olmayan cezalandırma veya öldürme yetkisine sahipti. Orta Çağa geldiğimizde (Feodal Dönem de diyebiliriz) ekonomik ve sosyal nedenlerle sık sık istismara uğradı, çocuklar. Çocuk işçiliği iyice yaygındı. Yüzlerce yıl öncesinin kayıtlarına geçmiş fiziksel ve cinsel istismarlar var. Sosyal antropolojiye ilgi duyanlar okumalarında bu bilgilerle ister istemez karşılaşırlar.
Narin’in binlerce yıldır, binlerce defa kurban edildiğini görünce…
Batı ülkelerinde, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda çocuk haklarına yönelik önemli yasal reformlar gerçekleşti. Çocuk tecavüzüne, çocuk cinayetine dair yasalar sıkılaştırıldı. Bizde, kâğıt üzerinde Narin emniyetli bir konumdaydı. Ama işte o “geleneksel aile yapıları” dediğimiz ne uzayan ne kısalan yapı yok mu! Bütün köy Narin’in neden öldürüldüğünü, kimin öldürdüğünü bilse bile konuşmaz. Konuşamaz. Narin cinsiyet eşitsizliğinin kurbanıdır. Bizde erkekler, erkek çocukları, onlarla ilgili “günahlar” korunur, maalesef. Buradan sonrasında Narin için adalet isteğimizi daha kuvvetli ortaya koymak zorundayız. Narin’i yalnız bırakmamalıyız.
Malum köy, bu ülkede feodal aile düzeninin çarpıklıklarını, cinayetlerini temsil eden bir durak haline gelse keşke. Hayalimde köyün tamamen boşaltıldığını, göçmek zorunda kalanların utanç yüzünden soyadlarını değiştirdiklerini, dağıldıklarını yaşatıyorum. Köyde Narin’in yaşarken uğradığı her köşe, her patika, her ev, her bahçenin çiçeklere boğulduğunu hayal ediyorum. Boşaltılan evlerin duvarlarında Narin gibi öldürülen çocukların, genç kadınların isimlerinin yazıldığını hayal ediyorum. Boşaltılan her evin kapısı açık. Köyü gezenler, eve girenler “geleneksel aile yapısı” denen arkaikliğin soğuk rüzgarını boynunda hissetmeli…
Narin’in ölümü bu derin haksızlığı, kadın/erkek, anlamamıza ve adaletin peşini bırakmamamıza yaramalı, diye düşünüyorum. Geçmişten biri, eski bir haksızlığa boyun eğmekle, yenisini davet edersin, demişti.