Mehmet Yaşin
Kırmızı çölde romantizm
Bu hafta konumuz yemek değil. Yıllar önce gittiğim bir çölü anlatacağım size. Çölün adı Atacama. Ünü oldukça yaygın. Ben gittiğimde 65 yıldan beri tek damla yağmur düşmemişti. Dünyanın en kurak çölü unvanı bu çölün elindeydi. Bazı detayları unutmuşum ama yediğim yemek, içtiğim şarap belleğime yer etmiş. Şili’nin bu meşhur çölünde meğer bir çiçek bahçesi oluşmuş.
Geçenlerde okuduğum bir haberde, dünyaca ünlü kurak Atacama Çölü’nün, yağan son yağmurdan ve fırtınalardan sonra, bir bölümünün çiçek bahçesine döndüğü yazıyordu. Gazetede, haberi süsleyen fotoğrafa baktım, şaşakaldım! Göz alabildiğine rengarenk çiçeklerden oluşan bir çöl görüntüsü vardı.
Çöle çiçek tohumlarını, 2015’te çevreyi yıkıp geçen Patricia Kasırgası önüne katıp getirmişti. Yağmur yağınca bu tohumlar çiçeğe dönüşüyordu.
Gazetedeki çölle ilgili ikinci haberde ise uzayda yeni bulunan bir karadelikten söz ediliyordu.
Atacama Çölü “mutlak karanlığı” ile uzay araştırmalarının merkeziydi. Dev teleskoplar, zifiri karanlıkta uzayı didik didik arıyor, yeni keşifler yapıyordu.
O ÇÖLE NEDEN GİTTİM?
Güney Amerika’da, Şili sınırları içindeki bu uzak çöle, neden gittiğimi merak edenleriniz vardır. Derdim, çıkardığım Atlas Dergisi’ne fiyakalı bir konu hazırlamaktı. Bilirsiniz ki bu tür konular dünyanın diğer ucundadır hep!
Yolculuk, Arjantin’in kuzeyindeki Salta kentinde başlamıştı. İki gün kaldığım bu kenti şimdi gözümün önüne pek getiremiyorum, unutmuşum. Sadece biranın İspanyolcası’nın cervesa olduğunu burada öğrendiğimi hatırlıyorum.
Salta’ya, “Bulutlara Giden Tren’e-Tren A la Nubes” binmek için gitmiştim. Bu tren And Dağları’nı tırmanacak, zirvede, Şili sınırında yolcularını bırakacaktı.
Şimdi hatılıyorum da Salta’da her şeyi unutmamışım. Akşam yemeğinde yediğim yemek de beynime kazınmış.
KUZU ÇEVİRME, ENFES ŞARAP
Ortadan ikiye ayrılan kuzudan, ateşin üstüne damlayan yağın cızırtısı, tabağımdan taşan, parmak kalınlığındaki altın sarısı patatesler, Mendoza Bağlarının enfes kırmızı şarabı… Bunları çok net hatırlıyorum. Demek bir şeyleri hatırlamam için, işin içinde yiyecek-içecek olacak.
Ertesi gün, tren hareket etmeden önce, perondaki seyyar satıcıdan bir torba koka yaprağı satın almıştım. Yükseklik hastalığına karşı iyi geldiğini söylemişlerdi, tecrübeli yolcular! Arjantin sınırında koka yapraklarını atmamı, orada yasak olduğunu da sıkı sıkıya tembih etmişlerdi.
Üç uzun düdükten sonra tren hareket etti. Şehirden çıktı. Kurumuş nehir yatağını geçti, And Dağları’nın eteklerinden tırmanmaya başladı. Kıvrıla kıvrıla yükseliyorduk. Bir süre sonra uçurumlar korkutmaya başladı. Sonra kaktüsler göründü. Yüzlerce çeşit, boy boy, renk renk kaktüslerdi bunlar.
DEV AKBABALAR LEŞ ARIYOR
Tren daha da yükselince kondorlar göründü. Dev akbabalardı bunlar. Süzüle süzüle dağın zirvelerinde Lama leşi arıyorlardı.
Köylerden geçerken küçük çocuklar trenin yanında koşturup duruyorlardı. Bir şeyler istiyorlardı ama sesleri tekerleklerin sesine karışıp rayların üstünde akıp gidiyordu.
Bir zamanlar Anadolu’da trenin yanında koşup gazete isteyen çocukları anımsadım.
Yükseldikçe nefes almakta zorlanıyor, hareket etmek istemiyordum. Çiğneyip avurduma biriktirdiğim koka yapraklarının acı suyu da derdime çare olmuyordu. Kusmamak için zor tutuyordum kendimi.
BEŞ BİN METRE YUKARIDA
Şili sınırına geldiğimizde yükseklik beş bin metreyi bulmuştu.
Trenden inerken asla “dağ adamı” olamayacağıma karar verdim. Ben sahillerin çocuğuydum.
Sınırda bekleyen, yanları açık, üstü bir tenteyle kaplı, Rus yapımı eski kamyonlara bindik. Yöneticiler ağzımızı, gözümüzü, fotoğraf makinelerimizi sıkı sıkı kapatmamızı tembihlediler.
Kamyonlar hareket edince bir toz dumanı yükseldi ve yolculuk boyunca bu toz bulutu bir sis bulutu gibi hep bizimle oldu.
Atacama Çölü’ne vardığımızda vakit gece yarısını bulmuştu. Dondurucu bir soğuk vardı. Ben çöl gecelerinin bu kadar soğuk olduğunu ilk kez burada öğrendim.
Allah’tan organizasyondakiler çadırları önceden kurmuştu.
MİLYONLARCA YILDIZ
Uyku tulumunun içine girip çadırın önünde gökyüzünü seyrettiğimi hatırlıyorum. Yıldızların çokluğu beni dehşete düşürmüştü. Milyonlarca yıldız, galaksiler, kuyruklu yıldızlar, göktaşları… Hepsi oradaydı.
Gazetedeki karadelik haberini hatırladım.
Çöle yerleştirilen yüzlerce teleskop, bütün gün gökyüzünü tarayıp duruyormuş. Avrupa, Kuzey Amerika ülkeleri ve Japonya işbirliği ile kurulan ve adı Alma olan bu gözlemevinde gökbilimciler, yeni nesil teleskoplarla, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki bilinmezleri keşfetmeye çalışıyorlarmış.
SAMANYOLU’NDA KARADELİK
Nitekim Japon bilim insanları, geçen hafta bu teleskoplardan biriyle, Samanyolu Galaksisi’nde, büyüklüğü güneşten yüz bin kat daha fazla olan yeni bir karadelik bulmuşlardı.
Ertesi gün kırmızı bir çöle uyanmıştım. Her yer kırmızı toprak ve kahverengi kayalarla kaplıydı. Bir an kendimi kızıl gezegen Mars’ta hissetmiştim. Aslında NASA da burayı Mars’a benzetmiş, bu gezegenle ilgili deneyleri bu çölde yapmıştı.
Tüm bunları çöl dönüşünde öğrendim. Çünkü çöl, kör ve sağırdı. Yanımızdaki elektronik aletler hiçbir şeye, hiçbir yere ulaşamıyorlardı. Orada kaldığımız sürede dünyadan hiçbir haber alamamıştık.
GÜNDÜZ SICAK, GECE DONDURUCU
Çölde tek bir ot bile yoktu. Gündüz sıcak bunaltıyordu. Sığınacak dosya kağıdı kadar bile bir gölge yoktu. Çadırın içi ise tam bir cehennemdi. Güneşten korunmak için kamyonların altına yatıyorduk. Güneş batımıyla birlikte sıcak yerini dondurucu bir soğuğa bırakıyordu. Çantada ne varsa üstümüze giyiyorduk. Ona rağmen dişlerimin birbirine çarpmasını engelleyemiyordum.
Gece, çadırların önünde yakılan meydan ateşlerinin etrafında toplanıyorduk. Kimi gitar çalıyor, kimi içki içiyor, kimi yıldızlara dalıp gidiyordu.
Bu kızıl topraklarda tam 18 gün kaldım. Sıcaktan kavruldum, soğuktan dondum. Su bittiği için son bir hafta yüzümü dahi yıkayamadım. Kumanya bittiği için üç beş gün lapalaşan makarna ile karnımı doyurdum.
ÇÖLDE ÇİÇEK BAHÇESİ
Ne gündüz kamyon gölgesinde hayal kurarken ne de gece yıldız yağmurunu seyrederken bu kırmızı toprakların bir gün çiçek bahçesine döneceği, modern fiziği değiştirecek keşiflere ev sahipliği hiç aklıma gelmişti.
Onun için haberleri okuyunca şaşırdım kaldım.
Çöl macerası bitince, yine tozlu kamyonlarla Şili’nin Büyük Okyanus kıyısındaki Antafagasto kentine gittik.
Sahilde bir acele soyunup okyanusun buz gibi sularına atıldığımı hatırlıyorum.
İşte size macera dolu bir rota önerisi. Haritayı açıp şimdiden yolculuk düşleri kurmaya başlayabilirsiniz!..