Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

ÇOCUKLARINI YİYEN AİLE

Hepimizin içindeki hiçlik duygusunu varoluşun ağır dönen çarklarından kurtarıp bir umuda, bir anlık gülümsemeye, serinliğe devşiren güzellik ve masumiyet… Narin. Güzel ve masum.

Ölmeli, o zaman.

Erotik şiddeti yenmemiş, ilkel, çiğ ve onaysız birinin elinde ölmeli.

Bakirelerin tanrılara kurban edilmesi gibi…

Burada tanrı, erkekler oluyor. Ağbeylerin, amcaların, babaların, dayıların ve yeni doğmuş erkek çocukların dizildiği uzun beton sütunlardan oluşan panteondur, burası.

Estetik düşünce üzerine biraz okumuşsanız, kıssalardan hisselendiyseniz, güzellik dediğimiz şeyin tarih boyunca fiziksel ve ahlaki özellikler olarak tanımlanmış olduğunu bilirsiniz. Dokunulmamışlık, günahsızlık ve saflık korunması gerekendir. Masumiyettir. Anlıktır. Şiddeti çağırır. Çağırmazsa da kaybolur masumiyet, zaman içinde. Estetik düşünce masumiyeti ve güzelliği sonsuz kılar. Narinler de olduğu gibi… Plato’nun dünyasında ise bozulmaz form değildir. Yaşadığımız dünyaya kusurlu ve çarpık yansır ve kalıcı değildir güzellik. Bir gün yok olmaya yazgılıdır. Masumiyet gibi. Zamanından önce yok olunca şiddetin başka bir formu devreye girmiştir…

Dünyanın gözleri önüne serilmiş olan, yani doğan, korunmasız bir şekilde sunulmuştur. Buradaki gerilimi hissedebiliyor musunuz? Narinlere baktığınızda o masumların kırılgan doğasını yansıtan gerilimi? Narin’in ölü ve narin bedeni çiçeklerle çevrilince yüzündeki masumiyet ifadesi bozulmamak üzere yerleşir. İşte, estetik düşünce güzelliğin ve masumiyetin ölmemesi için elinden geleni yapar. Umudu, gülümsemeyi, serinliği mutlak kılmak için yapar bunu.

Dünyanın acımasızlığını formüle etmenin, anlamanın bir yolu sanata sığınmakta yatıyor. Narin’i bir erkeğin parçalayarak yediğini gösteren bir yağlı boya tablo önünde olduğumuzu hayal edelim. Kızını ya da kardeşini ya da yeğenini kocaman parçalar kopararak yediğini gösteren vahşet tablosuna baktığımızı… Feda ettiğimizi. Güzelliğin, geleceğin acımasızca feda edilmesini simgeleyen tablo. Francisco Goya’nın 1823 yılında yaptığı eseri, “Çocuklarını Yiyen Satürn”e göndermede bulunan “kızlarını yiyen aileler” isimli bir yağlı boya tablo sergisindesiniz. Hayal edin. Önünüzdekinin adı, “Narin’i Yiyen Ailesi”, hemen yanındaki duvarda “Sıla’yı Yiyen Ailesi”, arkanızda yüzlercesi… “Önlenebilir nedenlerle” olduğu beyan edilen, 2024 yılının ilk altı ayında ölen 343 Narin’in, 343 Sıla’nın, 343 Havin’in, 343 Ceylan’ın bedenlerinden vahşice parçalar kopartılarak yendiğini gösteren tablolar. Bu sanatsal eylem, arkasındaki estetik düşünce hayata anlam katmak, kültürle ilgili sorular sormak, kendi duygularımızı anlamak, kişisel farkındalığımızı artırmak, yeni fikirlere, yeni deneyimlere açık olmak yolunda ilerlememizi sağlar.

Panteonda oturan erkekler tarafından icat edilen, yerden onlara bakan kadınlar tarafından beslenen “ailenin kutsallığı”, bir değeri olmayan, akıl dizgesi dışına çıkmış bir norm haline gelmiştir. Ailenin içinde savunulan ahlak ve şiddet bir ikilemdir. Yazar ve çevirmen Mehmet Mukadder Yakupoğlu’nun mealen dediği gibi, bu ikilemi yıkmak için ülkemizdeki bireylerin entelektüel ve felsefi gelişiminin belirli bir noktayı aşması gereklidir. Sanatla ilgilenmek, sanat eseri izlemek, sanatsal bir fotoğrafın, bir yağlı boya tablonun önünde çekinmeden duygularını dinlemek insana sorular sordurur. Soru sormak iyi bir şeydir.

Aşırı ahlaklı olmak, içinde aşırı bir şiddeti barındırır, diyerek bitiriyorum. Zihninizde Narin’in son nefesini vermeden az önce anlamaya çalışan gözlerle size baktığını canlandırın… İlk tablonuzu yapmış oldunuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi

Takas

03 Ağustos 2024 Cumartesi 00:54