Gönç Selen
Din ve Akıl
Antik medeniyetlerin dinleri de vahiy dinleri de insandan aklını kullanmasını ister. Ama bu aklın sınırları, daha doğrusu yasaklı olduğu alanlar vardır ve o sınırları aşmaya asla izin yoktur. Akıl dinin içerisinde vardır ama özgür değildir. Bu nedenle de dinlerin talep ettiği akıl, inşa edici bir akıl değildir. Yeni bir şey yaratamaz, ancak yaratılmış olanı, var olanı, verili olanı keşfetmeye muktedirdir.
Din akıldan tamamen arınmış bir alan mı? Tabii ki hayır. Madem akıl insanı insan yapan, onu diğer canlılardan ayıran temel özelliklerden biri, öyleyse aklı salt insana özgü olan din kavramından ayrı olduğunu düşünmek pek akıllıca olmaz. Ancak aklın dinle olan ilişkisi diğer alanlarla olan ilişkisinden biraz farklı.
DİNDE AKIL NEREDE?
Kadim medeniyetlerin dinlerine dair bilgileri nerden alıyoruz? Bu konudaki en yaygın kaynak mitolojik hikâyeler. Sümer’den Mısır’a, Hitit’ten Yunan’a, Asya’dan Güney Amerika’ya, Afrika’dan Avustralya’ya her medeniyetin inanç sistemi kendi anlattıkları, kendi yazdıkları mitler sayesinde ulaşıyor bugün bize. Çoğu anonim olmakla birlikte Homeros ve Hesiodos gibi anlatıcıları, yazarları belli olan hikâyeler de var. Bu hikâyeleri bir anlamda (herkes tarafından öyle kabul edilmese de) bu kadim dinlerin kutsal metinleri olarak görmek de mümkün. Hatta buradan yola çıkarak bu kutsal metinleri yazan Homeros ve Hesiodos’u Antik Yunan’ın peygamberleri sayanlar bile var.
Antik Yunanca söz anlamına gelen üç farklı kelime var. Mythos, epos ve logos. İlk sıradaki mythos ‘söylence, uydurma söz’ anlamına geliyor. Doğaüstü güçleri ve olağanüstü kahramanlıkları anlatan hayal ürünü, bugünden baktığımızda masala, hurafeye, rivayete denk gelen söz. İkinci sıradaki epos ‘belli bir düzen ve ölçüye göre söylenen, ozanların söyledikleri söz.’ Bugün şiire, ezgiye, edebiyata denk gelen söz. Epik, epope gibi terimler de bu sözcükten türetilmiş. Sonuncusu olan logos ise etimolojik kökeni bakımından ‘bir araya getirmek’ anlamına gelse de fiil hali olan legein’in en yaygın kullanılan anlamı ‘söylemek’tir. Logos, bir kavram olarak ‘gerçeğin dile getirildiği söz’ anlamına geliyor. Yani, akılla söylenmiş söz. Pek çok Yunanlı düşünür logos’u akıl anlamında kullanmış. Logic (mantık) bu kelimeden türetilmiş. Ayrıca yine bu kelimeden gelen -loji eki aklı temsil eden jeo-loji, biyo-loji, antropo-loji gibi bilimleri tanımlamak için de kullanılıyor.
İşte dini metinler diyebileceğimiz mitolojik hikâyeler bu üç söz biçimini de kullanıyor. Akıl dışı, doğaüstü hikâyelerin anlatıldığı mythos’lar hem bir epos’la söyleniyor ki insanların ilgisini çeksin hem de logos içeriyor ki insanlara gerekli mesajları verebilsin. Hatta bütün mythos’ların esas olarak bir logos’u yani akılla dile getirilmiş sözü ifade etmek için uydurulduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir anlamda masaldaki akıl, yani kıssadan hisse. Buyurun size dindeki akıl. Peki antik medeniyetlerin çok tanrılı dinlerinde var da tek tanrılı vahiy dinlerinde akıl yok mu? Olmaz olur mu?..
ALAH AKIL VERMİŞ!
Evet, dindar bilinç böyle söyler. Peki, vermiş de o akılla kendi varlığının bilgisine ulaşmamıza izin vermiş mi? İşte tam da bu noktada işler biraz karışıyor… Antik medeniyetlerin dinleri de vahiy dinleri de insandan aklını kullanmasını ister. Ama aynı dinler, akla sınırlar koyar, belli alanları akla yasaklar. Dinin koyduğu bu sınırları aşmaya asla izin yoktur. Akıl dinin içerisinde vardır ama özgür değildir. Bu nedenle de dinlerin talep ettiği, inşa edici bir akıl değildir. Yeni bir şey yaratamaz, ancak yaratılmış olanı, var olanı, verili olanı keşfetmeye muktedirdir. Çünkü bir ön kabule, bir inanca dayanmak zorunda olan ve nihayetinde itaat etmekle yükümlü bir akıldır. Bu ön kabul, kimileri tarafından a priori (deneye bağlı olmayan) bilgi olarak kabul edilir ve Tanrı’nın varlığı bilgisi olarak tanımlanır. Ancak bu tanım teolojik açıdan dahi sorunludur. Çünkü Tanrı, varlığı da yokluğu da akılla kanıtlanması mümkün olmayan, bilgisine de asla ulaşılamayan bir varlıktır. O, a priori yani test etmeye gerek olmayan değil, test edilemez olandır. Öyleyse Tanrı’nın varlığı bilinemez, buna ancak inanılabilir. Dolayısıyla tüm dinlerdeki her türlü akıl yürütme talebi, varlığını ya da doğruluğunu test edemeyeceğiniz bir bilginyi en birincil önerme olarak kabul etmeniz üzerine kurgulanmıştır. Bu anlamda dinlerde var olduğu söylenen akılcılık daha en başından akılcı olan bir önerme üzerine değil, tamamen inanca dayalıdır. Yani temelinde akıl olmayan bir akılcılık…
AKIL NE YAPAR?
En başta yaptığı iş kavram yaratmaktır. Biz aklımızı kullanarak, fiziki dünyada duyularımızla algılayabildiğimiz şeyleri geneller ve duyularımızla algılayamayacağımız kavramlar yaratırız. Yani tikellerden tümellere varırız. Ali’yi, Ayşe’yi, Elisabeth’i, Steven’ı duyularımızla algılar, onların ortak yanlarını genelleyerek ‘insan’ kavramını yaratırız. Ayaklar üzerine yerleştirilmiş tabladan oluşan mobilyaları algılar, onların genel özellikleri üzerinden ‘masa’ kavramını oluştururuz. Algıladığımız nesnelerden yola çıkar, aklımızı kullanır ve algılayamayacağımız kavramlara ulaşırız. Aklımız sayesinde soyut düşünebilmeyi başarırız. Önce 5 kestaneden 3’ünü yeriz 2 kestanemiz kalır. Sonra kestanelerden kurtulur, 5’ten 3 çıkartınca 2 kaldığını anlar ve matematik yapmaya başlarız. Yetmez… Geometri, sosyoloji, felsefe yaparız. Yazarız, çizeriz, konuşuruz, iletişim kurarız…
Yine aklımızı kullanarak sorgularız. Fiziği, kimyayı, biyolojiyi, jeolojiyi keşfeder doğruyu-yanlışı görür, içinde yaşadığımız evreni anlamaya çalışırız. Etiği, politikayı, adaleti kurar, iyiyi-kötüyü tanımlar, kendimizi anlamaya, hayatımızı anlamlandırmaya çalışırız. Dinin yasakladığı şüphe ve sorgulama alanına dini bağlam dışında balıklama dalar; sorular sorar, cevaplar ararız.
DİN NE YAPAR?
Biyoloji insanı evrimle açıklar ama din “dur bakalım, haddini aşma. Ben onu daha önce Adem’le, Havva’yla açıkladım” der. Arkeoloji Göbeklitepe’nin 12.000 yıl önce kurulduğunu hesaplar ama Tevrat’ta adı geçen ilk insanlara bakanlar Adem’in yaklaşık 5.780 yıl önce yaratıldığı görür. Bilimsel araştırmalar Homo Sapiens’in ortalama yaşının 38 civarında olduğunu söyler, Tevrat ise Adem’in 930 yaşına kadar yaşadığını…
Din kadim medeniyetlerden bu yana mitolojik hikâyeler anlatır. Hem antik dinler hem de vahiy dinleri mitlerden beslenir, mitlerle anlatılır. Evet, daha önce de belirttiğimiz gibi bu mitlerin içinde logos vardır ama anlayana. O hikâyelerdeki logos’ların esas işlevi evreni ve yaşamı açıklamak değil anlamlandırmaktır. Çünkü dinin (öyle bir iddiası olsa bile) ne evreni ne de yaşamı açıklamak gibi bir yeteneği yoktur. Onun logos’u anlam üzerine çalışır. Bilimin ise anlamla hiçbir işi yoktur. Onun da tek derdi tüm bunları açıklamaktan ibarettir.
İşlerin karıştığı nokta da işte tam burası. En başta dedik ya… Aklın dinle kurduğu ilişki diğer disiplinlerle kurduğundan biraz farklı. İşte dindar insanın sorumluluğu o farkın bilincine varmak ve aklını inancına, inancını da aklına kurban etmemek.