Popüler Kültüre Karşı Yüksek Kültür–3

Bundan önce yazdığım ve kendimce iki kültür arasındaki farkları ortaya koymaya çalıştığım iki yazı için de çeşitli tepkiler aldım. Bunların bir kısmı çok zihin açıcıydı ve yeni fikirlere yelken açmamı sağladı, bir kısmı da henüz değinmeye fırsat bulamadığım detaylarla ilgiliydi. Bu nedenle ilk iki yazıya ilgi gösterip eleştirilerini gönderen okurlara teşekkür ederek başlamak isterim.

İkinci yazının sonunda, bir sonraki tartışmayı bir sanat eserini popüler kültür ya da yüksek kültür ürünü olarak adlandırmamıza neden olan kriterler üzerine kuralım demiştim. Şimdi isterseniz gelin bu kriterlere bakalım…

TÜKETİM

Gelen yorumlarda ortak bir söylem çok dikkatimi çekti. Ben de tartışmayı bu ilginç söylem üzerinden başlatmak istiyorum. Eleştiri yazanların hemen hepsi bir kültür öğesinin (tabii burada konumuz sanat eserleri) ‘tüketici kitlesi’nden bahsediyordu.

Bir dostum, “Ben bir sanat üreteyim ve herkes tüketsin zihniyetiyle, ben öyle bir sanat eseri üreteyim ki kimse anlamasın zihniyeti arasında fazla bir fark olmayabilir” şeklinde bir yorum yaptı. Haklı bence. Tabii ki burada esas değinmek istediği bir sanat eserinin üretiliş saiki (sebebi). Hatta ben bunu bir adım daha öteye götürüp üretiliş ‘amacı’ diyeceğim. Bu amaç elbette iki kültür üretimi arasında ayrıştırıcı bir kriter. Ancak bu kriteri tartışmayı ileriki satırlara bırakıp şimdilik bu ‘tüketme’ kriterine odaklanmak istiyorum.

Bir başka dostum da ilk yazı sonrası yaptığı yorumun tamamını bu tüketim ve tüketici kavramları üzerine kurmuştu. Yorumu şu sözlerle başlıyordu: “Haklısın bazı noktalarda. Ama şu argümanını da görmeden itiraz etmek istemiyorum. Bunun devamında kültür tüketicisini ayırıp ona göre mi yazacaksın, yoksa kültür tüketicisini kendi içerisinde mi ayıracaksın?...” Bakın bu da önemli ve belirleyici bir bakış açısı. Ama bence belirleyiciliği zaten kullandığı ‘tüketici’ kavramında.

ana-gorsel-jpg.jpg

‘Tüketmek’ ya da ‘tüketici’… Ne kadar da günümüzden ne kadar da tanıdık kavramlar değil mi? İlk yazıda genel anlamda kültürü tanımlamaya çalışırken insan eliyle üretilen her şeye kültür demiştik. Mesela tarım da bunların başında geliyordu, hatta tarımın yabancı dillerdeki karşılığına baktığımızda kelime doğrudan kültür kelimesiyle ifade ediliyordu. (Tarım: ing. agriculture). Evet tarım ürünleri gibi pek çok ürün tüketilir. Esasen bir kültür ürünü olan buğdayı üretir, tüketir sonra yerine yenisini üretiriz. Ya da sanayi alanında… Otomobili üretir, tüketir yerine yenisini satın alırız. Peki bu üretim-tüketim dengesi sanat ürünleri için de geçerli mi? Sanat eseri bir tüketim malzemesi olarak görüldüğünde nasıl bir sonuç çıkar karşımıza?

Mesela bir müzik eserini, bir resmi ya da heykeli birileri ürettikten sonra tüketebilir misiniz? Hadi yine somut bir örneklendirme yapalım. Hande Yener’in ‘Sana Kırmızı Çok Yakışıyor’ şarkısını ya da Frédéric Chopin’in ‘Gece Ayinleri’ni (Nocturnes) tüketebilir misiniz? “Ama sen de öyle iki uç örnek verdin ki… Ne alakası var şimdi bu iki eserin?” diyenler, hatta “elmayla armut karşılaştırılır mı?” diye karşı çıkanlar bile olacaktır. Tam da bu tepkiler gelsin diye veriyorum zaten bu iki uç örneği.

Birincisi tüketiliyor, ama ikincisini tüketebilen var mı? Hande Yener’in şarkısı bir, maksimum iki sene dillerde dolaşıyor, ‘moda’ oluyor, ‘trend’ oluyor, ‘popüler’ oluyor, sonra tükenip gidiyor. Yerini yeni ‘popüler’ şarkılar alıyor. Chopin’in eserleri ise müzik tarihine mıh gibi çakılıp kalıyor, tüket tüketebilirsen. Chopin’in ardından da eserler üretiliyor. Ama onlar Chopin’in ürettiklerinin yerine geçmiyor, yanına eklenerek müzik tarihindeki kendi yerlerini alıyor.

Buyurun size popüler kültür ve yüksek kültürü birbirinden ayırabilmek için şahane bir kriter. Tüketilebilir olmak. Evet popüler kültür alanına ait olan eserler tüketilsin diye yapılıyor. Elma, armut, buğday, otomobil gibi… Tüketilsin ve yerine başkaları üretilsin.

Şimdi de geldik ikinci kritere…

amac-wolfgang-amadeus-mozart.png

AMAÇ

Dile getirdiğim ilk eleştirideki saik (sebep) meselesi işte tam da burada devreye giriyor. Bir sanat eseri neden üretilir? Dediğim gibi ben bunu bir adım daha ileriye götürüp üretilme amacı diyeceğim. Çünkü daha önceki yazılarda da belirtmeye çalıştığım gibi herhangi bir konuya deterministik bakıyorsanız, bir anlamda sebep-sonuç ilişkileri kuruyorsanız, yine deterministik olarak teleolojik (ereksel, amaçsal) bir noktaya varırsınız.

Yine yukarıdaki örnekler üzerinden gidelim mi? Mesela Hande Yener ‘Sana Kırmızı Çok Yakışıyor’ şarkısının sözlerini yazarken ya da bu şarkıyı bestelerken (ikisini de kendisi mi yaptı bilmiyorum, eğer söz yazarı ya da bestecisi farklı kişilerse beni affetsinler) nasıl bir amacı vardı? Elbette bunu tam olarak bilemeyiz ancak popüler kültür öğesi olan eserlerin neredeyse tamamında olan amacı bu esere de yakıştırabiliriz. Amaç tabii ki bir an önce popüler olması, tüketilmesi. Hatta Hande Yener ve benzeri tarzda müzik yapan sanatçıların hemen hepsinin yaz aylarından hemen önce albüm ya da ‘single’ (tekli) çıkartmalarının nedeni de bellidir. Emin olun kış aylarından itibaren stüdyolarda harıl harıl çalışır bu insanlar. Çünkü zamanlama çok önemlidir. Amaç şarkı yaz başına yetişsin ki insanların daha çok eğlendikleri bu dönemde her eğlence mekânında çalınsın hatta sanatçı yaz konserlerinde yeni ama çok popüler olmuş bu şarkıyla coştursun dinleyenlerini. Sadece sanatçı değil, tüm sektör çiftçi gibi davranır yani. Mevsimi vardır şarkının. Şarkı mayıs haziran gibi çıkar piyasaya. Çünkü turfanda şarkının değeri azalır. Tam zamanında çıkmalı ki taze taze dinlesin insanlar. Hiç şüphe yok ki tazenin alıcısı çok daha fazladır.

Farkındaysanız piyasa, sektör gibi kavramlar kullandım bu örneğin içerisinde. Evet kullanmak gerek, çünkü tamamen stratejik hamleler yapılır bu tür eserleri üretmek için. Tarlaya ekilen bir ürün sebze ya da meyve gibi, fabrikada üretilen bir ürün gibi belli formülleri, reçeteleri, zamanlamaları vardır. Çünkü esas amaç para kazanmaktır.

Peki yüksek kültür diye tabir edilen alanın ürünleri de böyle mi çıkar ortaya? Onları üreten sanatçılar yaz aylarına yetişsin, herkes bununla eğlensin, tüketip bitirsinler sonra ben de yenisini yapayım diye bir stratejik plan mı izlerler? Hiç şüphesiz onlar da para kazanmak isterler. Kimi kazanır, kimi kazanamaz. Hatta onların eserleri de belli dönemlerde popüler olur. Ama eseri ortaya çıkarış amaçları ve kullandıkları formüller farklıdır.

Hande Yener örneğine daha yakın olsun diye yüksek kültür örneğimi benzer bir amaca sahip olduğunu düşündüğüm başka bir örnekle değiştirmek isterim izninizle. Wolfgang Amadeus Mozart’ın ‘Requiem’ (Ağıt) isimli eseri. Eserin üretim aşamasına dair pek çok spekülasyon var. Ama en azından müzik tarihinden bildiğimiz kadarıyla eserin Mozart tarafından esas üretiliş amacı para kazanmaktır, zira bu sipariş edilmiş bir eser. Burada hikâyenin ayrıntılarına girmeyeceğim. Popüler kültür alanına ait eserlere biraz daha yakındır dememin tek nedeni bu eseri üretmedeki ana amacın para kazanmak olması. Ancak üretim aşamasında Mozart popüler olsun diye bir amaç gütmemiştir. Elbette o da belli formüller kullanmıştır ama bunlar estetik bazı formüllerdir. Bu yüzdendir ki zamansız, mekânsız yani evrensel bir eserdir her yerde tarihin her anında geçerliliğini koruyan, birileri tarafından mutlaka bilinen, dinlenen bir eserdir. Müzik tarihinde de hak ettiği yeri almıştır.

Öyleyse bu bölüm için şöyle bir özet cümlesi yazabiliriz. Popüler kültür alanına ait eserler kapitalizmin kriterlerine uygun üretilir. Zira bu kültürü para kazanmak amacıyla yaratan zaten kapitalizmin kendisidir. Yüksek kültür alanına ait eserler ise her ne kadar işin ucunda para olsa da (sanatçı da taş yemeyecek yani…) estetik (sanatsal) kriterlere uygun üretilir.

NİCELİK Mİ NİTELİK Mİ?

Gelelim bir başka kritere. Bu konu hakkında çok eski bir dostum olan sinema eleştirmeni sevgili Ali Hakan’la çok uzun zamandır bir tartışma içerisindeyiz. Hatta bu tartışmayı ‘Gazete Pencere’nin YouTube kanalına bile yapmışlığımız var.

Ali Hakan ve onun gibi düşünenler, sanat eserlerindeki estetik niteliğin önemini tabii ki yadsımıyorlar. Bu konuda onunla ben de hemfikirim. Ancak ayrıştığımız çok önemli bir nokta var. Ali Hakan bir eser popüler kültür alanına aittir diyebilmek için popüler olması yeterlidir tezini savunur. Yani televizyoncu tabiriyle işin ‘rating’ine bakar. Bir eser ne kadar çok kişi tarafından biliniyor ve takip ediliyorsa o kadar popüler kültür alanına aittir onun için.

Ben ise duruma eksik baktığını söylerim her zaman. Bir eserin popüler olması onun popüler kültür alanına ait olduğunu göstermez benim için. Popüler olmanın bir kriter olduğunu elbette reddetmiyorum ama tek başına yeterli değildir. Diğer kriterleri de masaya yatırıp öyle bakmak gerekir. Hangi amaçla üretilmiş? Tükeniyor mu? Estetik unsurlar ne kadar kullanılmış? Sanatçı eserinde hangi derdiğini nasıl dile getirmiş? Eserin arkasında ne kadar düşünsel bir birikim var? gibi pek çok kriter önemlidir. Sadece bir tanesinin varlığı yetmez.

Neden öyle düşünüyorum? Yine aynı iki örnek üzerinden gidelim… Hande Yener’in Sana Kırmızı Çok Yakışıyor şarkısını milyonlarca insan duydu ve zamanında takip etti. Ama Mozart’ın Requiem adlı eserini milyarlarca insan biliyor ve daha fazlası da ileride bilecek. Peki Hande Yener’in şarkısından sırf daha fazla biliniyor diye Requiem’in bir popüler kültür eseri olduğunu söyleyebilir miyiz?

Ya da tersten gidelim… 90’ların pop müzik sanatçılarından Adam şarkısıyla ünlenmiş Sibel Alaş’ın bir de mesela Çok Ayıp diye bir şarkısı var. Bilen, hatırlayan var mı? Zannetmiyorum. Çünkü bu şarkı Adam şarkısı kadar bile popüler olmadı. Peki bu şarkının popüler olmaması onun bir popüler kültür eseri olmadığı, hatta sırf bu yüzden yüksek kültür öğesi olduğu anlamına gelir mi? Hayır değil mi?

Öyleyse bir eseri popüler kültür ya da yüksek kültür alanına ait kılan kriter salt popülerlik olamaz.

POPÜLİZM

Belki de meseleye bu iki kavram üzerinden bakmak daha doğrudur. Yazının tamamında bahsetmeye çalıştığım bütün kriterler aslında dönüp dolaşıp popülizm kavramında kilitleniyor bence.

Genellikle politik bir kavram olarak kullandığımız popülizm aslında politikayı da aşan bir anlama sahip. TDK bu kavram için şu iki açıklamayı yapıyor: 1. Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika; halkçılık. 2. Halkın duygu ve düşüncelerini okşayan davranış ve tutum.

TDK kibarca açıklamış kavramı. Ben asıl söylemek istediğini tercüme edeyim isterseniz. Halkın suyuna giderek onun duygularını sömürme, bu yolla halkın ilgisini çekip onayını alma, yarattığı bu sömürüden de bir çıkar elde etme yöntemi. Yani kapitalizmin altın kurallarından biri.

Tabii popülizmin de çok daha yumuşak anlamlar içerdiğini söyleyenler olabilir. Örneğin bazı kültürlerde popülizm dediğinizde insanlarda ‘halktan yana’, ‘halkçı’ (gerçek anlamda) gibi olumlu çağrışımları var. Ancak ben burada kavramı yukarıda belirtmeye çalıştığım anlamıyla kullanıyorum.

populizm.jpg

O KADAR KÖTÜ BİR ŞEY Mİ POPÜLER KÜLTÜR?

Popüler kültürü popülizm kavramıyla yakınlaştırarak oldukça ağır bir tanım yaptığımın farkındayım. Ve elbette bu türden bir yakıştırma popüler kültür alanına ait her eser için geçerlidir diyemeyiz. O kadar da değil.

İsterseniz “ne kadar da değil” olduğunu, popüler kültür alanındaki eserlerin de kendi arasında nitelik farkları taşıdığını bir sonraki yazıda tartışalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi