
Gönç Selen
Güven olmayınca…
Aristoteles insanı zoon politikon olarak tanımlıyor. Yani ona göre bizler doğal olarak bir arada yaşamaya meyilli, toplum kurma eğiliminde olan sosyal varlıklarız. Peki bir arada yaşayabilmenin temel ilkeleri neler?
Hiç şüphesiz bu ilkelerin başında ‘etik’, onun pratik hayata yansıması adına da ‘ahlak’ geliyor. Nedeni çok basit. ‘Ahlak’ temel olarak bireyler arasındaki ilişkileri düzenlemeye yarayan ortak değerler ve bu değerler doğrultusunda ortaya konmuş normlardır. İşte bu normlar da istisnasız hepimize belli sorumluluklar yükler. Hem topluma hem de toplumu oluşturan diğer bireylere karşı… Bu kısa ve basit akıl yürütmenin sonucu olarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki, “bir toplumu kuran ve yaşatan en temel kavram ‘ahlak’tır.”
Evet ahlağın böyle birleştirici bir gücü ve işlevi var. Var ama ideal bir toplum tanımında ve teorik olarak... Pratikte ise işler böyle yürümüyor maalesef. Çünkü biz insanlar, ideal olanı tanımlayabilsek de onu yaşatmak konusunda pek de ehil değiliz. Bu da şu anlama geliyor. Özümüz sözümüzle, sözümüz eylemlerimizle bir değil. Ez cümle, tutarsız varlıklarız.
SAĞLIKLI BİR TOPLUM İÇİN…
Birey olarak tutarsızken, ideal olanı bilmemize rağmen bunu hayata geçiremezken zoon politikon olarak nasıl olacak da temelinde ahlak olan, sağlıklı bir toplum kuracağız? İlişkide olduğumuz kişinin hatta kendimizin ahlaklı olduğunu nereden bileceğiz?
İşte tam bu noktada karşımıza yeni bir kavram daha çıkıyor: Güven. Karşımızdaki insana güvenmiyorsak onunla sağlıklı bir ilişki kurmamız mümkün mü? Onun beni kandırmayacağına, bana zarar vermeyeceğine güvenmem gerekmiyor mu? Madem bir toplumuz, tüm bireylerin toplumun ortak iyiliğine zarar vermeyeceğine güvenmem gerekmiyor mu? Gerekiyor elbette. Peki karşımdakine güvenmem için ne gerekiyor? En başta tutarlı, söyledikleriyle eylemleri çelişmeyen bir insan olması. Ama bir dakika… Daha birkaç satır önce insanı söyledikleriyle eylemleri birbirinden farklı, tutarsız bir varlıklar olarak tanımlamadık mı? Öyleyse nasıl kuracağız bu güven ilişkisini? Nasıl güveneceğiz karşımızdakinin hatta kendimizin ahlakına?
‘İyi’ davranmak doğal eğilimimiz olmadığından, ideal olana, olması gerekene yaklaşabilmek için ‘ahlak’ diye bir şey icat etmişiz. Ama ondan da her fırsatta kaçıyoruz. Belli ki, kendi başımıza sağlıklı bir toplum kurmamız pek mümkün değil. Öyleyse bize bir otorite gerek. Karşımdakine güvenmemi sağlayacak, onun bana benim de ona ahlaklı davranmamın güvencesi olacak bir otorite…
DEVLET
Zoon politikon her ne kadar sosyal varlık demek olsa da içindeki o ‘politik’ anlam, işte burada geldi çıktı karşımıza. Evet… Toplumun bireyleri olarak ahlaki sorumluluklarımızı yerine getirmemizi, birbirimizle olan ilişkide ihtiyaç duyduğumuz ‘güven’ kavramını inşa edecek otorite olsa olsa ‘devlet’ olabilir.
Peki devlet bunu nasıl yapacak?
İşte burada da yine etikle, dolayısıyla ahlakla birebir ilişkili başka bir kavram çıkıyor karşımıza. O da adalet. Devletin başlıca görevi toplumu oluşturan bireyler arası ilişkileri adil bir şekilde düzenlemektir. Ancak ve ancak bu sayede bireylerinin birbirine güvendiği, mutlu, huzurlu ve insanca yaşayan ahlaklı bir toplum kurmak mümkün olabilir.
Devlet, bu adil toplum düzenini kurmak ve yaşatmak için temel olarak iki şeye ihtiyaç duyar. Onlar da hepinizin bildiği üzere yasa ve hukuk.
Bakın şu yaptıklarımıza… Doğal olarak iyi davranamadığımız için ahlakı icat etmek zorunda kalmışız. Sonra kendi başımıza ahlaklı davranamadığımız, birbirimize de güvenemediğimiz için devleti icat etmişiz. O da yetmemiş, ahlakı ve güveni var edebilmek için adalete, onu tesis edebilmek için de yasaya ve hukuka ihtiyaç duymuşuz. Oysa en baştan, doğamız gereği ‘iyi’ olabilseydik bunların hiçbirine gerek olmayacaktı.
Bir anlamda ‘iyi’ olmayı beceremediğimiz için ‘ahlak’, ‘adil’ olmayı beceremediğimiz için ‘yasa’ ve ‘hukuk’ var. Her ne kadar zoon politikon olsak da ideal toplumu kendi kendimize kurmayı beceremediğimiz için ‘devlet’ var. Bunların hepsi, başkalarına güvenemediğimiz, kendimiz de güvenilir olmadığımız için var.
GÜVEN GARANTÖRÜ OLARAK ‘DEVLET’
İnsan doğal bir güven ilişkisini kuramıyor. Bunun sonucunda da bir otorite olarak devlete ihtiyaç duyuyor. Hepsi tamam ama yeterli mi? İnsanın yine kendi inşa ettiği bir kavram olan devletle de bir güven ilişkisi içinde olması gerekmiyor mu?
Tam da bu noktada gelin yine filozoflara sığınalım. Bakalım onlar bu konuda ne söylüyor?
Mesela Platon… Devlet adlı eserinde ideal devletin yapısını kumaya çalışırken vatandaş ve devlet arasındaki ilişkileri tartışmış. Diyor ki… “Devletin amacı adaleti tesisi etmek ve her bireyi eğiterek yapabileceği en iyi işi yapmasını sağlamaktır. Bunu sağlayabilmek için de vatandaşların devlete güvenmesi gerekir.”
Aristoteles’e kulak verelim… O da Politika adlı eserinde şöyle diyor: “Devlet, toplumun ortak yararını gözetmeli. Bu da ancak vatandaşların güvenini kazanarak mümkün olabilir. O da yetmez, iyi devlet vatandaşların erdemli olmasını sağlamalıdır.”
Kadim dönemlerden günümüze biraz daha yaklaşırsak, bu sefer karşımıza Thomas Hobbes çıkıyor. Leviathan adlı eserinde o ne diyor? “İnsanlar, doğaları gereği bencildir. Bu yüzden de bir arada yaşarken sürekli bir güven eksikliği vardır. Devlet, işte bireyler arasındaki bu güvensizliği ortadan kaldırmak ve toplumu düzenlemek için bir sözleşmeyle kurulmuştur. Bu sözleşme sayesinde vatandaşlar devlete güvenirler ve otoritesine boyun eğerler.”
Hobbes’un çağdaşı John Locke da Yönetim Üzerine İki İnceleme adlı eserinde devletin sadece vatandaşların onayıyla var olabileceğini savunur ve şöyle devam eder… “Devletin amacı, bireylerin hayatını, özgürlüğünü ve mülkiyetini korumaktır. Bu, vatandaşlarla devlet arasındaki güven ilişkisini sağlamlaştıran bir ilkedir. Devlet halkın rızasıyla yönetilir ve bu güven ilişkisi bozulursa, halk devleti değiştirme hakkına sahiptir.”
Hobbes ve Locke’dan bir jenerasyon sonra ünlü Fransız düşünür Jean-Joacques Rousseau da Toplum Sözleşmesi adlı eserinde şöyle diyor: “Halkın egemenliği ve devlet, halk tarafından onaylanan bir sözleşmeyle kurulur. Devletin meşruiyeti, vatandaşların özgür iradesiyle sağlanan güvene dayalıdır. Bireyler özgürlüklerini devlete devrettiklerinde bir toplumsal sözleşme oluşur ve bu güven, toplumun ortak iradesiyle korunur.”
Özetle, filozoflar da diyorlar ki hem vatandaşların birbirine güveni devlet tarafından sağlanır hem de en az onlar arasındak güven ilişkisi kadar devlet ve vatandaş arasında da bir güven ilişkisi kurulmalıdır. Bu güven ilişkilerinde sorumluluk devletindir.
Öyleyse devlet vatandaşının güvenini kazanmak ve birbirlerine güvenlerini sağlamak için ne yapmalı? Bir kere bütün kurumlarıyla şeffaf ve hesap verebilir olmalı. Kurumların ve devlet yöneticilerinin özleriye sözleri, sözleriyle eylemleri bir olmalı. Vatandaşların ortak çıkarları doğrultusunda hareket etmeli, hizmetlerini ve eylemlerini bu ilke doğrultusunda şekillendirmeli. Madem devlet vatandaşların mutluluğu için var; o zaman vatandaşın sesine kulak vermeli, onların isteklerini, ihtiyaçlarını adalet ilkesini gözeterek yerine getirmeli. Madem devlet vatandaşın refahı için var, öyleyse devlet vatandaşın sağlığını ve hayatını korumalı.
Bunlar olmayınca ne oluyor? Vatandaşın ne devlete ne de birbirine güveni kalmıyor. Güven kalmayınca yasa önemsiz, hukuk işlevsiz, adalet sessiz, insan ahlaksız oluyor.