Güvenilir olmaya gerek var mı?

İnsan bazen bir şeylere takılıp kalır ya... Bana da olur sık sık. Bir şeyi takarım kafama, artık günlerce, bazen haftalarca onunla uğraşıp didinirim zihnimde. Onunla yatar, onunla kalkarım. Yine oldu… Birkaç haftadır ‘güven’ kavramına takılıp kaldım. Okuyup araştırıyor, ne menem bir şey olduğu hakkında kafa patlatıyor, sorguluyor ve elde ettiğim sonuçları da elimden geldiğince yazıp çizmeye çalışıyorum.

Tabii bu kavrama takılmam, bir anlamda bunu dert edinmem öyle durup dururken olmadı. Son zamanlarda güven, daha doğrusu güvensizlik üzerine o kadar çok konuşuluyor ki. Siz de sürekli şu cümleleri duymuyor musunuz? “Yargıya güven kalmadı”, “Vatandaşların %80’i TÜİK’in verilerine güvenmiyor”, “Ülkenin ekonomisine, güven duymayan yabancılar Türkiye’ye yatırım yapmıyor”. Bu örneklerden daha çok sıralayabiliriz öyle değil mi? Bu kadar çok ‘güvensizlik’ söylemine maruz kalmak, beni bu kavram üzerine düşünmeye itti sanırım.

GÜVEN OLMAYINCA…

Bu ara başlık, aslında ‘güven’ kavramı üzerine yazdığım ilk yazının ana başlığıydı. O yazı ve devamı niteliğindeki ikinci yazı, güven yokluğunun nelere neden olabileceği hakkında basit bir akıl yürütmeydi. Devleti yönetenlerin, devletin kurumlarının, politikacıların güvenilir olmamasının kaçınılmaz kötü sonuçlarından bahsetmiştim.

Ama bu konuyu daha derinlemesine düşündükçe, içinden çıkılması zor bir ikilemin içine düştüm. Bugün de o ikilem üzerine tartışmak istiyorum.

ana-gorsel-1.png

GÜVEN YOK DİYORUZ AMA…

Yukarıda sürekli duyduğumuz söylediğim cümleler, sadece haber kanallarının tartışma programlarında ya da ana haber bültenlerinde izlediğimiz sokak röportajlarında sarf edilmiyor. Pek çok araştırma şirketi ‘güven’ kavramı üzerine anketler ve kamuoyu araştırmaları yapıyor ve önümüze somut veriler koyuyor. Bu araştırmalara göre, vatandaşların büyük çoğunluğu aslında devlet yöneticilerine, devletin kurumlarına, devleti yönetmese de bir şekilde organlarında görev yapan iktidardan ya da muhalefetten politikacılara güvenmiyor.

Evet… İnsanlar araştırma sorularına böyle cevap veriyorlar ama iş sandığa gidip oy vermeye gelince durum değişiyor nedense. Anketlerde güvenmiyorum dediği politikacıya seçim sandığında güvenip ‘evet’i basıp geçiyor. Bireysel olarak güvenmediği insanlara tüm ülkenin ekonomisinden adaletine, sağlığından eğitimine, tarımından ticaretine, savunmasından teknolojisine bütün sistemlerini, bir anlamda hayatını emanet ediyor. Güvenmediği için kendi sahip olduğu bir tek kuruşu bile emanet etmeyeceği politikacılara, mesele toplum hatta devlet yönetimi olduğunda o kadar çok güveniyor ki, ülkenin tüm varlığını sorgusuz sualsiz teslim ediveriyor.

Bu durumu anlamaya ve kendimce anlamlandırmaya çalışırken şunu fark ettim. İlk yazının en başında bahsettiğim haliyle, bunu basit bir şekilde insanın tutarsızlığıyla açıklamak pek mümkün değil sanki. Evet, insan tutarsız bir varlık ama söyledikleriyle eylemleri ya da seçimleri arasındaki tutarsızlık, güven konusundaki bu tutarsız tavrını tek başına açıklayamıyor. Burada baka bir şey var sanki. Acaba meselenin görünen tarafı güven ama özü başka bir şey olabilir mi? Ben vatandaş ve devlet yöneticileri arasındaki ilişkinin ‘güven’ üzerine kurulduğunu varsayıyorum ama varsayımımda yanılıyor olabilir miyim? Bireyler arasındaki ilişkilerde olmazsa olmaz dediğimiz ‘güven’, vatandaş ve devlet arasındaki ilişkide o kadar da belirleyici bir unsur değil mi acaba?

GÜVEN DEĞİLSE NE?

Bu sorgulama aynı zamanda ilk yazıda referans olarak verdiğim filozofların sözlerini de sorgulamak anlamına geliyor. Öyle ya… Platon’dan Aristoteles’e, Thomas Hobbes’tan John Locke ve Jean-Jacques Rousseau’ya hemen hepsi, vatandaş ve devlet arasındaki güven ilişkisinden bahsetmişlerdi. Hatta bu ilişkide güvenilir olma sorumluluğunun devlette olduğunu söylemişlerdi. Bununla da yetinmeyip, vatandaşların da birbirlerine karşı güvenilir ve ahlaklı olmaları gerektiğini ve bunu sağlama sorumluluğunun da devlette olduğunu söylüyorlardı.

Üstelik bu düşünürler öyle aynı düşünce ekolünden filozoflar da değiller. Pek çok konuda birbirlerini eleştiren hatta taban tabana zıt fikirleri olan düşünürler. Yine de hepsinde ortak bir söylem olarak, vatandaş ve devlet arasında bir güven ilişkisinin olması gerektiğini görüyoruz.

Peki araştırmalarda devlet kurumlarını, ekonomiyi, yargı sistemini yönetenlere güvenmeyen vatandaş, nasıl oluyor da bunlara sandıkta güveniyor? Seçimini yaparken filozofların dediği ‘güven’ şartını yerine getiriyor da araştırma sonuçları neden tam tersini söylüyor?

Dediğim gibi… Belki de pratik hayatta esas mesele güven değildir. İnsanların çoğunun sandıkta verdiği kararı ben ‘güven’ olarak yorumluyorum ama belki de yanlış yorumluyorum. Peki doğrusu ne olabilir?

Yine yanılıyor olabilirim ama ‘güven’ yerine koyabileceğim sadece bir kavram bulabildim: ‘Güç’

voting-uct.jpg

GÜÇ ARTIK BENDE!

Sanırım bahsettiğim çoğunluğun sandık başında oy verirken hissettiği şey güvenden ziyade “güç artık bende olmalı” duygusu. “Benim vereceğim yetkiyle toplumu yönetecek kişi benim dünya görüşümde olsun yeter” diye bakıyor meseleye. Böylece toplumun geneline hâkim olan gücün kendi görüşü, kendi bakış açısı olduğunu düşünüyor. İşte tam da bu noktada, bu hislerle sandığa giden seçmen için seçeceği kişi ya da kişlere karşı duyacağı ‘güven’ duygusunun pek de bir önemi kalmıyor.

Peki bu durum, demokrasi adına bir çelişki değil mi? İnsanlar sandık başına bu duyguyla gittiklerinde, demokrasinin onlara tanıdığı en büyük güç olan seçme hakkını anti-demokrat bir tavırla kullanmış olmuyorlar mı?

İnsanlar bu hislerle seçim yaptıklarında popülist politikacılara da gün doğuyor tabii. Demokrasiyi halkın egemenliği değil de halkın çoğunluğunun egemenliği olarak göstermek işlerine geliyor. Hele bir de bunu ‘halkın iradesi’ diye tanımladıklarında işleri iyice kolaylaşıyor. Bu söylem, kendilerini iktidara getiren çoğunluğun tercihini demokrasi adına adeta ‘kutsanmış’ dolayısıyla tartışılamaz, eleştirilemez bir güce dönüştürüyor. Ne büyük bir kurnazlık değil mi?

Bu popülist hikâyelerle seçmeni iyice güç sarhoşu yapan politikacıların artık güvenilir olmak gibi bir dertleri de kalmıyor. Sonra başlıyorlar kendilerini seçenlerin bayıla bayıla dinleyeceği ve inanacağı hikâyeler, masallar anlatmaya. “Güç sende, sen de o güçle beni seçiyorsun. Yani aslında ben senim ve senin gücünü temsil ediyorum. Öyleyse ben iktidarda olduğum sürece, aslında sen iktidardasın.”

Artık ondan sonrası malum… Güvenin ne önemi var? Mühim olan güç…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi