Kerem Gürel
Düşünmüyorsun, o halde var mısın?
3000 yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır"
Goethe
Diğer canlılardan farklı olarak insanın hayata hazırlanması çok daha zor ve meşakkatli bir süreci gerektiriyor. Aciz ve bakıma muhtaç bebeklik döneminden tutun da hayatı ve insanlığı daha derin anlamaya çalıştığı ergenlik dönemine kadar insan yavrusu yönlendirilme, desteklenme ihtiyacı duyuyor. Zira sosyal varlıklar olarak sonradan gelen neslin de kendi sahip olduğumuz değerleri benimsemesini, asgari bir bilgiye sahip olmasını arzuluyoruz.
Bu noktada eğitim kavramı karşımıza çıkıyor. Prof.Dr.Selahattin Ertürk’ün çokça zikredilen tanımına göre eğitim; “bireyin davranışında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir”. Bu süreçte çoğunlukla ebeveynler çocuklarının kendilerine benzer dünya görüşüne sahip olarak yetişmesini, yönetimler ise ucu son derece açık olan bir kavram olarak “makbul vatandaş”ın inşasını arzu eder. Evrensel değerlerden ziyade mikro ölçekte ailenin makro ölçekte yöneticilerin arzu ve beklentilerine göre şekillendirilir çocuklar bu durumda.
Evrensel normlara göre değil de dar kültürel yapıya, beklentilere, zamanın ihtiyaçlarına göre nesillerin yetiştirilmeye çalışıldığı bir toplumda doğduğu andan itibaren şekil verme sürecine dahil olan çocuğun merak duygusunun iğdiş edildiğini, budandığını rahatlıkla görmekteyiz.
Merak duygusunun doğal bir sonucu olarak öğrenme arzusu ile sorular soran çocuğa karşı gösterilen tahammülsüzlük zamanla çocuğun zihninde soru sormamanın, merak etmemenin daha uygun bir tutum olduğu algısını yerleştirir. Bunun doğal bir sonucu olarak bu zihniyetle yetişen birey okul hayatı boyunca akli melekelerini mümkün olduğunca ezberleme-hatırlama-unutma döngüsü içinde kullanmaya çalışır. Bu durum hafıza deposunu iyi kullanmaya çalışan, bilgileri orada depolayıp sınav esnasında ihtiyaç duyduğu bilgileri depodan çekip kullanan, geri kalanları ise zamanla çürümeye bırakan bireylerin inşasına neden olur. Ezberci eğitimin tam olarak yaratmaya çalıştığı sahte başarı algısı da böyle bir şeydir. Sonuç olarak düşünen, sorgulayan, fikirler üretebilen değil hafızası en kuvvetli olanlar en başarılı kabul edilir.
Düşünme, sorgulama, yorumlama, fikirler üretme gibi daha üst düzey bilişsel çabanın ortaya konulacağı düşünce fabrikası çoğu çocuk için çalıştırılması zor ve meşakkatli bir hal alır. Bu fabrikanın makineleri pas, duvarları ağ tuttukça sorgulama yetisini yitirmiş kolayca itaat eden, biat eden, inanan ve ölçüsüzce içinde bulunduğu duruma şükürler yağdıran bireyler yetiştirilmiş olur. Bu tür bir durumun en kronik ve aşılması zor durumu ise düşünce fabrikasını çalıştıracak gerekli yakıt olan merak ve öğrenme arzusunu yitirmiş bireye ulaşmadır. Kendini hayatın olağan akışına bırakmış akarsuyun üzerindeki yaprak parçası gibi yaşamın kendisini nereye taşıyacağını umursamadan yaşayan bireylerin genç bedenlerinde çoktan ölüme yatmış bir ruh vardır. O ruha ulaşmadan, canlandırmadan yapılacak eğitim-öğretim çabası her daim ezber perdesinin arkasında kalacaktır.
Bu asırlık sorunların yanında teknolojinin hayatımıza dahil olmasıyla gençlerin kendilerini tamamen görselliğe entegre ettiği bir çağı yaşıyoruz. Tıpkı felsefe dersleri ve düşünme çabası gibi kitap okumanın da zahmetli bir iş kabul edildiği günümüzde arzu edilen hap bilgilere, görüşlere, özetlere erişme çabası hakim her yerde. Sormanın, sorgulamanın, nedenin peşine düşmenin pek de arzu edilmediği toplumlarda teknolojinin getirdiği bu kolaylık genç beyinlerin çok daha düşük kapasitede çalıştırılması sonucunu doğurmakta, kolay inanan, kolay itaat eden, biat eden bireylerin imalini kolaylaştırmaktadır. Böyle bir toplum her ne kadar yönetilmesi kolay olsa da girdiği bu kısır döngünün sonucu olarak her an çağdaş dünyadan uzaklaşacaktır.