Topluluğun Erozyonu

Bu hafta sosyal medyada en dikkat çeken konulardan biri bir işverenin çalışanlarına karşı gösterdiği babacan(!) tavırdı. Bahse konu olan videoda görüldüğü üzere, maaşlarına zam talebinde bulunan işçilerinin toplantıda çoğunluk mu azınlık mı olduklarını öncelikle sorgulayan patron azınlık olduklarını gördükten sonra “Herkesi kapının önüne koyarım. Burası benim işimin sadece %15'i, kazanmıyoruz zaten." sözleri ile çalışanlarını tehdit ediyordu.

İlgili videoyu izleyince yıllar önce izlediğim Uğur Dündar'ın başrollerinde oynağı İşte Hayat filmi geldi aklıma. Romantik komedi tarzında da olsa filmin giriş sahnesi çekildiği 1970’lerin havasını yansıtan grev görüntüleri ile başlıyor ardından sermaye düşmanlarına karşı sermayedarlara itibar kazandırmak için patron cenazelerine çığırtkan gönderen, “Babamızdı. Onun sayesinde sendika yüzü görmedik” nidaları attıran bir dinbazın (Tayfun Atay hocamın tabiriyle) anlatıları ile devam ediyordu.

whatsapp-image-2024-07-13-at-16-34-47.jpeg

Sanayi Devrimi kökleri Aydınlanma Çağı ve daha öncesine dayandırılabilecek pek çok bilimsel ve teknik çalışmanın en son ve en önemli halkalarından biriydi. Ateşin ve tarımın keşfinin ardından dünyayı değiştirecek en önemli gelişmeydi. Üretimde patlama yaratan bu gelişmenin dünyada bolluk ve refah yaratacağına dair inancın çarpıklığı zamanla ortaya çıktı. Zira kapitalizmin kurallarına harfiyen uyan bu sistem en büyük payı sermaye sahiplerine veriyor, karanlık, izbe, sağlıksız ortamlarda çalışmak zorunda bırakılan işçiler insanoğlunun tarihsel dramına yeni sayfalar eklemekteydiler (Emile Zola’nın Germinal’i, yahut Charles Dickens kitapları dönemi anlamak için ilk başvuru kitapları olabilir).

Sanayileşme süreci “Hız”a olan düşkünlüğünü öncelikle üretim ve dağıtımda ardından da tüketimde göstermeye başlamıştı. Zira tüketimin artışı ancak üretimi tetikleyebilirdi. Ancak bu durumda “Hız” tek başına yeterli gelmiyordu. Haliyle insanları “Haz” arzusuyla da kamçılamak gerekiyordu. Böylece ilmek ilmek işlenerek “Hız ve Haz”a tutkun insanlar ortaya çıkarıldı. Hıza ve hazza tutkun insanlar da bolca tüketerek kendilerinden beklenen performansı en iyi şekilde yerine getirdiler.

Başka bir yazının konusu olmasını arzuladığım İktidar ve Teknoloji kitabında Daron Acemoğlu yazar dostu Simon Johnson ile (özellikle İngiltere’de) Sanayi Devriminin aslında düşünülenden farklı bir seyir izlediğini gözler önüne sermektedirler:

“İngiliz Sanayi Devrimi’nin erken dönemindeki tekstil fabrikaları küçük bir azınlık için büyük servet yarattıysa da işçilerin gelirlerinde neredeyse yüzyıl boyunca bir yükselme olmadı. Üstelik, tekstil işçilerinin de acı biçimde fark ettiği gibi, hem fabrikalarda çalışma hem de kalabalık şehirlerde yaşam koşullarının daha da kötüleşmesine ve iş saatlerinin uzamasına yol açtı.”*

whatsapp-image-2024-07-13-at-16-35-31.jpeg

İşçi sınıfının çoğu yönetim tarafından kendi başına bırakılmışlığı sonsuza kadar devam edemeyecekti tabii ki. Önceleri yeraltında örgütlenen ve kimi zaman devletler tarafından baskıyla yıldırılmak istenen sendikalar bugün sahip olunan hakların büyük kısmını mücadeleden yılmayarak elde etti. Ancak işçi sınıfının sermayedarların aç gözlülüğüne karşı verdiği sendikal mücadele de zamanla hız ve hazzın cazibesine kapılan toplumlar nedeniyle etkinliğini yitirecektir. Bu Yeni Dünya’nın insanlarını Byung-Chul Han Sürünün İçinde kitabında şu şekilde tanımlamaktadır:

“…Bu yeni kalabalığın adı dijital sürü. Bu sürü, onu çoğunluğun klasik oluşumundan, yani kitlelerden radikal bir şekilde ayıran özelliklere sahiptir… Neo-liberal ekonomik özneler ortak eylem becerisine sahip bir biz oluşturamaz. Toplumun artan egoistleşmesi ve atomize olması ortak eylem alanını radikal bir şekilde daraltıyor ve böylece kapitalist düzeni gerçekten sorgulayabilecek bir karşı gücün oluşmasını engelliyor… Günümüzün toplumsal durumu, çokluk tarafından değil, daha ziyade yalnızlık tarafından karakterize edilmektedir. O, ortak olanın ve topluluğa has olanın genel bir çöküşü tarafından kuşatılmıştır.”**

Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sında “soma” adı verilen bir çeşit uyuşturucu ile uyuşturulmuş bireylerden müteşekkil ve her geçen gün daha da atomize hale gelen insanlığın iliklerimize kadar işlenen Neoliberal-kapitalist bir toplumda “hız-haz-tüketim” döngüsünden kurtulup kendi geleceğine yön vermesi, artık giderek dizginleri eline alan tekno-elitlere karşı sesini yükseltip hak talebinde bulunması pek olası gözükmüyor. Zira öncelikle mevcut düzenin bozukluğuna dair sorgulamalar, dertlenmeler, alternatif arayışları olmalı ki kasanın hep kazandığı, emeğin ve emekçinin artık uyuşturularak hakkının yendiği kara düzenin değişmesi mümkün olsun.

*İktidar ve Teknoloji, Daron Acemoğlu-Simon Johnson, Doğan Kitap, 2023

**Sürünün İçinde, Byung-Chul Han, İnka Yayınları, 2024

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi