Bu Dünyayı Biz Yarattık: Birlikte Ama Yalnız

Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana – sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece “daha” sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.

Oxford tarafından yılın sözcüğü seçilen ve akıllı ekranların insanlar üzerinde yarattığı tahribatın etkisine dikkat çekmek amacıyla seçilen Beyin Çürümesi (Brain Rot) kelimesinin ardından bizden de bir yılın kelimesi geldi.

Türk Dil Kurumu’nun (TDK) Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi iş birliğiyle alanında uzman isimlerden oluşan bir kurul 7 kelimeyi Türk Dil Kurumu internet sitesinde halk oylamasına sundu. 1 milyon kişinin katıldığı oylama sonucunda “Kalabalık Yalnızlık” (yerli ve millî) yılın kelimesi olarak literatüre katılmış oldu. TDK’nın kelimeyle ilgili yaptığı açıklama şu şekilde:

“Araştırmalar, sosyal medya ve dijital teknolojilerin kullanımının artmasıyla insanların kendilerini daha yalnız hissetmeye başladıklarını göstermektedir. Sosyal medya ortamında takipçi, beğeni sayılarının önem kazanması, sözde ‘kalabalık’ bir ortam oluşturulması yalnızlık hissine çözüm gibi algılansa da yalnızlık hissini artıran bir sonuç ortaya çıkarmaktadır… Diğer yandan hayatın giderek artan hızı, artan insan hareketliliğiyle birlikte toplumsal bağların zayıflamasıyla bağ kurmakta zorlanan bireyler, kendilerini kalabalıklar içinde yalnız hissetmektedirler.”

TDK tarafından yapılan bu açıklama Oxford’un Beyin Çürümesi kavramı için yaptığı açıklamaya benzer şekilde teknolojiyi, akıllı cihazları, sosyal medyayı, giderek hızlanan yaşam şartlarını öne sürüyor. Ve aysbergin zaten apaçık görünen yüzünü işaret edip kral çıplak demekten imtina ediyor.

whatsapp-image-2025-01-04-at-10-43-23.jpeg

Hemen hepimiz az veya çok teknolojinin, akıllı cihazların ve sosyal medyanın dopamin salgılatan büyülü(!) etkisine kapılmış, fareli köyün kavalcısının melodisi eşliğinde yürüyor, yürüyoruz... İyi ama bizi bu noktaya getiren süreç nasıl işledi?

Kimin işine yaradı?

Bir zamanlar toplumsal ilişkileri sıkı, birbirine bağlı bir toplum nasıl böyle atomize oldu? Diğerkamlık, vefa gibi toplumun çimentosunu oluşturan değerler nasıl yavaş ve sessizce sahneden çekildi?

Bunların artık kokusu ve dokusu her yerimize sızan mevcut ekonomik yapıyla ne tür bir ilişki içinde?

Sanayi Devrimi’nin üretime odaklı ve Dickens’ın “daha” sözcüğü ile diğer dönemlerden ayrılabileceğini söylediği vahşi dönemin ardından kapitalist yapı üretime lokomotif olacak asıl kavramı keşfediyordu:

Tüketim

Tüketimi arttıracak yeni yolların keşfi Kolomb Takası’ndan sonra dünya ekonomisini yeniden şekillendirecek şartları da ortaya çıkartabilecekti. Bu sayfada müteakip defalar adını andığımız iki kavrama yani“Hız” ve “Haz” kavramına tutkuyla bağlı bir toplumun inşası mümkün olduğunda tüketimde de arzulanan artış yakalanabilirdi. Ama bunun için toplumun tenceredeki kurbağa misali usul usul pişirilmesi gerekiyordu. 1970 sonrası dönemde Neoliberalizm rüzgarıyla kapitalizmin gemisinin yelkenlerini şişiren Bayan Thatcher, Kraliçe’nin adasından yeni dünyanın kodlarını açıklıyordu:

“Toplum diye bir şey yoktur. Birey olarak erkekler ve kadınlar, bir de aileler vardır."

Devletin halkın sofrasından kalkıp sermaye sahiplerinin altın tabaklı sofrasına kurulmasını ifade eden bu yeni dünyada tüketimi arttırmanın, insanları hıza ve hazza düşkün hale getirmenin en kolay yolu ise onların egolarını okşamak, birey olarak değerlerinin toplumda üstlendikleri rollerden, sorumluluklardan çok daha önemli olduğu hissini yaratmaktı. Kıymetlisin, özelsin, biriciksin, teksin nidalarıyla her kitaplığa sızan, sızdıkça sulanan kişisel gelişim hikayelerinin de gazıyla iyice egosu şişen insanoğlu egosantrik bir dünyada geriye kalan her şeyin kendi etrafında döndüğünü sanan mikro kozmoslar olarak dolaşmaya başladı. Ve böylece her biri diğerinden daha özel, daha eşsiz evlatlar olarak Eva Nevalar, Aren Karanlar, Batıncanlar, Maya Sular yetiştirme derdine düştü.

Odayı kaplayan bilgisayarlardan evrile evrile cebimize kadar giren, önce kapaklarıyla, sonra zil sesleriyle, duvar kağıdıyla, menüsüyle her geçen gün daha da kişiselleştirebildiğimiz telefonlar akıllandıkça sosyal medyanın sihirli kapısını usul usul açtılar bize. Sahne artık ego’nundu. Kendini rahatça ifade edebilir layklandıkça şişer şiştikçe daha da özel hissedebilirdi kendini. Ve böyle bir ortamda artık kendi arzu ve istekleri ön planda olmalıydı insanın. Mağazalar, reyonlar, raflar, internet siteleri, indirimler, kara cumalar, alacakaranlık perşembeler şişen egoların dizginlenemez tüketim arzusunu doyurmak için teyakkuz halinde hazır olda bekliyordu.Topuzu kaçmış kantarda her geçen gün daha da ağırlığı arttırılan bireyselleşme süreci, toplumun binlerce yılda kurduğu bağları birer birer koparmaya başladığında sosyal medyayla beyni çürüyen kalabalık yalnızlıklar içerisinde varolmaya çalışan bireylerin imali ile karşı karşıya kaldık.

Bu dünyayı biz yarattık.

Neoliberalizmle soslanmış kapitalist dünyada sırf tüketimin artması için birey ve onun arzuları, istekleri ön plana çıktıkça toplum çöktü. Bağlar koptu. Birlikte ama yalnız bireylerin doluştuğu evler, dolaştığı sokaklar, kafeler, barlar sosyal medyanın ışıltılı dünyasında görünmez oldu. İnsanoğlu kendi sahte dünyasını yaratırken özünden koptuğunun farkına bile varamadı. Sonucunda Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada depresyon ve anksiyete bozukluğu vakalarında hızlı bir artış görülür hale geldi. Antidepresanlar sorunları halının altına süpürmeye çalışırken modern çağın Prozac Toplumu’nda insanların yalnızlık çığlıkları artık daha duyulabilir. Bu konuyu ele alan Kaybolan Bağlar kitabında Johann Hari bakınız ne diyor:

“Parçaları arıza yapmış bir makine değilsin sen… Bir topluluğun parçası olmaya ihtiyacın var. Hayatın boyunca sana pompalanan, mutluluğun yolunun paradan ve bir şeyler satın almaktan geçtiğini söyleyen değerlere değil, anlamlı değerlere ihtiyacın var senin. Saygı gördüğünü hissetmeye ihtiyacın var. Güvenli bir geleceğe ihtiyacın var. Gördüğün yanlış muamele için hissettiğin utançtan kurtulmaya ihtiyacın var.”

Sırf kendi kazancı uğruna insanları bir tarafa savuran, toplumu atomize hale getiren bu çarkı ancak insanoğlunun uyanışı kurtaracaktır. Aksi durumda gelecek evlerde, sokaklarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda mutlu azınlığın heva ve hevesi için yaşayan sosyal medyada yaşadığını zanneden zombilerle dolup taşacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi