Çürütülen Beyinler ve 21.Yüzyılın Ortaçağ İnsanları

Bu haftanın yoğun gündeminde haberler arasına sıkışıp kalan bir kelime geçti önümüzden: Brain Rot.

Oxford İngilizce Sözlüğü'nün yayıncısı Oxford University Press tarafından hazırlanan altı kelimelik kısa listeden 37.000'den fazla kişinin oyuyla yılın kelimesi seçilen Brain Rot anında Türkçe’ye Beyin Çürümesi olarak çevrildi.

Oxford University Press tarafından yapılan açıklamada Beyin Çürümesi’nin, genellikle önemsiz veya zorlayıcı olmayan şeklinde kabul edilen materyallerin (özellikle sosyal medyada yayınlanan çevrimiçi içeriklerin) aşırı tüketiminin bir sonucu olarak görülen ve kişinin zihinsel veya entelektüel durumunda meydana gelen bozulmanın bir ifadesi olarak tanımlandığına dikkat çekildi.

whatsapp-image-2024-12-07-at-16-32-11.jpeg

Hemen her milletten, sosyal sınıftan insan bu kelimenin ifade ettiği olumsuz durumları az veya çok yaşıyor. Özellikle 90’lı yıllar öncesinde doğan ve çocukluğunu hakiki manada yaşayan biz orta yaş ve üstü, şimdiki çocukları gençleri anlamak bir yana onları acıyan gözlerle izliyoruz. Doğallığın yitimine kurban edilmiş bir gelecekle karşı karşıyayız zira.

•••

İnsanlık tarihini şekillendiren iki büyük devrim dikkat çeker. İlki hepimizin malumu üzere insanoğluna üretici kimliğini kazandıran, ilk köyleri ardından şehirleri ve medeniyeti ortaya çıkaran Tarım Devrimi’dir. Bu devrimle birlikte insanlar doğayla iç içe bir yaşamdan doğayı kullanarak yaşamaya başlamışlardır. Binlerce yıllık süreç içerisinde özellikle Avrupa eksenli olarak gelişen Coğrafi Keşifler, Rönesans, Reform, Aydınlanma Çağı’nın nihai sonucu olarak ortaya çıkan Sanayi Devrim’i ise insanlara temelde iki kavramı hediye ediyordu. “Hız” ve “Haz”. Üretim ve ulaşımda yaşanan hız artışı hazzın temele alındığı bireyci kapitalist düzen sayesinde hepimiz artık birer Homo Consumens’e (Tüketici insan) evrilmiş durumdayız. İnsan doğanın efendisi olma arzusuyla yanıp tutuşurken mitolojinin lanetlileri Danaidler gibi delikli bir kazanı doldurma çabasıyla ömür tüketme noktasına geldiğinin ayırdında değil ne yazık ki.

Geldiğimiz noktada neoliberal kapitalist zihniyetin Jonathan Crary’nin harika kitabı “7/24 Geç Kapitalizm Uykuların Sonu”nda bahsettiği gibi uyku kapitalizme karşı insanın son kalesi. Zira “Uyku, kapitalizmin zamanımızı çalmasının ödünsüz kesintiye uğratılmasıdır.”

Ama hemen her şeyi kendi arzusuna göre şekillendirmede pek bir mahir olan mevcut ekonomik yapı uykuyu da tırtıklamaya başladı nicedir. Pek çokları için komidinin üzerinde şarj olması için bırakılan akıllı telefonlar sanki gün boyu elden düşmezmiş gibi Adile Naşit masalları gibi uyku öncesinde de son bir sosyal medya turu atmak için bizi bekliyor. Akıp giden görüntüler, videolar, gönderiler, mesajlar yorgun bedeni uykunun şefkat dolu kollarına bırakmaya bile müsade etmiyor. Akıp giden zamanla beraber hem uyku süresi kısalıyor hem de beyne soluklanması için bir solukluk zaman bile tanınmak istenmiyor.

•••

Yalnız sosyal medya değil mevcut sistemin insanları daha hızlı tüketmeye zorlayan. Bu modern zamanlarda(!) kitap okuma akıp giden görüntülere alıştırılmış genç zihinlerde uğraşmaya değmeyecek bir meşgale hatta bir zül olarak addediliyor. Hayat kendi akışı içerisinde Orwell’ın 1984’ü ile Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sına benzer distopik eğriler çizerken bir yandan da Ray Bradbury’nin bir başka efsane distopik eseri Fahrenheit 451’dekine doğru evriliyor.

“Sonra, yirminci yüzyılın başlarında sinema doğdu. Radyo, televizyon. Artık kitleleri olmaya başladı…Kitleleri olunca, basitleşmeye başladılar…Nüfus iki, üç, dört kat arttı. Filmler, radyolar, dergiler, kitaplar bir çeşit puding hazırlama yönergesi düzeyine indi…Kitaplar kısaltılmış. Özetler, anahatlar, ufak resimli gazeteler. Her şey komik öykülere, kopuk sonlara dönüşüyordu…Klasik yapıtlar kesilip on beş dakikalık radyo oyunlarını, tekrar kesilip, iki dakikalık kitap sütununu dolduruyor, daha da kısalınca sözlük sayfasında on ya da on iki satırlık özet oluyorlardı…Sözlükler başvuru içindi, fakat çoğunun Hamlet ile ilgili bütün bilgileri şunu iddia eden bir kitaptaki bir sayfalık özetten ibaretti.”

Özellikle uzunca alıntıladığım bu satırların gerçekleştiğini ne yazık ki eğitimciler bizzat yaşamakta bugün. Kitapların özetleri kendilerinden daha kıymetli. Filmleri, dizileri çok daha albeni sahibi. Ama şu detay atlanıyor ki Yaprak Dökümü’nü satır satır okuyan bir beyin Ali Rıza Bey’i kısa boylu, göbekli olarak tasavvur edebilir. Bir başkası uzun boylu kır saçlı olarak hayal edebilir. Hayriye Hanım’ı, Feride’yi ya da Necla’yı… Her okuyan için bu karakterlerin hayali satırlar akıp giderken zihnin arka planındaki çalışmanın bir sonucu olarak tasavvur edilirler. Oysa Yaprak Dökümü’nü dizi olarak izlediğinizde görüntüler gözünüzün önünden akıp gider ve siz yapımcının/yönetmenin tercih ettiği Ali Rıza Bey’i, Hayriye Hanım’ı, Feride’yi görürsünüz.

whatsapp-image-2024-12-07-at-18-59-53-002.jpeg
Ursula Le Guin

Bugün ilgimizi üzerine çekecek paratonerlerle çevrilmiş durumdayız adeta. Bu da yoğunlaşmamızı, tefekkür içinde zaman geçirmemizi engelliyor. Fastfood’la başlayan süreç bugün Fastlife’a evrilmiş durumda. Kore kökenli Byung-Chul Han piyasaya yeni çıkan Tefekkür Yaşamı kitabında bu hususa şöyle dikkat çeker:

“Hem uyku hem de can sıkıntısı eylemsizlik hâlleridir. Uyku fiziksel rahatlamanın, can sıkıntısı ise zihinsel rahatlamanın zirvesidir...Can sıkıntısı ‘deneyimin yumurtasından çıkan’ ‘rüya kuşudur’. Ancak yuvaları giderek çürümektedir. Sonuç olarak, ‘dinleme yeteneği’ kaybolmaktadır.”

•••

Bugün tüketilmeye hazır içeriklerin ortasında kalmış durumdayız. Bolluk Paradoksu kitabının yazarı Amerikalı psikolog Barry Schwartz yaşadığımız süreci “seçim patlaması” olarak adlandırıyor. Multi fonksiyonel insana dönüştürüldüğümüz bu çağda seçeneklerin bollaşmasının insanda seçim yapma zorunluluğunu doğurduğuna dikkat çeken Schwartz seçenek bolluğunun yan etkilerinden birinin de beklentilerin yükselmesi olduğuna vurgu yapıyor ve ekliyor:

“İnsanların yaşantısına seçenekler katmak onlara yardım etmek yerine bu seçeneklerin ne kadar iyi olacağına dair beklentilerini yükseltir. Ve bu da daha az tatmin yaratır.” Schwartz’ın TedX sunumunda gösterdiği karikatürdeki balıklar gibiyiz. Okyanusun ortasındayız ancak içinde bulunduğumuz akvaryumun genişliği ile, seçeneklerimizin bolluğu ile övünüyoruz. O akvaryumu kırmayı hiç düşünmeden.

•••

Mağara ve ağaç kovuklarıyla başlayan insanlık macerası Göbeklitepe’yi, Piramitleri, Partenon’u, Collesium’u, Ayasfoya’yı, matbaayı, buhar makinesini, hediye etti. Talesler, Sokratesler, Giordano Brunolar, Newtonlar insanlığı bir adım daha ileriye taşımak için mücadele etti. Oysa tüm bu sürecin sonunda teknolojinin ve bilimin zirvesine yaklaşıp tarihin en mutlu insanları olarak yaşayabileceğimiz bir ortamda biz mevcut yapının yan etkisi olan beyin çürümesi ile boğuşuyoruz. Ortaçağ Avrupası’nın köylüleri gibi bir yaşam mı bekliyor yoksa bizi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi