Mutlu Hesapçı
“Dijital okur-yazarlık eğitimi olmalı”
Dijital çağ aklımızın sınırlarını zorlayacak boyutlara geldi. Değişim ve dönüşüm hızına yetişebilmek, özellikle de bu çağın içinde çocuk yetiştirmek çok zor. Psikolojimizi ayakta tutmakta zorlandığımız bir dönemden geçerken üstüne dijitalleşen her şeyin içinde daha da yabancılaşıyor ve kendimizi bu dünyaya ait hissedemeyebiliyoruz. İşte bu noktada profesyonel ve güvenilir bir yol gösterici gerekiyor. Ben bu noktada kendisini uzun zamandır yakından takip ediyorum. Kitaplarını okuyor, konuşmalarını dinliyor ve rahatlıyorum. Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk yaşam-boyu gelişim, çocuk psikolojisi ve ebeveynlik konularında otuz yıllık bilgi birikimine sahip bir bilim insanı, ebeveyn danışmanı aynı zamanda dijital çağda bir anne. Psikolojide uluslararası düzeyde araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk’un yeni kitabı ‘Dijital Çağda Sağlıklı Çocuk Yetiştirmek’ kapsamlı bir çalışma ve her bireyin kütüphanesinde bulunması gereken bir başucu kitabı. Kitabını dijital çağda çocuk yetiştiren kardeşim başta olmak üzere bütün arkadaşlarıma aldım ve önerdim. Kitapta dijital zekâ, ekran süresi, sağlıklı sınırlar, teknoloji bağımlılığı, siber zorbalık ve dijital çağda anne-babalar için kritik olan konular basmakalıp reçetelerle değil; çok katmanlı ve gerçekçi şekilde ele alınıyor. Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk’a sayfamız yettiğince kitaptan yola çıkarak aklıma takılan soruları sordum.
Kitabınız hayırlı olsun, bir başucu kitabı olmuş. Sadece çocuklar için değil büyükler için de en önemli mesele dijital çağ. Dijital çağ sizi ne kadar etkiledi, hayatınıza neler kattı ve neleri değiştirdi?
Teşekkür ederim… Dijital Çağda Sağlıklı Çocuk Yetiştirmek benim topluma yönelik dördüncü kitabım. Bu konu o kadar çetrefilli hale geldi ki basmakalıp sözlerden uzak, gerçekten çok dikkatle düşünerek yazdığım, kapsamlı bir kitap oldu. Dijital çağ herkes gibi benim de günlük hayatımı yaşama şeklimi değiştirdi tabii. Ama bu değişim bir anda olmuyor, yavaş yavaş oluyor. Bilgisayar ve internet, ben üniversitedeyken hayatımıza girmeye başladı. Akıllı cep telefonları daha sonra. Sosyal medyadan sonra iletişim daha da başka bir forma girdi, özellikle son on yılda. Ben işim gereği dijital araçları çok kullanıyorum. Günümün büyük kısmında ya laptopta ya telefonumda çalışıyorum; bir içerik dinliyorum, okuyorum veya yazıyorum; iletişim için de sürekli buraları kullanıyorum. Ufuk açıcı, besleyici, zengin bir kaynak sundu benim için internet. Ama gerektiğinde sınır koyabilmek ve tabii kötü içerikleri de ayrıştırabilmek lazım. Bunları yapmakta da fena değilim.
“Akışına kapılıp gittiğimiz bir nehir gibi”
Dijital çağda sağlıklı çocuk yetiştirebilmek ne kadar mümkün?
Gayet mümkün ve bunu başarabilmemiz de gerekiyor. Çünkü dijital teknoloji hızla ilerleyecek ve bu dönemde çocuğun sağlıklı yetişmesi neleri gerektiriyorsa, bunları fark edip sakin ve sistematik şekilde hayata geçirmemiz gerekiyor. Bugüne kadar akışına kapılıp gittiğimiz bir nehir gibiydi teknolojiyle ilişkimiz. Bu sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de geçerli. Ama artık değişmesi gerekiyor; çünkü yapay zekâ ile beraber bambaşka bir form alıyor dijital teknoloji. Yetişkinler hem kendi kullanımlarını düzenlemek hem de çocuğa ihtiyaç duyduğu rehberliği yapabilmek için gerekli donanıma sahip olmayı önemsemeliler. Bu donanım hem dijital teknolojiye aşinalık gerektiriyor hem de ebeveynlik davranışlarında belki bugüne kadar çok da önemsemedikleri alan-sınır dengesini hayata geçirmeyi.
“Yetişkinler de dijital okur-yazarlık formasyonuna mutlaka sahip olmalılar”
Türkiye söz konusu olduğunda hala internet sorunu yaşayan bir coğrafya, yeniliklere yabancı kalmak da söz konusu ve mevcut imkânsızlıklar düşünüldüğünde dijital çağ geldi ama biz neresinde kaldık?
İnternetin hızlanması ve ucuzlaması, dijital araçların özellikle eğitimde çok daha yaygın hale gelmesi gerekiyor ama buna eşlik eden bir dijital okur-yazarlık eğitimi de olmalı. Yetişkinler de dijital okur-yazarlık formasyonuna mutlaka sahip olmalılar; hem anne-babalar hem her kademeden eğitimci. Bu, teknoloji şirketlerinin devlet ve uzmanlarla birlikte organize etmesi ve hayata geçirmesi gereken çok önemli bir çalışma. Dijital teknoloji, doğru kullanıldığında, bir insanın da toplumun da gelişiminde çok kayda değer bir etki yaratabilir, çünkü bize müthiş bir kaynak açıyor. Ama doğru kullanım için hem otokontrol becerimizin hem de dijital dünyaya dair bilgimizin yeterli olması lazım. Bunu yapabiliriz.
“Bütün çocuklarda dijital zekâ mevcut mu?”
Artık dijital zekâ diye bir şey var, bu bütün çocuklarda mevcut mu ve dijital zekâ dediğimiz tam olarak nedir?
İçinde olduğumuz dijital çağda hayatın ciddi şekilde değiştiğine tanıklık ediyoruz. Bu yeni hayat şeklinde iyi bir yaşam sürdürebilmek için fiziksel, bilişsel ve sosyal becerilerin yanı sıra dijital becerilere de ihtiyaç duyduğumuz artık açık. Nasıl ki önceki dönemlerin gerekliliklerine bağlı olarak IQ ve EQ kavramları ortaya çıktı; şimdi dijital olan ve olmayan tüm becerilerimizi dijital dünyada kullanabilmeye dair yetkinliğimizi anlatan yeni bir zekâ türü tanımlıyoruz ve buna “dijital zekâ” diyoruz; yani DQ. Dijital zekâ, dijital hayatın yeniliklerine, gerekliliklerine uyum sağlamamızı mümkün kılan kapsamlı bir seri teknik, bilişsel ve sosyal-duygusal yeterliliği anlatıyor. Aslında gelişimi bitmeyen ama temeli iyi olduğunda yolun gerektirdiği yeni davranışları rahatça göstermemizi sağlayacak bir donanım dijital zekâ. Bütün çocuklarda mevcut mu? Her çocukta, her insanda gelişebilir, geliştirilebilir; farkındalık ve çaba gerektiriyor. Çevre desteği önemli.
“Yapay zekâ, insanlığın yaşadığı en derin teknolojik değişim”
Dijital çağ hikâyesinde beni en çok korkutan yapay zekâ uygulamaları… Yapay zekâ uygulamaları insanı yok edecek gibi görünüyor... Bu noktada neler söyleyebilirsiniz ve çocukların yapay zekâ uygulamaları ile ilişkisini nasıl kurmalıyız?
Yapay zekâ, insanlığın yaşadığı en derin teknolojik değişim. Onun için, çocuklarımızın hem yapay zekânın işleyiş şeklini ve sunduğu fırsatları bilmeleri, hem de taşıdığı riskleri öğrenmeleri önemli. Fark etmemiz gereken temel bir konu, yapay zekâ uygulamalarıyla ulaştığımız sonuçların her zaman doğru bilgi içermediği. Nasıl ki Google aramalarında karşımıza çıkan her bilgi doğru değil, yapay zekânın ortaya çıkardığı içeriklerde de ciddi hata payı bulunuyor. Çocuklara yapay zekâ kullanarak ulaştıkları bilgilere eleştirel yaklaşmalarını, sorgulayıcı zihni elden hiç bırakmamayı bir prensip hâline getirmelerini öğretmemiz lazım. Yapay zekâ işimize yarayacak bir kaynak. Sanıyorum tehlike, yapay zekânın bizim kendi zekâmızdan mutlak olarak daha üstün olduğuna inanıp kontrolü bıraktığımızda karşımıza çıkıyor.
“Artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik uygulamaları gittikçe artacak”
Bir ülkeye ya da şehre gitmeden sanal bir yolculuk ile seçilen yer gezilebiliyor ve oraya gitmişsin gibi bir hissiyat içinde bir büyülü gerçeklik ile karşı karşıyayız. Ama çok okuyan mı bilir, çok gezen mi sözü de var. Çocuklarımız gezmeden gezmiş gibi davranırlarsa ne yapacağız?
Okumak da gezmek de öğretici, geliştirici, besleyici. Bir yere gitmeden orası hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Ama bugünkü dijital teknoloji bambaşka bir deneyimi mümkün kılıyor. Sanal gerçeklik mekanizması temelde, gözün önüne yerleştirilen iki küçük ekranla insanda, “Şu anda ekrana değil de gerçek dünyaya bakıyorum” illüzyonu yaratmak üzerine kurulu. Önümüzdeki yıllarda artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik uygulamaları gittikçe artacak; oyun ve eğlenceden eğitim, sağlık ve turizme kadar pek çok sektörde bu teknolojileri içeren uygulamaları daha fazla göreceğiz. Anne-babaya düşen, çocukla iletişimi her zaman açık tutmak. Bu deneyimler akıl karıştırıcı olabiliyor, özellikle küçük çocuklar için. Çocuk gezmeden gezmiş gibi davranıyorsa bunu yalan söyleme olarak değil, akıl karışıklığı olarak görebiliriz. Her durumda anahtar, iletişimde ve deneyimi netleştirmede.
“Yanlış bilgideki büyük artış dijital çağın getirdiği zorlayıcı durumlardan biri”
Dijital çağın çocukları tehdit ettiği en büyük sorun ne?
Maruz kaldığımız yanlış bilgideki büyük artış dijital çağın getirdiği zorlayıcı durumlardan biri ve yanlış bilgi, doğru bilgiden çok daha hızlı yayılıyor. Dijital çağda yaşam hızlandığı, çoklu-iş arttığı için bilişsel hatalara düşme ihtimalimiz de çoğalıyor. Bilginin doğruluğunu anlamanın, kontrol etmenin zor olduğu sanal dünyada, dezenformasyon – yani kasıtlı üretilen yanıltıcı ve yanlış bilgi- hepimiz için ama özellikle çocuklar için dikkat gerektiren bir durum. Çocukların hayat deneyimi yetişkinlerinkine kıyasla çok daha sınırlı. Karşılarına çıkan bilgiye inanmadan önce izlemeleri gereken sorgulayıcı düşünme becerisi, bunu yapabilmek için gereken dikkat-duygu-dürtü yönetimini sağlayan öz-düzenleme becerisi henüz olgunlaşmış değil. Bu sebeple dijital çağda ebeveynliğin amaçlarından biri de çocukları dezenformasyona karşı hazırlıklı hâle getirmek. Bu psikolojik sağlıklarını korumaları bakımından önemli. Özellikle korkutma ve dehşet salmayı hedefleyen içerikler psikolojik iyi oluşu çok olumsuz etkileyebiliyor. Bu sebeple çocuklarımızda eleştirel düşünme becerisini desteklememiz çok önemli. Eleştirel düşünme bir duruma değişik açılardan bakabilmemizi, eldeki açıklamaları yorumlayabilmek için bilgi sahibi olmamızı gerektiriyor. Kalıplarla düşünmeye alışmış zihin için bu kolay değil. Ama bu hem çocukların bilişsel gelişimi için önemli hem de hayat boyu çok işe yarayacak bir beceri.
“11-12 yaşında izin vermemek bugünün ihtiyaçlarıyla uyumlu değil”
Kaç yaşından itibaren çocuğun bir telefonu olmalı, dolayısıyla telefonla birlikte WhatsApp, YouTube gibi uygulamaları kullanmasına kaç yaşında izin verilmeli?
Bu soru yetişkinlerin akıllarını en çok kurcalayan sorulardan biri. Ben bu sorunun cevabını akıllarında netleştirebilmeleri için anne-babaların kitabı okumalarını önereceğim; çok etraflı bir cevap bulacaklar kitapta ama burada da kısaca ve mümkün olduğu kadar net bir cevap vermeye çalışayım. Benim iki kızım var ve aralarında 8 yaş farkı var. İkisine cep telefonu aldığım yaş farklı. Büyük kızımın çocukluk yıllarında okulların cep telefonu uygulamaları, sınıfların WhatsApp grupları, arkadaşların haberleşmek, görüşmek için kullandıkları WhatsApp grupları yoktu. Ama küçük kızımda vardı. Büyük kızıma cep telefonu almamız basketbol takımıyla maçlara gitmeye başlamasıyla oldu; bir haberleşme ihtiyacı doğmuştu. Fakat o günden bu yana çok şey değişti, eğitimde de iletişimde de. Bu konuda Finlandiya’da yaşayan bir anne ile yaptığım röportaja da kitapta yer verdim. Koç Üniversitesi’nden arkadaşım, bir akademisyen. Orada da görüleceği gibi mesele çocuğun dijital becerilerini, dijital okuryazarlığını desteklemek ve genel olarak hayat içerisinde sınır-alan dengesini kurmak, uygulayabilmek. Anne-babalar, çocuğa cep telefonu alma zamanına karar verirken pek çok ölçütü göz önünde bulundurmalı. Bu ölçütlerin en başında da “ihtiyaç” geliyor. Ama çocuğa telefon almak, istediği her içeriğe ulaşabileceği, sınırsız şekilde kullanacağı anlamına gelmiyor. WhatsApp da bir sosyal medya uygulaması olarak değerlendiriliyor. Fakat pratikte bu uygulama kapalı gruplar arasında bir mesajlaşma alanı. 11-12 yaşındaki çocuğumuzun sınıf arkadaşlarıyla, bazen öğretmenleriyle ödevler, okul programları vb. ile ilgili haberleşmesi ya da yakın arkadaşlarıyla oluşturdukları bir grup içerisinde iletişim kurması makul ve zararsız. WhatsApp için yaş sınırı 13 olarak belirlendiği için buna katı bir tutumla 11-12 yaşında izin vermemek bugünün ihtiyaçlarıyla uyumlu değil. Bununla beraber, çocuğun mizaç ve gelişimsel özelliklerini bilip ihtiyaç duyduğu desteğin farkında olmak ve gerekli rehberliği yapmak önemli. Diğer yandan her programın farklı olduğunu da akılda tutmalıyız. Başka bir mesajlaşma programı veya sosyal medya uygulaması bu yaş grubu için mahzurlu olabilir. Her program konusunda bilgili olup ayrı ayrı değerlendirme yapmak gerekiyor.
“Çocukların sosyal medya kullanımının yetişkinler tarafından gözlemlenmesi tavsiye ediliyor”
Bir çocuğun sosyal medya hesapları kaç yaşından itibaren olmalı ve sosyal medya kullanımında ebeveynler nelere dikkat etmeli?
Amerikan Psikoloji Derneği (APA), son dönemde yapılan bilimsel araştırmaların bulgularından hareketle Mayıs 2023’te, ergenlerin sosyal medya kullanımıyla ilgili tavsiyeler içeren bir rapor yayımladı. Bu rapor, tartışmalara bilim-temelli bir denge getiriyor. APA, gerçekçi bir yaklaşımla, sosyal medyayı tehlikeli ve kaçınılması gereken bir ortam olarak tanımlamıyor. Sosyal ağlar, “Genç insanlar için kendi başına faydalı veya zararlı değil” diyerek dikkatli, bilinçli, yeterli bilgi ve beceriyle donanmış olmanın önemine vurgu yapıyor.
Raporda özellikle ebeveynin rolüne değiniliyor ve sosyal medya uygulamalarının sağlıklı sosyalleşmeyi teşvik edebileceği ancak bunun için gençlerin dengeli, güvenli ve doğru kullanımı en üst düzeye çıkaracak becerilere sahip olmalarını sağlamak gerektiği belirtiliyor. Ebeveyne düşenler; sağduyulu, çocuğa karşı saygılı bir tutum, sosyal medyadaki riskleri fark edip en aza indirebilmesi için rehberlik ve genel olarak dijital okuryazarlığı destekleme. Bunun için öncelikle erken ergenlik (12-14 yaş) döneminde çocukların sosyal medya kullanımının yetişkinler tarafından gözlemlenmesi tavsiye ediliyor. Çocukların özerkliği kademeli olarak, yaşları büyüdükçe ve dijital okuryazarlık becerileri ilerledikçe artmalı. Ebeveynin gözetim yaptığı bu süreçte, bir yandan gencin mahremiyetine özen gösterilmesi gerektiğini de ekleyelim. Dijital çağda telefon ve internetle ilişkimizin, sosyal medyanın bizi yalnızlaştırdığı, sosyal ilişkilerden uzaklaştırdığı sıkça dile getirilen görüşlerden. Sosyal medyanın sanal olduğu doğru ama öte yandan, diğer türlü bir araya gelemeyeceğimiz insanlarla iletişimi sürdürmek, mevcut ilişkileri güçlendirmek, temasta kalmak için de işlevsel bir mecra. Sosyal medyanın bizler ve çocuklarımız için sorun yaratabilecek taraflarının farkında olmak, gereken önlemleri almak ama diğer yandan faydalı olan yanlarını da görerek hayatın içerisinde dengeli şekilde kullanmak mümkün.