Çıtırtı

Uzak diyarlardan gelirdi.

Binlerce kilometre aşıp.

Ne bulutlar gibi tepeden bakardı dünyaya o, ne de volkanlar gibi titretirdi arzı.

Bazen açık bırakılan bir pencerenin, sallandırıverirdi süt beyaz tüllerini.

Nazenin kızlar gibi.

Bazen bir melon şapka onun peşine takılıverir uçup giderdi fersah fersah öteye.

Karahindiba tohumlarını etrafa savuruveren de, heybetli taşları sabırla işleyip çölleri kuma boğduran da oydu.

Gökyüzünün hercai menekşelere öykünüp mordan maviye döndüğü ılık bir akşam üzeri yanağa dokunup yüzde tatlı bir tebessüm yaratan, en kurt edebiyatçıların bile anlatamayacağı bir garip huzuru yüreklere taşıyan da yine o değil miydi?

Alçaklardan yükseklere, Güneşi doğuran uzak diyarlardan kızıla boyalı batıya turlanıp dururken yine bir gün; sümüğü yüzünden kuruyan çocukların çıplak ayakla dolandığı, sefil ve ucuz kızartma yağ kokulu, yoksulluğun taşıverdiği sokaklardan, şen kahkahalarla, çatal-kaşık sesleriyle çınlayan denize nazır lüks caddelere… uğramadık yer bırakmadı.

whatsapp-image-2024-06-22-at-14-20-36.jpeg

Yorulmuştu.

İleride gördüğü ulu bir çınarın gölgesinde dinlenivereyim dedi içinden.

“Ama önce etrafında iki tur atmalı. Ne varsa süpürüp almalı.”

Yavaş yavaş yaklaştı ağaca. Yerdeki kuru yapraklar titreyerek baktılar. Savurup atma bizi der gibi.

Ulu ağacın dalları hışırdadı esintiyle birlikte. İki uzak daldan biri daha yeşil diğeri sararmaya başlamış iki yaprak koparıverdi dalından.

Kattı onları önüne.

Önce yükseltiyor sonra alçaltıyor sonra yine yükseltiyordu. Biraz önce iki uzak dalda kopup düşecekleri kasım soğuğunu bekleyen iki yaprak şimdi havada daireler çiziyor, havada havadan daha hafif olmanın arzusuyla adeta dans ediyorlardı.

Onları görünce keyiflendi.

Çınarın gölgesine kıvrılıp dinlenmeden önce “dur şunlarla biraz daha oynayıvereyim” dedi. Adeta kendisinin duyduğu bir müziğin ritmine kapılmış biri daha çilli yeşil, diğeri sararmaya yüz tutmuş iki yaprağı bazen birbirinden ayırıp bazen bir araya getirerek savuruyor, döndürüyor bitmeyecek bir devinimle usta bir kuklacı gibi raks ettiriyordu.

Zaman geçti.

“Eeeh, Sıkıldım artık!” dedi.

Bir anda. Ellerini salladı keyif kaçıran bir sineği kovalar gibi. Az önce gökyüzünde dans eden iki yaprak birer yana savruldu onun umursamazlığıyla.

Yeşil olan bir süre daha süzüldü havada. Sonra usulca bir evin çiçeklerle bezeli balkonunda, rengi kaçmış bir halının üzerine düşüverdi. Çocuk oyuncaklarının arasına.

Diğeri çok duramadı havada. Kısa sürede yeniliverdi evreni var eden kurallara. Bir kaldırım taşının dibine düşüverdi.

Soluklandı.

Hemen sonra park eden iri bir cipin geniş lastikleri manevra yaparken eziverdi onu.

Çıtırdadı.

Usulca.

Kimsecikler duymadı yok oluşunu.

Rüzgar bile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi