Gönç Selen
O iş senin bildiğin gibi değil.
Sorgulamak, bu komplo teoricilerinin dört elle sarıldıkları bir kavram. Dünyada olup bitenlere neden ve nasıl sorularını yönelttikleri için sorgulama yaptıklarını söylüyorlar. Ama aslında daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, gerçek bir sorgulama yapmak yerine, sonuçlara neden uyduruyorlar.
İki yazı önce komplo teorileri üretenler ve bunlara inananlarla ilgili görüşlerimi anlatmaya çalışmıştım. Aslında bir sonraki yazıda da bu konuya devam etmek gibi bir niyetim vardı. Ancak ben yazıyı yazmadan bir gün önce önemli bir olay gerçekleşti ve bu yüzden ‘imgelerin ihanetine uğrayanlar’ üzerine yazmak zorunda kaldım. Komplo teoricileriyle ilgili yarım kalan düşünceleri tamamlamak da bugüne kaldı.
NEDENSELLİKTEN TELEOLOJİYE
Komplo teorisi kavramıyla ilgili ilk yazıda, bu düşünceleri üreten ve bunlara inanan insanların yanlış da olsa bir nedensellik ilişkisi kurduklarından bahsetmiştim. Hatta bu düşüncenin teleolojik (ereksellik) yani her şeyin bir amacı olduğu düşüncesine ulaştığını söylemiştim. Çünkü bir varlığın var olma veya bir sürecin oluş nedenlerini sorguladığınızda, zihniniz ister istemez var olmanın ya da oluşun amacına yönelir. Her şeyin kök nedeni ve onun amacına yönelen zihin de açıklayamadığı durumları, çözemediği problemleri sonsuzluğa havale eder. İşte bu sonsuzluk kavramının en birincil karşılığı da tabii ki Tanrı’dır. Gördüğünüz gibi bu silsile, zihnin nedensellikten teleolojiye, teleolojiden de teolojiye yönelmesiyle sonuçlanıyor.
Peki bu nedensellik, başka bir deyişle her şeyin bir nedeni olması gerektiğine dair düşüncemiz nereden geliyor? Öyle görünüyor ki bu düşünce ‘düzen’ tutkumuzdan kaynaklanıyor. Aslında içinde yaşadığımız doğa sürekli genişleyen bir karmaşadan, yani kaostan ibaret. Ancak biz insanlar, bu düzensizliği açıklamakta ve anlamakta zorlandığımız için onu bir düzene devşirmek derdindeyiz. Bu yüzden kültür ve onun aracılığıyla kurduğumuz medeniyet var. Bir anlamda doğanın kaosuna karşı insanın doğal olmayan yollarla kurguladığı bir kozmos var.
Esasen tıpkı evren gibi bir kaostan ibaret olan zihnimiz, milyarlarca sinirin etkileşimi sayesinde düşünce üretebiliyor, yani belli bir düzen içerisinde işliyor. İşte biz de zihnimizin ürettiği düşünce sayesinde sahip olduğumuz düzen kavramını doğaya da atfetmek eğilimindeyiz. Bir anlamda doğaya da kendi kurduğumuz düzen içerisinden bakarak, onu da bir kozmos olarak algılamak istiyoruz. Çünkü anlamak istiyoruz ve karmaşayı, kaosu anlamak hatta onu kabul etmek bize çok zor geliyor. Oysa her şeyi bir düzen içerisinde varsayarak anlamak bize çok daha kolay görünüyor. Bütün taşların yerli yerine oturduğu, açık bir noktanın kalmadığı, her şeyin neden-sonuç ilişkisi içerisinde çözümlenebildiği bir düzen, zihnimiz için çok daha anlaşılabilir bir model.
Oysa doğada bir düzen olmadığı kuantum fiziğinin atom altı çalışmaları sayesinde kanıtlandı. Atomun keşfedilmiş en alt parçacığı olan kuarkların düzensiz hareket ettikleri, hatta taneciklerin aynı anda iki ayrı yerde olabilecekleri, çünkü onların aynı zamanda dalga oldukları kanıtlandı. İşte bu düzensizlik, aynı zamanda doğada bir ‘nedensellik ilkesi’nin de geçerli olmadığı anlamına geliyor. Peki doğanın işleyişini açıklamada artık işe yaramayan ve bu yüzden bilimsel düşünceden kovulan ‘nedensellik ilkesi’nin bizim zihnimizde hâlâ ne iş var? Çok basit. Çünkü onu tıpkı kültür gibi, medeniyet gibi yapay (artificial) bir olgu olarak zihnimiz üretti. Artık doğanın, maddenin hareketlerini açıklayamasa da insanın eylemlerini açıklamak için hâlâ çok elverişli. İnsan, zihniyle ürettiği ve neredeyse düşüncenin ilkesi hâline getirdiği nedenselliği, kendi spekülatif dünyasını açıklamak için kullanmaya devam edebilir de o yüzden var.
DEUS EX MACHINA
Bu eylemleri ve spekülasyonları açıklamak için nedenselliği kullanmaya devam eden insan, kök neden ve kök amaç arayışında teolojiye, yani Tanrı kavramına varıyor dedik ya… Bu ara başlığı da onun için attım. Deus ex machina çok eskilerden gelen, kadim bir kavram. Antik Yunan tragedya yazarları hikâyeyi insan aklının çözemeyeceği kadar karıştırdıklarında ve kendileri de işin içinden çıkılamadığında bir çeşit kaldıraç ya da ilkel bir vinç yardımıyla Tanrı’yı getirirlerdi sahneye. İşte gökten sahneye indirilen Tanrı deus ex machina olarak adlandırılır. Fırtınaları dindidir, ölüleri diriltir, insanın yapamayacağı şeyleri yapar, sorunu çözer ve sahneden çekilirdi. Bir başka deyişle insanın kaosu çözemediği durumlarda Tanrı devreye girer ve kozmosu, düzeni sağlardı.
Hatta Aristoteles, Empedokles ve Anaksagoras’ın Evren açıklamaları içerisinde ‘hareket ettirici neden’ diye ‘Akıl’ı ortaya koymalarını eleştirirken bu kavramı şahane bir metafor olarak kullanır. Aristoteles der ki… “Çünkü onların hemen hemen hiçbir zaman ilkelerine başvurmadıkları veya onlara ancak çok az durumda başvurdukları görülmektedir. Böylece Anaksagoras evreni meydana getirişinde ‘Akıl’ı (nous) ancak bir ‘deus ex machina’ olarak kullanmaktadır. Herhangi bir şeyin hangi nedenden ötürü zorunlu olduğunu söylemekte güçlükle karşılaştığında Akıl’a başvurmakta, bütün diğer durumlarda ise olayları Akıl’dan çok başka herhangi bir ilkeye mal etmektedir.” (Metafizik, 985 a 18 – Çev: Ahmet Arslan)
TANRISAL GÜÇLER
Komplo teorileriyle ilgili bir önceki yazıda, bunları üretenler ve üretilenlere inananlarla ilgili bir yorum yapmıştım. Onların dinî bakış açısıyla temelde bir ortaklıkları olduğunu söylemiştim. İşte bu yazının buraya kadar olan bölümü bu dinî bakış açısını anlatabilmek için kurmaya çalıştığım bir temeldi. Şimdi gelin neden böyle bir ortaklıkları var ona bakalım.
Önceki satırlarda, nedensellik ve teleolojinin eninde sonunda teolojiye, Tanrı kavramına nasıl vardığını gördük. Bir önceki yazıda da komplo teorisi üretenlerin yanlış da olsa olaylar arasında kurdukları neden-sonuç ilişkilerinden, bu ilişkilerin nasıl teleolojik bakış açısına evrildiğinden söz etmiştik. E o zaman sırada ne var? Tabii ki teolojik bakış açısı. Komplo teorisyenleri dindar olsalar da olmasalar da hatta Tanrı tanımaz bile olsalar, bu yüzden temel kabulleri açısından dinî bakış açısına sahiptirler.
Dinî görüş ne diyor? Her şeyin bir amacı vardır ve temel neden olan Tanrı bu amaçların da belirleyicisidir. Var olan her şeyi, meydana gelen her olayı kendi yüce amacı doğrultusunda en baştan, Evren’i yaratırken tasarlamıştır. Hatta amaç bizatihi kendisidir.
Komplo teorileri ne diyor? Gerçekleşen, başımıza gelen her olay (ki bunun içerisine deprem, güneş patlaması, iklim değişikliği, pandemi gibi doğa olaylarını da katmaktan çekinmiyorlar) muktedirlerin amaçları doğrultusunda yine muktedirler tarafından tasarlanıyor. Yaşadığımız her şeyin nedeni onlar.
Gördüğünüz gibi her iki bakış açısı da nedenselci ve teleolojik. Birincisinde her şeyin nedeni de amaçları doğrultusunda hayatımızı şekillendiren de Tanrı. İkincisinde ise her şeyin nedeni de muktedirler, amaçları doğrultusunda hayatımızı şekillendirenler de onlar. Her iki görüş de tümdengelim yapıyor. Kendileri için değişmez, sarsılmaz bir ön kabulle başlayıp, dünyalarını onun üzerine inşa ediyorlar. Her ikisi de maddi kanıtlarla açıklayamadıkları durumlar için kendi kozmoslarını korumak adına ‘deus ex machina’yı kullanıyorlar. Bir taraf “hikmetinden sual olunmaz” diyerek, diğer taraf ise “bütün kötülüklerin nedeni bu şeytanlar” diyerek ihtiyaç duydukları açıklamalara ve anlamlara kavuşuyorlar.
HAYIRDIR, OLYMPOS EL Mİ DEĞİŞTİRDİ?
“Bütün kötülüklerin nedeni bu şeytanlar” diye açıklama yapan komplo teoricilerine göre müsebbip olan bu şeytanî güçler, adeta Olympos’taki Tanrıları indirip yerine kendileri oturmuşlar. Elinden şimşeği eksik etmeyen ve her fırsatta dünyaya yağdırarak insanları cezalandıran Zeus’un yerine sanırsınız Elon Musk geçmiş. Almış eline Starlink’i oraya buraya sıkıyor, ormanları yakıyor. Elinden Trident’i (üç dişli mızrak) eksik etmeyen deniz ve deprem Tanrısı Poseidon gitmiş, yerine Amerikan Başkanı oturmuş… Elinde HAARP, durduk yere depremler yaratıyor, iklimi değiştiriyor. Olympos’tan Tanrıları kovan şeytanlar, oturmuşlar dağın tepesine dünyamızı, hayatımızı şekillendiriyor, kaderimizi yazıyorlar.
AMA BİZ SORGULUYORUZ…
Sorgulamak, bu komplo teoricilerinin dört elle sarıldıkları bir kavaram. Dünyada olup bitenlere neden ve nasıl sorularını yönelttikleri için sorgulama yaptıklarını söylüyorlar. Ama aslında daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, gerçek bir sorgulama yapmak yerine, sonuçlara neden uyduruyorlar.
Bir şeyi, bir olguyu, bir kavramı gerçekten sorgulayan insan kendi inançlarını ve düşüncelerini de sorgular. Bu yüzden gerçek bir teolog, Tanrı’nın varlığını sorgulamaya giriştiğinde Tanrı inancını kaybetmeyi göze alır. Ama inanan bir dindar için bu söz konusu değildir. Onun için Tanrı’nın varlığı sorgulanamaz. Çünkü Tanrı onun dünyasının temel ilkesidir ve onun varlığını a priori (deneyden bağımsız) bir şekilde bilir. Tanrı onun için sorgulama alanının dışındadır, çünkü o fizik dünyada deneyimlenemeyecek, madde dışı bir varlıktır. O ancak kendi yaptığı eylemleri sorgulayarak en fazla şu sonuçlara ulaşabilir. Abdest almak yıkanmaktır, yani bedeni temiz tutar. Namaz kılmak aynı zamanda spordur, bedeni zinde tutar. Halbuki bunların hiçbirisi dinî açıdan da karşılığı olan şeyler değildir. Gerçek bir dindarsan bunları inandığın için yaparsın. Temizlik, zindelik dediği şeyler yaptığı dinî eylemleri akla uydurmaktan başka bir şey değildir. Fizik dünyaya ait olmayan imanına, fizik dünyadan nedenler, onların faydalarına dair kanıtlar uydurmaktır.
Peki ey komplo teorisyenleri ve onlara inananlar… Sizin sorgulamalarınız nasıl? Ben söyleyeyim, en az dinî inançlar kadar dogmatik. Bir kere tümden geliyorsunuz. Yani bir ön kabulünüz var. “Ne var bunda? Bilim de aynı metodu kullanmıyor mu?” diyebilirsiniz. Ama bu savunmanız “Dünya’da su var, yaşam da var. Mars’ta da su var öyleyse orada da yaşam olmalı” diye kurulan analojik bir mantık önermesinden öteye gidemez. Bu önerme mantık açısından problemli olmasa da gerçekte bir karşılığı olmadığı için yanlıştır. Çünkü yaşam suyun var olmasının dışında başka unsurların biraraya gelmesi ve onların etkileşimleriyle ortaya çıkar. Mars’ta sadece su var diye yaşam da olabilir diyemezsiniz. Su, evrenin her yerinde var ama bu, evrenin her yerinde yaşam olabileceği anlamına gelmez. Sizin mantıksal önermeleriniz de işte buna benziyor.
Bilim de tıpkı sizin gibi teoriler atar ortaya. Yani en başta tümden gelim yapar. Ama sonra tümevarımsal bir düşünceyle başlar test etmeye, yani kendi teorisini sorgulamaya. Bu sorgulamayı yaparken de kendi teorisini doğrulamaya değil, yanlışlamaya çalışır. Binlerce kez doğrulasa bile tek bir yanlış sonuca ulaştığında ise teorisini çöpe atar. Oysa sizin sorgulama dediğiniz şey, kendi teorinizi test etmek değil. Sizin teoriniz, ön kabulleriniz, Olympos’taki şeytanlarınız hep yerli yerinde. Sorgulama dediğiniz şey de teorinizi yanlışlamak için yaptığınız testler değil, doğrulamak için yaptığınız akıl yürütmelerden ibaret. Hem de “Mars’ta yaşam olabilir” seviyesinde, yetersiz verilere tutunarak yaptığınız bir akıl yürütme. Etkileşim yerine nedenselliği koyduğunuz, ön kabullerinizin yanlış olma ihtimalini aklınıza bile getirmediğiniz, ‘namaz spordur’ sonucundan öteye götüremeyecek bir sorgulama. Kusura bakmayın. Biz bunlara sorgulama demiyoruz. Bunlar olsa olsa akla uydurmadır.
Sizin bu aklı yürütmeleriniz, “o iş senin bildiğin gibi değil” diyerek iddia ettiğiniz gibi gölgelerin ardındaki gerçekleri görmemize yaramıyor. Siz kendi teorinizi, daha doğrusu inancınızı kaybetmeyi göze alamadığınız için doğru sorgulamayı yapmıyor, sonuçta da bilerek ya da bilmeyerek yeni gölgeler yaratıyorsunuz. Bizden de kendi yarattığınız gölgelere inanmamızı bekliyorsunuz. Kendi adıma söyleyeyim… Daha çok beklersiniz.