Yaşar Seyman
Huzur
Yeni sözcüklere sevdamdan huzur yerine erinç yazdım.
Erinçli günler, erinçli bir yaşam dedim ama tutmadı.
Huzur öyle güçlü bir sözcük ki adına şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiş.
Özlü, güzel sözler söylenmiş:
Malcolm X demiş ki:
“Huzuru özgürlükten ayıramazsınız; çünkü hiç kimse özgürlüğüne sahip olmadan huzur içinde olamaz.”
Huzura yönelik söylenen en güzel sözlerden biridir.
Son yıllarda ülkemizdeki huzursuzluğun nedeni özgürlüklerden yoksun olmaktır. İnsanlar yazarken; konuşurken; üretirken; yaşarken; kendilerini özgür duyumsamadıkları için huzursuzlar.
Toplumun gereksinim duyduğu kavramlardan bir ‘adalet’ ise öteki kavram da ‘huzur’dur.
2000’li yıllardan itibaren sıkça konferans, panel ve etkinliklere koştuğum Avrupa’daki göçmen yurttaşlarımızla buluştuğumuzda sıla özlemi dışında tüm zorluklara karşın huzurlu olduklarına tanık oldum. Bunu yaşadıkları ülkelerdeki çağdaş demokrasiye, bireyi önemseyen devlet anlayışlarına, insana verilen değere, eşitlik ve özgürlük kavramlarına bağladım. Geçtiğimiz ay günce defterlerimden, 2010 yılında gittiğim Kanada’nın Vancouver gezi notlarımı ararken; defterlerimden birine yazdığım Nurullah Ataç’ın sözüne rastladım:
Ataç, “Huzur bulunan yerde gurbet hasreti çekilmez”diyordu.
Bu sözün üstüne yıllarca ülkesine gelmeden huzurla yaşayan insanların fotoğraf kareleri gözümün önünden aktı gitti.
Son yıllarda kavgadan beslenen, çatışmacı bir siyaset dili benimseyen yöneticiler yüzünden ülkemizde huzur kalmadı. İş adamı, işçi, esnaf, köylü, kamu çalışanı, genç, yaşlı, kadın, erkek herkes huzursuzluk içinde debeleniyor. Bir de hız kesmeyen kadına yönelik şiddetten ölümler, büsbütün huzursuzluğu körüklüyor.
Huzursuzluk aranan sözcük sıralamasında son sıralara düşmüş. Nedeni mi? Linç kültürü öyle yaşama bağdaş kurmuş ki huzur sözcüğü karanlıkların derin dehlizlerinde adeta kaybolmuş.
Huzursuzluğu yaratan eğitimsizliktir. Çinli filozof Konfüçyüs diyor ki:
“Eğitim özgüven getirir. Özgüven umut verir. Ve umut da huzur sağlar.”
Huzuru gün ışığına çıkarma çabama Tevfik Fikret özlü sözüyle destek oluyor:
“Huzur; sevgi ve nefretin ötesindeki âlemin adıdır.”
İçinde bulunduğumuz ülke koşulları daha güzel nasıl anlatılır?
Huzur kalmadı
Huzursuzluk aldı başını gitti.
Huzursuzluk kitapları yazıldı.
Montesquieu diyor ki:
“Bir iktidarın kötüye kullanılmasını önlemek için, iktidarın, iktidarı sınırlayacağı bir düzenleme gerekir.”
Ülkenin başında otoriter bir yönetici varsa; demokrasi gölgelenmişse; ülkedeki tüm kurum ve kuruluşların başındakilerde hemen otoriter bir yönetim anlayışı benimsiyor, örnek alıyor, yönetim anlayışlarına yansıtıyorlarsa huzur aranan sözcük oluyor.
Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı iken kırmızı ışıktan geçen bir sürücüyü, trafik polisi çeviriyor ve ona; “Ülkenin cumhurbaşkanı bile kırmızı ışıkta dururken sen nasıl geçersin? Bir de benden hoşgörü bekliyorsun! Kusura bakma sana ceza keseceğim!”
Bunu bana arkadaşım, ‘İnan polisin sözlerinden utandım’ diyerek anlatmıştı.
Boşuna halkımız “Balık baştan kokar” dememiş.
Gel de Platon’un sözünü anımsama:
“Bir insanın ruhuna doğruluk ekmek, kör doğmuş birine görme gücünü vermek kadar olanak dışı bir şeydir.”
Huzur sözcüğü ile yeniden tanışmalı, barışmalı ve yaşam biçimi yapmalıyız.
Hatta yazıyı bitirdikten sonra Behçet Kemal Çağlar’ın o muhteşem şiirini besteleyen Münir Nurettin Selçuk’un “Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'tan (âh Kalamış'tan)” şarkısını dinlemeye başladım.
“Bir tatlı huzur almaya geldik ülkemizden” demeye başlamalıyız.
“Şiir her yerde” sözünün albenisine takılıp Edip Cansever’in Umuş şiirini bir daha okumalıyız:
“Bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin,
bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu sende olan,
yeni bir başlangıç vardır…”
Asyalı bir yaşam bilgesinin huzur tanımına kulak vermeliyiz:
“Eğer dünyada barış ve huzur istiyorsanız, onu ilk önce kendi kalbinizde yaratmalısınız.”
Kalbimiz yetmez!
Huzuru kalbimizde ve ülkemizde yaratmak için mücadele etmeliyiz!