Yaşar Seyman
Diyar Bakışlı
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi
Ahmed Arif
Diyarbakır’a ikinci gelişim. İlkinde, l970’lerin sonunda, sıcak bir yaz günü Diyarbakır’a uçmuştum. O zaman, mimarisiyle, anıtlarıyla, surlarıyla, görkemli evleri ve kapı tokmaklarıyla, dokusuyla, gizemiyle kadim kent çarpmıştı. Diyarbakır, 1996 baharında göçleriyle, yasaklarıyla, yokluk yoksunluk içindeki acılı insanlarıyla yüreğimi vurdu.
Akıl cebimde şairleri ve şiirleriyle, Diyarbakır yeniden canlandı. Cahit Sıtkı Tarancı’nın, “Otuzbeş Yaş” şiiriyle yolun yarısını geçmenin hüznünü, Ahmed Arif’in, “Seni Diyarbekir seni” coşkusunu, Yılmaz Odabaşı’nın “Öncesi Diyarbekir o benim en esmer çocuğum” dizesindeki onurlu sevecenliği yaşıyorum.
Diyarbakır’daki panelin konusu kadınlardı. Diyarbakır’a, sevgiliye koşar gibi gidiyorum. Büyükşehir Belediyesinin hıncahınç dolu salonuna öyle giriyorum. Biri, sevmediğim, sevemediğim bir biçemle konuşuyor. Kendisiyle kavga ediyor sanki. Önceleri, bu kavgaya salondakiler de katılıyor. Oysa onlar, kavgalardan yoruldu. Öfkeli bakışlara, sıcak bakışlar yetmiyor. Kendiyle kavga eden konuşmacı, konuşmasını sürdürüyor.
Ansızın seni gördüm. Bakıştık! Birbirimize gülümsedik! Konuşmaya başladım. Yanaklarım kızarmıştı. Sanki, ilk kez bir topluluğa sesleniyordum. Bu alan mayınlıydı. Bu diyar sevgiliydi! Sen nerden çıktın? İki ya da dört dakika salona uyamadım. Bakıştık!.. Konuşmacı için, ön sıralardaki dinleyenlerin bakışı önemlidir. Umutlandırdın. “Sürdür!” der gibiydin. Konuştuğum konu, onları sarmamıştı. ‘Savaş ve Kadın’dan sonra ‘Kadın ve Emek.’ Sanki gündemlerinde yoktu. Senin bakışlarınla çarpıcı anlatarak dinlemelerini sağladık. Sen kimdin? Nerden çıktın? Başıma bela mıydın? İyi ki o salonda vardın... Konuşmam sonunda ilk kez söz olsun diye alkışlanıyordum. “Boş ver!” der gibiydin. Salona oynamadığımı gördün. Diyarbakır’a gelişime, gündemde olmayan bir konuyu anlatışıma, bana şaştın. Bakışın, yüreklendirdi. Bir sıcak teşekkür bakışı attım. Aldın.
Panel sonunda birkaç kişi ile kutlamaya geldin. Konuşmaya başladık. Sözlerin, bakışlarını aşmadı. Bir yanımda polis kordonu, bir yanımda dinleyiciler, dışarı çıktık. Bahçedeki gençten simit aldım. Yanıma öğrenciler geldi. Pay ettik. “Gidiyoruz” diye seslendiler. Oysa seninle konuşmak istiyordum. Kaşla göz arasında sordun: “Akşam şenliğe geliyor musun?” “Geliyorum” dedim. Konuşma metnimi yazdığım, arkası kuş desenli kartları istedin. Elimdeki firuze taşlı gümüş anahtarlığı verdim. Anahtarlığı alırken, “Görüşürüz” dedin. Ayrıldık...
Çok istememe karşın, Diyarbakır’ı gezemedim. Şenliğin yapılacağı salonunun önü tıklım tıklımdı. İnsanların bir bölümü sıraya girmiş, bir bölümü sıranın dışında, kimileri toplu, kimileri dağınık. Seni çok aradım. İtiş kakış içeri alınırken, seni gördüm. Sıcacık bakıştık. Sevindim. Salona herkes itiş kakış alınıyordu. Kollarımdan çektiler. Hiçbir yere böyle girmedim ömrümde. İşkenceydi. Bileti olanlar bile içeri giremiyordu. Sen de onlardandın. Ayrıcalıklı girmek, beni yaraladı. Seni de. Kızdın belki de. Benim kusurum, seçimim değildi. Konuktum. Kolumdan çektiler... İçeride, protokol sırasına oturttular. Gözüm arkada kaldı.
Şenlik, geç saatlerde başladı. Şiirler okundu, yoktun. Halaylar çekildi, görmedin. Grup Kızılırmak dinletisini bitirdi. Alkışlayamadın. Yoktun! Giremedin mi? Göremedim mi? Giremedin... Yoksa, beni bulurdun. Seni içeri almadılar. Coşkumu yaraladılar. O gece içime sinmedi. Yarım kalan şarkılar gibi yarım kaldı.
Geceyi düzenleyenler, sözü yasakladılar. Gerekçeleri, 1989’dan bu yana ilk kez böyle bir gece yapılıyordu. Özenliydiler. Gece, söz yasaktı. Sözün gücü şiire, müziğe yüklendi. Seni içeri almadılar. Salon soğuktu. Ayaklarım buz kesti. Yoktun.
Otele dönerken düşündük o otele ne güzel insanlar sağ girip ölümü duyuldu.
Ertesi gün gazeteci Vivet Kanetti ile kahvaltı yaparken, anlatılanlarla çayı zor yudumladım. Akşam toplantıya giremeyenler, polisle çatışmış. Seni götürmüşler. Bakışların yüzümde gözümde kaldı. Yüreğime akamadı. Uçakta bulutlara senin için bir kırmızı gül bıraktım.
Seni Diyar bakışlı. Her evde bir acı yaşanmış. Sözde özde bakışta var. Senin öfken sıcacık. Senin canlarının dramı ne? Yok deme, candan can koparmışlar. Korkular aşılmış. Öfkeler dorukta! Senin bu sıcak bakışların ne? Sen öfkeni nasıl gizledin? Bezedin. Gülüş yaptın. Gülüşün içimi ısıttı. O acıları gülerek mi aştın? Yüreğim doluydu. Yine de gözlerim sende kaldı. Sesin, seslere karıştı. Bakışların bende kaldı. Bir de toplu gösteriye girebilseydin...
Sahi, gözlerin ne renkti?
* Yangın Yeriydi Yurdum kitabımdan…