Boray Acar
Gazeteci Ne Yapar, Ne Yapmaz…
Bir gazetecinin görevi, doğru haberi toplumla buluşturmaktır. Gazeteci, ulaşılması zor olanlar (yönetenler) ile unutulmuşlar (toplum) arasındaki köprüdür. Dolayısıyla gazetecilik bir kamu vazifesidir. Özellikle bizim gibi otoriter yönetimlerin baskısı altındaki toplumlarda gazetecilik, sır perdesini aralayan bir şeffaflaştırma müessesesidir.
Gazeteci; işi gereği, karşısındakinin kişilik haklarını zedelemeden istediğini sorabilir. Bu nedenle dönem iktidarının uçaklarına alınan basın mensuplarına “gazeteci” demiyoruz. Zira kendileri istediklerini sorma ve söyleme hürriyetine sahip değiller. Ancak ellerine tutuşturulmuş metinler dahilinde konuşabilirler, güncel tabir ile “cevapları sorularlar.” Sınırların dışına çıkamazlar; çıkarlarsa işlerinden, uçaklarından, ballı imtiyazlarından mahrum kalırlar. Statülerini belirleyen şey mesleki ağırlıkları değil, itaat seviyeleridir. Toplum adına soru sormak, haber almak, aldığı haberi kamuoyuna ulaştırmak gibi temel gazetecilik görevlerini yerine getiremedikleri için de kendilerine “gazeteci süsü verilmiş tipler” diyoruz.
Gazeteci, haberin kaynağını açıklamak zorunda değildir. Bunun için “güvenlik politikaları” dâhil olmak üzere hiçbir nedenle baskı altına alınamaz. Elbette her işin olduğu gibi gazeteciliğin de kanuni sınırları vardır ve gazeteci bunun bilincindedir. Özellikle siyasetin, adaleti baskıladığı bizim gibi ülkelerde istismara en açık meselelerden birisi budur. Otoritenin işine gelmeyen her türlü haber “güvenlik” gerekçesiyle sansürlenir, gazeteci de boyunduruk altındaki adalet mekanizması tarafından sözde hukuki yollarla veya kendini devlet yerine koyan paramiliter güçler eliyle farklı şekilde cezalandırılır.
Gazeteci, işini insanlık yararına yapması gerektiği için ülkenin güvenlik politikalarını düşünmek zorunda değildir. Bunu düşünmek devletin görevidir. “MİT Tırları” haberini yaptığı için yurtdışında yaşamak zorunda olan Can Dündar da devletin ayıbıdır. Devlet içine sızmış olan bir çetenin devletin kozmik odalarına girmesinin ve devlet sırlarını ifşa etmesinin suçu ve sorumluluğu devleti yönetenlere aittir, gazeteciye değil. Bu bilginin habere dönüşmesiyse kanun-nizamla değil gazetecinin vicdani kanaati ile ilgilidir. Bununla ilgili yargıyı devleti yönetenler veremezler. Eğer gazetecinin herhangi bir suç örgütüyle ilişkisi vaki ise bu, kanıtlarıyla ortaya konur. İftira ve dedikodu yoluyla, elde yeterli kanıt olmaksızın kimse zan altında bırakılamaz. Bırakılıyorsa yönetenlerin, halka anlattıkları dışında başka dertleri vardır.
Filistin meselesi kullanılarak iç politikanın dizayn edilmeye çalışıldığı bir dönemde Metin Cihan’ın, İsrail’le yürütülen ticareti açık ettiği haberleri çok değerlidir. Toplum propaganda makinesinin ürettiği yalan bilgilerle uyutulmaktan, Metin Cihan gibi gazetecilerin cesareti sayesinde kurtuluyor. Peki, Metin Cihan ne durumda? Yurt dışında hayati risk altında işini yapmaya çalışıyor. Neden? Sadece mesleğini icra etmesi otoritenin işine gelmediği, birilerinin oyununu ve lanet olası ticari dengeleri bozduğu için... Noam Chomsky dünyanın dış politika açısından en müstebit ülkelerinden birisi olan, vatandaşı olduğu ABD’nin özellikle azgelişmiş ülkelerde yaptığı rezillikleri dünyaya duyururken ülkesi adına zararlı bir şey yapıyor olabilir. Ancak söyledikleri ve yazdıkları, insanlık için kıymetlidir. Perspektif ne kadar geniş tutulursa doğru o kadar yakınlaşır.
Yerine kayyım atanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasıyla ilgili haberleri yapan Furkan Karabay geçtiğimiz hafta tutuklandı. Tutuklanma gerekçesi, “Terörle mücadelede görev almış kişileri hedef almak ve halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” imiş. Devleti yönetenlerin halkı yanıltıcı bilgilerle işlerini yapmaya devam ettikleri bir ortamda tam bir ironi… Bir kişinin terörle mücadele etmiş olması, onu dokunulmaz kılmayacağı gibi olası hukuk ihlallerinden de aklamaz. Aksi hâlde “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir.” kâbusu hortlamış demektir. Ayrıca, hangi yanıltıcı bilginin yayıldığı konusunda da kamuoyunun aydınlatılması lazımdır. Bu yapılmıyor ise devlet zan altında kalır. Yargıdaki çürümeyi kanıtlarıyla yazan Timur Soykan gibi gerçek gazetecilerin uğradıkları baskı da buna diğer bir örnektir.
Etki ajanlığı gibi yasalardan murat edilen şey bu keyfiliği ve gerekçesiz mahkûmiyetleri kanuni hâle getirmek ve normalleştirmektir. Hülasa; bu niyette bir iktidarın ortağı olan Devlet Bahçeli’nin, işini yapmaya çalışan ve en doğal gazetecilik vazifesi olarak soru soran Hilal Köylü’ye “mesleği bırakmayı” tavsiye etmesini çok da yadırgamamak gerekir.