Sancılı günlerde yazı yazmak

Yazı masasının başına geçince ne yazayım düşüncesi zaman zaman her köşe yazarının kendi kendine sorduğu bir sorudur. Sanmayın ki bu konu sıkıntısı çektiğindendir. Özellikle bizim ülkemizde konuları gül yaprakları gibi insanın başından aşağı boca ederler. Taş gibi kafa, göz yaran, yaşamdan koparan bu ağır konular nasıl gül yaprağı gibi dökülür, son dakikalar ülkesinde?

Bu hafta ne yazmalıyım?

Pazar insanlar evinde, kalesinde, burcunda kısacası sığınağında yaşarken böyle bir günde huzur veren bir yazı yazmalı derim hep. Okuyanın gönlünde umut çiçekleri açmalı diye düşlesem de yazar da bu ülkenin bir bireyi, aynı toplumun sıkıntıları içinde çalkalanıyor.

Bakıyorum da son yıllarda yaşadığımız toplumsal olaylar, doğa felaketleri, siyasal olayların hiçbiri huzur verici, günü ve geleceği umutla düşleyeceğimiz olaylar değil ki? Ülke öyle zor günlerden geçiyor ki, üç gün önce Ankara’da TUSAŞ’a yapılan terör saldırısı, yitirilen canlar, yüreklere salınmak istenen korku, yaşamdan geri çekilme, umutları tüketme, acı içinde gözyaşlarıyla konuşanlar, karanlık güçlerin bizden kopardıklarını anmalar.

Anma demişken kendimizce anmalarda ustalaştık… Nasıl mı? Boş konuşmalar, tutulmayan sözlerin üstüne verilen yalan vaatler yıllarca sıralandı. Gün tükenmeden yine herkes kendi yaşamına dönecek. Acılı insanlar acıları ile baş başa kalacaklar.

İsyanlarını bile duymayacağız! İnsanların isyan edecekleri alanları bile ellerinden aldık! Örgütlerin toplumsal sorunlarını dillendireceği meydanlar yok edildi! Yasaklandı! İnsanların öfkelerini haykıracakları sosyal medya alanları gözetim altında, sınırlı ve kuşatılmış.

Ekonomist olmaya gerek yok, dünün yüz lirası bugünün bin lirası olmuş. Yazılacak, konuşulacak alanlar sınırlı, yokluk yoksulluk ülkeyi sarmış. İnsanlar örgütlü olsa da örgütleri suskun, kendileri korkar olmuş. Evden çıkmanın fiyatı artmış. Arkadaşlarla yemeğe giden insanlar yemeği paylaşır olmuş, adını da diyet koymuşlar.

Yemek yerken bugünü değil geçmişi özlemle konuşur anar olmuşlar. Geçmiş geçmiştir, gelecek güzeldir deyişlerini, geleceğe umutla bakmayı unutmuşlar.

Eskiden ülke daha huzurluydu, tatillere giderdik, tatiller unutulmuş, sömestr tatilinde çocuklar yaşadıkları kentin sinemalarında, tiyatrolarında zaman öldürüyorlar. Çocukların sömestr tatilini de elinde aldık. Bırakın sömestr tatili okula aç gidip aç dönüyorlar. Bir de okullar pislik içinde. Velilerin yüreğine hüzün oturmuş! Bunlar da yetmemiş gibi kadın katliamları aldı başını gidiyor! Bir günde yedi kadının aynı kentte öldürüldüğü haberini duyuyoruz. Çocuklarımız korkulu ve güvensiz, sevdikleri canları da sokakların rengi ve süsü olmaktan çoktan çıktı.

Böyle karamsar yazıları hiç sevmesem de içinde yaşadığımız ülke gerçeği ne yazık ki bu. Bu duruma ülke nasıl geldi? Hiç mi suçlu değiliz, hiç mi kabahatimiz yok? Hiç mi üç maymunu oynamadık? Çok oynadık çok!

Ekim bence Cumhuriyet’tir!

Gelin bir fark yaratalım. Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın bizim bu Cumhuriyet’in kazanımlarını yok etmeye değil korumaya borcumuz var. Korkuyu yenen bir iradeyle, omuz omuza coşkulu Cumhuriyet’in özüne yaraşır bir kutlama yapalım. Bu vesileyle nice nice huzur ve barış içinde 29 Ekim’lere ulaşmamız umuduyla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi