Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

HENRİ, ASLI VE OSMAN

Hepsinin içinde bir senaryo yazarı olma aşkı varmış, meğerse. Keşke çetrefilli düşünme “becerisini” gösteren bu güruha topluca iş verme imkânım olsaydı. Dünyanın en çok izlenen televizyon dizilerini yazardık, bolca satardık, sürümden kazanırdık. Kazandığımız paraları dünyayı daha iyi bir yer haline getirme dürtüsü taşıyan, barışçıl, insancıl öykülerin aktığı sinema filmlerine harcardık. O filmleri her yerde gösterirdik, kâr amacı gütmeden gösterirdik. İlköğretimde filizlenen çocuklara, hormon bombardımanından başı dönmüş ergenlere, kimlik bunalımı yaşayan herkese gösterirdik. Camilerin bahçelerine sinema perdesi gerer, orada da gösterirdik. Çünkü bizim filmlerimiz insanı, “Bir şeyleri değiştirebilirim, evet değiştirebiliriz” umut ve enerjisiyle başbaşa bırakırdı.

Derken. Uyanmışım.

İlişki çemberi içine, geçmiş iş tecrübeleri “renkli”, “işlemeye elverişli” bir-iki karakter yerleştirdik mi, buyurun size soslu, defne yatağında marine edilmiş televizyon dizileri. Bir komplo, bir itibar kaybı ve tabii para kaybı… Derken bir aşk çekişmesi vs… Üç karakter çevresinde döndürecekler, senaryoyu.

Senaryoda kahramanlardan biri liberal görünümlü bir kadın gazeteci olacak, bizdeki liberallerin çoğu gibi ne dediği, nerede durduğu, neyi savunduğu, neyi eleştirdiği pek anlaşılmayacak. Öbürü, adının önüne “komünist” konmuş bir iş adamı ve aynı zamanda nasıl başardıysa(!), ülke yönetiminin başında olanların sonsuz nefretini, kinini kazanmış olacak, diğeri hem Türk hem ABD pasaportu taşıyan bir Amerikalı/Türk olacak, siayey, efbiay bağlantılı olacak, bilgili olacak, nostaljik olacak. Bağlantılar şöyle kurulacak: Gazeteci karakter, komünist iş insanı karakteriyle arkadaş olacak, ona ilk adıyla hitap edecek. Derken gazeteci olmanın ona verdiği ferahlıkla Amerikalı/Türk ajanla (çok klişe ama ajan olsun) rutine binmeyen buluşmalar sayesinde onunla da ahbaplık kuracak, buluşmalara giderken mavi elbise giyecek – bu mavi elbise konusunu da bir yere bağlarız. Zaten dizi filmin sonunda kadın gazeteci ajan çıkacak. Aslı ve Henri’nin konuşacakları ne ola ki, diye düşünmeyin. “Trende birasını içip sigarasını tüttürmüş nesildik biz” ya da “Tapirlerin vücudunda yarı oynar eklem sayısı hakkında bir fikrin var mı, Henri?” Konu sıkıntısı çekilmez, senaryoyu yazarken. Yandaşlar da öyle yapmış, anlaşılan. Ciddi ciddi düşünmeye başladım: Savcı raporlarını, tutanaklarını vs yazan arkadaşlar o şekilsiz ve karaktersiz binalarda hayal güçlerini törpületmesinler, gelsinler hep beraber canavar gibi televizyon dizileri yazalım.        

Henri, Aslı ve Osman etrafında dönen ve medyada yer alanlar çerçevesinde, bendeniz için önemli olan birkaç soru var. Bu soruların cevabını duymak isterdim.  

Soru bir: İspat edilememiş iddialarla hapiste tutulan Osman’a (hiç tanışmadım, karşılaşmadım ama kamuoyu önünde kamuya mal olmuş kişiliklerin ilk isimle anılma/çağrılma arsızlığını vurgulamak için burada kullanıyorum) uzun sürelerle içeride yatsın diye kurulan kumpaslardan bir tanesi daha açığa çıkmış oldu. Siyasi bir davada mağduriyet üreterek nasıl bir borç ödeyeceğinizi biliyor musunuz? Osman’ın ömründen çalıyorsunuz, çünkü.

Soru iki: Aslı, manidar ve operasyon gibi klişeleri kullanmadan bu olaylar zincirinde kendisinin yer aldığı tuhaf durumu izah edemez mi?

Soru üç: Aslı’nın manidar bulduğu operasyonun “mana”sı nedir?

Soru dört: Aslı, arkadaşım dediği Osman’ın belki ikinci defa tutuklanmasına engel olacak ve güçlü bir kamuoyu oluşturmaya yarayacak nesnel bir bilgiyi neden paylaşmadı?

Soru dört: Henri neden şimdi konuşmaktadır?

Bu soruların cevabına göre buradan başka bir televizyon dizisi daha çıkartırız. Adına da Henri, Aslı ve Bizim Çocuklar (*) deriz.

(*) Atıf Yılmaz’ın nefis bir filmidir, “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar”.

1993 yapımı. Özgün öykü ve senaryo Yıldırım Türker’in.

İzlemeyenler izlesin.

Atıf Abi’nin ruhu şad olsun.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi

Narin

28 Eylül 2024 Cumartesi 10:45