Aytuna Tosunoglu
DELİLER
Devlet yönetiminde olanların akıl sağlığı yerinde olmasa ne olur?
Deli deli yaşarız pek de güzel olur… En kötüsü şu an gibi olur, diyeceğim ama diyemiyorum. Beterin beteri her zaman vardır.
İçinde ülkemizin de olduğu dünya tarihine şöyle bir bakınca, devlet başkanı görevine seçilen ya da hop diye koltuğa oturan/oturtulan kişilerin bazılarında akıl hastalığı varlığını gözlemleme imkanına sahip oluveriyoruz.
Bu aşamada sözümüz meclisten dışarıyadır.
Batı, biyografiyi (yaşam öyküsünü) bir araştırma alanı olarak gördüğünden beri kimin nesi var anlama, iz sürme imkânı ortaya çıkıyor, ister istemez. Sürüyle kaynak var yani biyografik kitap… Kaynak materyaldeki davranışların, semptomların ve dahi tıbbi bilgilerin uygunluğunun bağımsız olarak gözden geçirilmesi için deneyimli psikiyatristler birtakım çalışmalar yaptılar.
Mesela, bu tarihsel çalışmalara göre batı ülkelerinden rastgele seçilen 37 devlet başkanı ve/veya cumhurbaşkanının on sekizinde yani yarısında psikiyatrik bozukluğu düşündüren kriterlerle örtüşen davranışlar var. Mesela bir araştırma yazısı diyor ki, devleti yönetenlerin yüzde yirmi dördünde depresyon, yüzde sekizinde anksiyete, yine yüzde sekizinde madde/alkol bağımlılığı ve sıkı durun, yüzde yirmi yedi kadarında bipolar bozukluk olarak nitelendirilecek durumlar gözlemlenmiş.
Devlet başkanlarının akıl hastalığı, üzerinde fazla durulması, dikkat edilmesi gereken bir durum değilse nedir? Oluşan psikopatolojiyi belirlemek için biyografi kullanmanın metodolojik sınırlamaları tartışılmalıdır elbette. Bizdeki kör ölür, badem gözlü olur yaklaşımını kıramadığımız sürece bütün devlet büyüklerimiz kutsal, dokunulmaz kalacak ve tarihten hiçbir ders çıkartamayacağız. “Karizması var” diye diye böylelerini seçmeye devam mı edeceğiz?
Amerika Birleşik Devletleri’nin 2. sıradaki başkanı John Adams için “kesinlikle deli”ydi deniyor. Hatta “empati kurmayı bilmediği” yönünde örnekler anlatılıyor. “Koskoca” Roosevelt’in “çarpık zihinsel süreci” onu en ünlü psikolojik rahatsızlığı olan başkanlar arasına sokuyor. Bir de Woodrow Wilson var, mesela. Felç geçiriyor, bir süre toplumdan saklıyorlar bu bilgiyi. Zaman içinde Beyaz Saray bir akıl hastanesi haline geliyor adeta. Giriş katı camlarının önüne parmaklık yaptırmak zorunda kalıyorlar zira Wilson camdan kaçıp başıboş sokaklarda geziyormuş. Denen o ki, bu süreçte başkanlığı geri planda “first lady” Edith Wilson fiilen yerine getirmiş.
Roosevelt ve Adams’ın bipolar bozukluğu olduğu, Jefferson’ın ise kaygı bozukluğu yaşadığını söylüyor, uzmanlar. Psikopat olduğu belirlenen üç başkan daha var, biri Lyndon B. Johnson (JFK öldürüldükten sonra göreve getirilen başkan yardımcısı), bir tanesi Andrew Jackson ve sonuncusu Trump. Psikopatmış bu adamlar. Trump’ı medya aracılığı ile takip etme imkânımız oldu. Dolayısıyla psikopat deyince ne anlama geldiğini söyleyebiliriz; bir hava, bir tafra (yüzeysel çekicilik), benmerkezcilik, sahtekarlık, duygusuzluk, aşırı risk alma, dürtülerle hareket etme hali.
Adams, Roosevelt, Wilson’ın biyografilerini okuyunca üçünün de birbirinden bağımsız, gerçek akıl sağlığı sorunları olduğunu görebiliyorsunuz.
Karizma değil, akıl sağlığı sorunları…
Üstelik hepsi daha görevdeyken…
O sırada sözümüz meclisten dışarı olmaya devam etmektedir.