Aytuna Tosunoglu
BÜYÜK PARANTEZ
Sen 2016 yılında, bir Eylül günü ikamet izni uzatması alacağını düşünerek gittiğin karakoldan yani tutsaklıktan bir daha çıkama… Tam iki yıl boyunca, sen Amerika’nın ajanısın, aynı zamanda iki terör örgütüne yardım ve yataklık yaptın, kilisende slogan attırdın gibi kanıtı ve temeli olmayan “suç”lardan hapis yat! Hayatında daha önce hiç görmediğin bir-iki kişi senin için, evet yaptı, gördüm, şarkı falan da söylediler desin…
Bir sinema filmi senaryosu yazsak bu kadar da olmaz, satmaz bu derdiniz.
Yaşananlar kurmaca gibi görünse de öyle valla!
Gazeteci İsmail Saymaz önceki gün halktv.com.tr ‘de yer alan makalesinde bizim kısaca “giden papaz/gelen papaz” gibi kıraathane masasında dönen iskambil oyun jargonunda duyduğumuz Hristiyan din adamı Andrew Brunson’la yaptığı bir güncel röportajı yazmış. Röportaj sayesinde, Brunson’ın ülkemizde yaşadığı serüvenini (de) anlattığı “Tanrı’nın Tutsağı: Gerçek Bir Zulüm, Hapsedilme ve Azim Hikayesi” isimli bir kitap yazdığını öğrendik. Kitabın Türkçesinin e-kitap olarak ve sınırlı sayıda dağıtıldığını da öğrendik, Saymaz’dan. Meraklısına not: Kitabın İngilizcesi internet platformlarında ve hem PDF formatında hem sesli olarak var.
Brunson, Türkiye’yi hâlâ sevmesine rağmen başına gelenleri Tanrı’nın bir bildiği vardı mealinde açıklasa da bendeniz bugün vatandaşı olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nin “yabancı hükümetler tarafından rehin alınan Amerikan vatandaşı” yaklaşımına bakacağım. Literatüre aynen böyle yazmışlar; yabancı hükümetler tarafından rehin alınan…
Özellikle 2014-2015 yıllarında, Amerikan medyasının konuya her zamankinden daha fazla dikkat çekmek için başlattığı yoğun açıklamalar, yurt dışı seyahatlere çıkacak vatandaşlarını olası tehditler karşısında daha dikkatli olmalarına dair bir çağrı niteliğinde. Amerika açısından yabancı hükümetler tarafından “yakalanan” vatandaşlarının sayısı son yirmi yılda istikrarlı bir şekilde artış gösteriyor. Bunun nedenini iki şekilde açıklamak mümkün; Beyaz Saray’ın vakaları sayma konusunda daha iyi hale gelmesi ve/veya haksız yere gözaltına alma olayının yaygınlaşması.
Obama döneminde, bir devlet olarak Amerika’nın konuya nasıl yaklaşacağına ilişkin yasa tasarısı hazırlanmış ve kabul edilmiş. Mealen şöyle diyor, yabancı hükümetler tarafından haksız yere gözaltına alınan ABD vatandaşları kesin olarak geri alınır. Bu konuda vatandaşı rehin tutan hükümetlere yaptırım uygulama yetkisi ABD Başkanınındır. Açık ve net. Ne kadar açık ne kadar net olduğunu Brunson’ın salıveriliş öncesi-sırası-sonrasında medyadan takip etme şansımız oldu.
Amerikalıları (büyük parantezde Batılıları desek daha doğru) bir koz olarak alıkoyan yönetimlerin başında İran geliyor. Beyaz Saray danışmanları tarafından hazırlanan raporlarda İran’ın bu yaptığının başka devletleri teşvik edici özelliğinden bahsediliyor. Kasım 2021 tarihli okuduğum bir başka raporda çıta yükselmiş. İran, Çin, Küba, Kuzey Kore ve Venezuela an itibariyle en aktif “rehine alan” yönetimlere sahip, deniyor. Bir not olarak yer alan, Rusya, Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi müttefiklerinin de rehine diplomasisi uyguladıkları cümlesi beni bir şaşırtıyor, pir şaşırtıyor.
Brunson’ın yanında ülkesi vardı.
Demirtaş’ın, Kavala’nın, Kozağaçlı’nın ve nicelerinin özgürlükten alıkonmaları ve temeli olmayan suçlamalar vatandaşı oldukları ülkeden geliyor. Bu defa batılı ülkeler onlar için yaptırım uygulama aşamasındalar. Tutsakların yaşadıklarına dair sinema filmi senaryosu yazsak bu kadar da olmaz, abartmışsın dersiniz. Medyada yer alan kimi dava dosyalarını bir okuyun, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.
Kötücül düşüncenin elle tutulur hale gelmesine neden, “ama” ile başlayan cümlelerdir.