Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Birinci yüzyıl

Belki de gereksiz bir aklın ağırlığı altında eziliyoruzdur, ondan yapıyoruzdur, Cumhuriyet Bayramı kutlama videolarını, reklamlarını… Böylelikle aklımızın ağırlığından iki büklüm olmak yerine eğleniyoruzdur, hoş vakit geçiriyoruzdur onunla. Bilme iddiasından da kurtuluyoruzdur. Ekranda gördüğümüz steril ve dahi bir Atatürk düşü bizim kendi özgünlüğümüzden vazgeçmemiz, aklı nadasa yatırmamız, tembellik etmemiz gibi geliyor, bana.

Demem o ki, reklam ve tanıtım filmlerindeki yapay Atatürk’ün, gerçekliği üreten şeyle hiçbir ilgisi yok, gerçekliği başkalaştıran şeyle ilgisi var. Ekranda gördüğünüz renklendirilmiş Atatürkler kafadaki basit hesapların ürünüdür. Sadece olasılıklar sunar. İşte o yapaylıkta her şeyi görebilirsiniz ama bir şeyi asla göremezsiniz: Tutku.

Bizim yaşamadığımız başka bir hayata ilişkin her durum kendi karmaşamızı biraz aralamak, belki anlamak için de bir olanaktır.  Mustafa Kemal Atatürk’ü kendi tekilliği, öznelliği, yalnızlığı içinde de değerlendirebileceğimiz bir gün geçirelim, bugün ve yarın. O hem çok yakınımızda hem de hiçbir zaman ulaşamayacağımız denli uzaktadır. Bulunduğunu kestirdiğimiz yerin civarında dolaşalım.  Şansımız varsa kendimizle karşılaşırız belki, kim bilir.

O sırada Çankaya'da…

Gece ilerlemiş, dışarıda Ankara’nın Ekim ayazı var. Çankaya’daki köşkün kuzeye bakan pencerelerinden az da olsa soğuk hava üflüyor. Giriş katındaki yemek odasındalar. Mutfak hala işliyor. Biten meyve tabaklarının yerine yenisi geliyor, azalan leblebi kaselerine tazeleme sürüyor. Tabii boşalan bardaklara da… Briyantinli saçı bir nebze bozulmamış. Gömleği kırışmamış, yelek sarkmamış. Uzun kaşları dağılmamış. Fikirleri ve kararlılığı gibi, kendisi de açık, net, temiz ve umut dolu. Tutkulu. Henüz birkaç ay önce evlendiği eşi yukarıdaki odada. Yatmış. Yalnız. Ve yalnız ve ilgisiz bırakılmayı dert etmiyor. Henüz.

Mermer kül tablasında sigarasını söndürüyor, ağzından çıkan sigara dumanı arasında kelimeler dökülüyor. Kararlılığı işaret eden es’ler arasında kelimeler, “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz”. Masada bulunanlar kendi aralarındaki konuşmayı kesip masa başında oturan Gazi Mustafa Kemal’e bakıyorlar. Konu yabancı değil hiçbirine. Laik Türkiye Cumhuriyeti hayalinden, umudundan bir nebze vazgeçmemiş. Artık hayatı kadın ve erkeğin birlikte ve yan yana kavradığı, eşit olduğu, üretken, eğitimli, ulusça kalkınmayı hedefleyen sosyal politikaları yerleştirmeye başlanmalıdır. Çok zaman yoktur, önlerinde. Emperyalist güçlerin Osmanlı’dan kalan her şeye çökme arzusu gelecekte de devam edecektir, ona göre. Ayrıca, Birinci Dünya Savaşı’ndan beklenmedik bir biçimde ve ağır yenilgiyle çıkan Weimar Cumhuriyeti’nin (Almanya) şartlar olgunlaştığı takdirde tüm Avrupa’yı bir savaşa sürükleme potansiyeli taşıdığı yönünde fikirlerini beyan eder (ölmeden bir yıl önce, 1937’de Hitler’in dünya savaşı çıkartacağını, Türkiye Cumhuriyeti’nin zinhar bu savaşa girmemesi gerektiği de net olarak söyler, Atatürk).

Maun yemek masası dile gelse

Masada bulunanlar cumhuriyeti ilan etmenin erken olduğu yönünde fikir beyan ederler. Gazi Mustafa Kemal’in Meclis Anayasa Komisyonunun ağır ağır ilerleyen görüşmelerini bekleyecek sabrı yoktur. Ülkede cumhuriyetin kurulmasını istediğini dile getiriyordur, zaten. Bu konu yönetimde yer alan ve alacak olanların yabancısı değildir. Masadakiler de ikna olmuş gibidir. İkna olmayan vardıysa da bunu 28 Ekim 1923 gecesi, Çankaya Köşkü’nde, köşkün eski sahipleri tarafından bırakılmış maun yemek masasında yeniden tartışmaya açmak gereksizdir. Herkes bilir, onun kararlılığını…

Tam 100 yıl sonra bugün cumhuriyetin ve cumhuriyet devrimlerinin üzerini tek kalemle çizmek arzusunda olanların hayali, 100 yıl önce başını Mustafa Kemal Atatürk’ün çektiği bir avuç ilerici adamın hayali gibi net ve dürüst değildir, kamu yararı gözetmemektedir. 1839 yılından başlayan inkılap tarihimiz dini kendi çıkarı için kullanmayı sürdürme iştahından vazgeçmemiş dinci ve gerici elitlerin tehdidi altında olmaya devam ediyor. Muhafazakâr düşüncenin bu dinci ve gerici elitlerle bir işi olmadığı gerçeği bugün çok açıktır.

Cumhuriyetimizin laiklikle iç içe geçtiği, yobazların, din tüccarlarının geri dönüşsüz toz haline geldiği ikinci bir yüzyılı başlatmak lazım.

Laik Türkiye Cumhuriyeti! Umudu olanların cumhuriyeti!

Yüzüncü yılın kutlu olsun. 

---------0----------

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi

Narin

28 Eylül 2024 Cumartesi 10:45