Aytuna Tosunoglu
BİR ARADALIK
Meydana açılan sokaklar genelde dardır. Ticarete açıktır. Vitrinlerle hareket kazanmış duvarlara bakıp yürüyerek çıkılır meydanlara. Bu “hareketlilik” kapitalizmin bir buluşu olmamakla birlikte, onun geliştirdiği bir şeydir. Hareketli duvara bakan insan yavaşlar ve durur. Durmak kalabalık oluşmasına bir engeldir. İnsan olmaktan birey olmaya giden yapışkanlı yolda bireylerin hareket yoluyla kalabalığın içine dahil olmasının engellenmesi sağlanmış olur. Bu korunma, hızlı hareket eden ve bireyselleşmiş ulaşımın hareketidir ve meydanda bir araya gelinmesini, büyük kalabalık oluşturmasını engellemek içindir. Yine de bir kış günü sayısı milyonu bulan insan selinin meydana ulaşmasını engelleyememiştir. Tıpkı 18’inci yüzyıl Paris’inde daraltılan sokaklardan akan insan seli gibi…
Belirli fikirlerin inanılmaz bir güçle entelektüel alana girişi, tüm sorunların çözümü olacakmış gibi algılanır diyen sosyolog Clifford Geertz’in izinde bir “meydan” yazısı kaleme almıştım, vaktiyle. Bu konuda yazma itkisi Taksim Meydanı’nın Gezi Direnişi’ni nasıl da bağrına bastığı düşüncesinden geliyordu. Kuşkusuz, tarih her zaman önyargılar doğurur. Tarih yazımı bir dönüşümün, başkalaşmanın vurgulanmasından ziyade sürekliliği işaret eder. Çünkü değişim sürekliliği reddeder. Büyüklerin dediği gibi devrim, tarihin temize çekildiği andır. Kültürel değişimleri bir çerçeveye sığdırmak teorisyenin kendini güvende hissetmesi için gereklidir, bir noktada…
Bugün ekonomik çaresizlik, hayal kırıklığı ve umutsuzluk yaşayan Kazakistan halkının geniş bulvar ve otobanlardan akarak ve aslında kendisine ait olan kamu binalarından hınç alarak meydanlara ulaşması tarihin yabancısı olduğu bir durum değildir. Sadece iki yüz otuz üç yıl önce adım adım kendisini hazırlamış Fransız Devrimi, son kertede çoğunlukla kadınların başı çektiği protesto yürüyüşüyle “başlamıştı”. Sebepleri arasında, fakir halkın gittikçe oranı yükselen vergi ödemeleri, somun ekmeğe yapılan fahiş zam, yokluğa neden olarak görülen bitmek tükenmek bilmez savaş harcamaları ve tabi ki adaletsizlik vardı. Bugün Kazakistan’da cereyan eden halk hareketinin nedeni hakkında bildiklerimizle neredeyse aynı… Zam, sosyal adaletsizlik, yolsuzluk.
On yıllardır otokrasiyle yönetilen Kazakistan yolun sonuna geldi mi, zaman gösterecek. Halk hareketinin içinde bir “dış mihrak”, bir “çıban”, bir “lobi” aramak haksız servet sahiplerinin kurduğu düzen kesintiye uğrar endişesiyle dedikodu yaymasından başka bir şey olabilir mi? Otokratik yönetimle içli dışlı ilişki içinde olanlar dünya üzerinde hep aynı cümleleri kuruyor. İlk önce de onlar inanıyor.
Bugün bizi, hepimizi, tüm otoriter rejimle yönetilenleri ilgilendiren nokta şudur: Hükümet edenlerle ilgili yaygın hoşnutsuzluk, zenginliğin küçük bir siyasi ve ekonomik seçkinler arasında toplanmasına yol açan yozlaşmanın keskin eleştirisi, barışçıl protestosu dedikoduya, kışkırtmaya meydan vermeyecek şekilde nasıl yapılır… Kazakistan’da olmayan muhalefet partileri bizde mevcut. 1991’de Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan ettiğinden bu yana Kazakistan’da ciddi bir muhalefet cephesi kurulamamış. Anladığım kadarıyla, kurulmasına izin verilmemiş. Bizde muhalefet partilerine uygulanan baskının temelinde benzer bir anlayış yatıyor: Bir arada olmaya izin vermemek.
İnsanın bir ya da birkaç kentten oluşan ve sadece şiddet bağlamında birleştirilen yasalarla yönetilen devlet yaşantısına geçişinden itibaren başlayan ve günümüze değin derinleşen sefalet, artan eşitsizlikler, zorunlu göç, etnik savaş ve sürekli yenilenen askeri saldırganlık hallerinin çevrelediği bir dünyada, onarılmak için parçalanmak zorunda olan bir yapıdan bahsedilmelidir.
Yolsuzluk, hırsızlık, adam kayırma, cezasızlık…
Hayat tek bir fikre boğulmaz zira zaman o fikri dağıtıp geçecektir.