Yaşar Seyman
ANTAKYA’NIN DEPREM YARALI İLK KADIN BAŞKANI
Deprem onu da Antakya’dan Ankara’ya savurdu…
Antakya’nın ilk kadın belediye başkanı İris Şentürk’le Ankara’da kaldığı evde buluştuk. Üzerinde siyah bir eşofman, elinde telefon, sigara, önünde çayı mutfak masasının başında hem benimle konuşuyor hem de gelen telefonlara yanıt veriyor.
Buluştuğumuz gün ailesinden eşi, ablası, kardeşi, kuzenleri 21 kişiyi kaybetmişti.
Yaralı İris’le kucaklaştık, ben ağlıyorum o anlatıyor:
“Soğuk, yağmur, yardım çığlıkları! Herkes sevdiğine sesleniyor. Ben eşime Hakan! Hakan! diyorum… Hakan’dan ses yok! Ablam, İris beni kurtar diye bağırıyor. Kurtaramıyorum! Hakan’dan ses çıkmıyor. Oysa iki adım arkamdaydı. Meğerse ilk göçükte Hakan’ı kaybetmişim. Enkaz altında 30 saat sonra çıkan ablamı hastanede kaybettik. Kardeşimin boynu kırılmıştı, acılar içinde bizimle vedalaştı.
Bugün depremin 19. gününde seninle konuşuyoruz. Ailemdeki kayıp sayısı 43’e yükseldi. On dokuzu çocuk hepsi de iki ve dokuz yaş arasındalar. Hepsi aile soyağacımın ilk çemberindeler. Telefonum ve kimliğim 15 gün sonra geldi. Eşin dostun kayıplarını her gün duyuyor, göç edenlerle gözyaşı dökerek vedalaşıyor, depremzedelere Ankara’daki belediyelerimizin katkıları ile yardımcı oluyorum…
Dün Antakya’dan Musevi dostum Harun Cemal de İsrail’deki oğlunun yanına göçtü. Bu veda da benim için çok acıydı. Telefonda uzun uzun ağlaştık. Zaten çok az Musevi yurttaşımız kalmıştı. On kişiyle ibadet yapıyorlardı. Onlar da gittiler. Hıristiyan toplumunda yüz kişiyi bu depremlerde kaybettik.”
İris Şentürk 1999 – 2004 yılları arasında Antakya’nın ilk kadın belediye başkanı olarak görev yaptı. Kamuoyu onu 8-9 Mayıs 2001 sel felaketi ile tanıdı. Çizmelerini ayağına geçirmiş halkı ile sel felaketinin yaralarını sarıyordu.
Bizim tanışıklığımız 1999’da CHP genel başkan yardımcısı iken bir toplantıda buluştuğumuzda başladı. İris’le dostluğumuz bugünlere uzandı. Bir köşe yazımda Antakya’nın ilk kadın başkanı İris’i, Antakyalı ozan Ali Yüce’nin bir şiiri ile yazmıştım:
“Bizim yaylamız Karacaoğlan yaylası canım
Ördek boyunludur kızları
Ondördüne basmadan ay olur yıldızları
Eğer bana inanmazsan
Yolun Antakya’ya düştüğünde
Yolun Akdeniz’e düştüğünde
Dallarından salkım salkım aylar sarkan ağaca sor”
O dağ gibi ördek boyunlu kadının elinde telefon Antakya’dan Ankara’ya, Mersin ve başka kentlere göçenlere dayanışma gösteriyor. Deprem sonrası ilk buluşmamızda ben ağladım, o tepkisizdi. Biriken acılar, bir de göç… Artık İris’in de kuruyan gözpınarlarından yaşlar akıyor…
Tanıdığım Hataylıların ortak özelliği sevgi dolu, dayanışma ruhu gelişmiş, paylaşımcı, aydın, ilerici, yaşamı renklendiren, dokundukları insanın yaşamında güzel izler bırakan insanlar. Çok gururlu bu insanlar şimdilerde depremin vurduğu çaresiz, acılı insanlara dönüştüler.
Bugün göç eyleseler de Antakyalılar bir gün kentlerine dönecekler. O kentin ruhuna, iklimine alışanlar başka diyarlarda yaşayamazlar. Yeniden inşa edilirken Hatay’da nelere özen gösterilmeli? Kuşkusuz bu sorunun yanıtı o kentin insanlarına sorulabilir. Kaldı ki İris Şentürk bu kentte belediye başkanlığı yaptı. Antakya aynı zamanda inançların da merkezi bir kenttir.
Yarının Antakya’sı için konuşuyoruz. Antakya kentine sevdası öyle büyük ki acıların içinde ansızın diriliyor, kara gözleri ışıl ışıl, elleri ile başlıyor anlatmaya:
“Antakya herhangi bir kent değil o nedenle rastgele onarılamaz. O kentin bir ruhu var. O ruh, o kültürel ve sosyal doku düşünülmeli. Antakya’da akil insanlarla, bilim insanları ile tarihi kent dokusu konusunda çalışmak lazım. O doku korunmalı çünkü Antakyalı kentine döner. Antakya sevdası yaşadıkça hepimizde varlığını sürdürür. Antakya bizim vazgeçilmezimizdir.
Aciz durumda olmak çok zordur. Hep hizmet ettik. Hiç yardım beklemedik. Antakyalı çok gururludur. Acıyla birlikte müthiş bir çaresizlik hissettim” diyor.
Antakya için düşünülen 10 kentimiz için de düşünülmeli o kentlerimiz yeniden inşa edilirken kentlerin kalbi, ruhu, tarihi ve kültürel dokusu korunmalıdır. Bu çadır kurmaya, prefabrik ve konteyner kurmaya benzemez. Kentlerin, kasabaların, köylerin özü korunmalıdır.
Yazımı Ali Yüce’nin Şiir Sıcağı isimli şiirinin son dörtlüğü ile noktalamak istiyorum:
“Unutma canım
Bizim sıcağımız şiir sıcağı canım
Yunus Emre sıcağı
Pişirir Kerem’i yakmaz
Toprağımız halk toprağı
Kimseyi sevdasız bırakmaz”