Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

ALTIN KAPLI KUŞ

Talihsiz bir kadınmış, vesselam.
Arnavutköy sırtlarından şimdiki Swissotel sırtlarına kadar at üstünde ve harika bir boğaz manzarası eşliğinde gidilebilen yıllar… 1835 yılının bir yaz gününde Padişah II. Mahmut’un kızı Mihrimah’ın çeyizi Dolmabahçe Sarayı’ndan o zaman adı Arnavutköy Sarayı olan yalıya kadar görkemli ve şimdi düşününce müstehcen gelen bir gösterişçilikle taşındı. Detayları, dönemin gezebilen batılı kadınlarından Julia Pardoe’un yazdıkları sayesinde öğrendik.

Bakımlı atlar, taburlar halinde ve tören giysileri içinde sırmalı ceketli subaylar, paşalar, iç oğlanları, giydirilmiş katırlar, taşınan şeyi daha iyi göstersin diye metrelerce kırmızı kadifeden şekil verilmiş yastıklar vesaire… Yaşlı şehir İstanbul ve Anadolu tüberküloz salgınından kırılmaktadır, ne gam.

Baş üstünde, katır sırtında taşıdıkları ne ola ki? Gördüklerini yazmış olan Julia’ya göre, beş at arabası dolusu kakma çeyiz sandığı (ağızları kapalı olduğu için muhteviyatı görünmüyor) kortejde tıkır tıkır yürüyor. Onların ardından, iç oğlanlarının başlarına yerleştirilmiş ve yapma çiçeklerle süslenmiş sepetler içinde tuvalet takımı, altın ibrikler, üzeri mücevher kaplı banyo tasları, mücevherli sürahiler, altın sırmalı porselenler, zümrütlü saç fırçaları, uzaktan ne olduğu pek anlaşılmayan süs eşyaları, içi doldurulmuş ve altınla kaplanmış kuş figürleri, gümüş kakmalı esans kutuları, altın kaplı ve değerli taşlı saz aletleri, içleri altın para yığılı tepsiler geçiyor. Derken, kadife kaplı sepetler içinde, güneşin vurmasıyla iyice parlayan elmas ve pırlanta kaplı taçlar, bilezikler, gerdanlıklar, yüzükler, küpeler yanında saray tarafından hediye edilen kırk siyah köle… Yürüyüp geçiyorlar, geçmiş zamanın içinden.

Sosyal medyada önce bir siyasetçinin kızı sonra yeğeni diye bir video dolaştı, geçtiğimiz hafta. Saray bozması bir dekor içinde kalabalık bir grup terlikli kadın (elbisen binlerce dolar ama ayağına parmak gösteren vinil terliklerden giymişsin, ıstırap içinde kal ey kadın!) Evdeki çeyiz gösterme münasebetsizliğinde iç oğlanı yoktu ama elinde “pleksiglas” zamazingoları taşırken ağzını yüzünü buruşturan iç kızları vardı. Yüksek lisans yapmışsın (mesela), gelmiş elinde pırlanta kolyelerin gösterildiği naylon kutuları taşıyorsun. Sefil bir durumda olduğunu düşünür müsün?
Naylon cam kutular içinde mücevherlerin geçişi bitmedi, bitmedi. Taşlı ayakkabılar, yanında taşlı bilezikler, sırığa sarılı kokoreç gibi altın bilezikler, kalınlığı değişken altın kordonlar, tas tas altın liralar… Korunaklı torbalarından bir tür hınçla çıkartılan, saniyenin onda biri kadarında kıskançlık ifadesinin suratlarındaki yansımasına engel olamadıkları zımdıbık marka elbiseler, ceketler… Ortalama bir elbisenin fiyatı 60 bin lira (anlaşılabilmek için şöyle söyleyeyim, bir buçuk yıla karşılık gelen asgari ücret toplamı). Devamı var da genç kadınlar adına utanç duydum. Yazmayacağım.
Kendine ne değer biçtin, gelin hanım…?

Mihrimah evlendikten üç sene sonra, 26 yaşında tüberkülozdan öldü. Hamileyken kapmış. Doğumu gerçekleştirdiler. Bebek yaşadı. Kendisi gitti.
Talihsiz genç kadınlarsınız, vesselam. Fiyatınız belli… Anlıyor musunuz?
Meraklısı için: Julia Pardoe, 18. Yüzyılda İstanbul, Çev. Bedriye Şanda, İnkilap Yayınevi, 1997.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi

Narin

28 Eylül 2024 Cumartesi 10:45