Borçlusun sen, borçlu kal!

Tepedekilerin her daim kazandığı bu sistemde bireyin öncelikle arzuları kamçılanmalıdır. Zira yapış yapış, akışkan haliyle yaşantımızın her alanına sirayet eden kapitalizmin varlığı, doğası gereği “Daha”ya bağlıdır. Daha çok üretim, daha çok tüketim, daha çok harcama, daha çok kazanç. Daha’larla sarmalanmış bir dünyada omuz verip taşıdığımız sermaye gruplarının rahatı, alıp ödediğimiz, yine aldığımız yine ödediğimiz, hatta alıp ödeyemeyip üstüne yenilerini bindirdiğimiz kadim borçların varlığına bağlı hâle gelmiş durumdadır

                Genç ve tıfıl bir delikanlı olarak başladım Maarif’teki memuriyetime. Anadolu’nun küçük, sevimli bir şehrindeydim. Elime geçen üç kuruşun hesabını tutup kendi ayaklarımın üzerinde durmaya çalışmanın nasıl gizli bir haz verdiğini anımsıyorum şimdi. Tek başıma yaşıyor olsam da tanımadığım bir şehrin sokaklarında bir evin sorumluluğunu üzerimde taşıyor, yetişkin olmanın gururu ile yürüyordum artık.

                Sisteme dahil olmam tam da bu yıllara rastlar. 

                Yirmi yıl evveline... 

                Daha önce sahip olmadığım bir gücü elimde tutuyordum adeta. Neonla ışıklandırılmış kapılar önümde açılıyor, yeni dünyalar ve olasılıklar evreninde türlü çeşit zenginlikler bir el uzatımı uzağımda duruyordu. Artık istediğimi alabilecektim. Tek yapmam gereken, bir iki önemsiz imza atmak ve bana verilen zarfı yırtıp içinden çıkan ufak plastik kartla o mağaza senin, bu mağaza benim arşınlamaktı. Üzerinde adımı görmek nasıl da keyiflendirmişti beni. Breh breh breh!..

                O gün bugündür çıkamadım bu saadet (!) zincirinden. Başkaları da girdi hayatıma. Şık beyler, alımlı hanımefendiler masanın arkasında oldukça naziktiler. Yeni plastik kartlar tutuşturdular elime. Alı al, moru mor. Sarısı ayrı, yeşili ayrı parlıyordu cüzdanımda. Ekstreler yağdı üzerime, limitlerim yükseldi; asgariler, azamiler, bileşiğinden basitine türlü çeşit riba’lar* sardı dört bir yanımı.

                Sonra sonra fark ettim sırtımdaki ağrıları. Ağustos eylülden, eylül ekimden daha iyi olmadı hiç. Yürüdüğüm sokaklar, yaşadığım şehirler değişti, yüküm ağırlaştı, yürüyüşüm yavaşladı, ağrılarım arttı. Sadece ağrılar mı? Dolabımda kıyafetler, kitaplığımda kitaplar...Pek çok şey arttı, çoğaldı yaşantımda. Çocukluğumda hayalini bile kuramayacağım teknolojik oyuncaklarım vardı artık. Işıl ışıl...   

Homo Debitor

                Sistemin benden istediklerini kusursuzca yerine getiriyor, aldıklarımın parasını plastik kartlarımla fışırtt! diye ödüyordum. Ama tüm bu alışverişlerde bir şeylerin noksanlaştığını da fark ediyordum günden güne. Bugünün makyajını yarınımdan çalarak yapıyormuşum meğer.

                90’lı yılların çocuksu dünyasında türlü çeşit kandırılma hikayelerine şahit olmuş bir neslin bireyi olarak, insanların nasıl böyle oyunlara dahil olduğuna şaşırıyordum. Nasıl kolayca kandırılabiliyorlardı? Oysa tüm yaşantımızın bir oyun olduğunu, hepimizin daha büyük bir saadet zincirinin alelade birer halkası olarak boynumuzdaki lale** ile dolaşmak zorunda kaldığımızı sonra sonra anladım. Finansal kapitalizmin hâkim olduğu, paradan para kazanmanın öne çıktığı bu dönemde ben ve benim gibiler Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle artık sadece “Kalıcı borçlu ırk”ın birer üyesi ya da birer Homo Debitor’dan (Borçlandırılmış insan) ibaretiz. 

                Tepedekilerin her daim kazandığı bu sistemde bireyin öncelikle arzuları kamçılanmalıdır. Zira yapış yapış, akışkan haliyle yaşantımızın her alanına sirayet eden kapitalizmin varlığı, doğası gereği “Daha”ya bağlıdır. Daha çok üretim, daha çok tüketim, daha çok harcama, daha çok kazanç. Daha’larla sarmalanmış bir dünyada omuz verip taşıdığımız sermaye gruplarının rahatı, alıp ödediğimiz, yine aldığımız yine ödediğimiz, hatta alıp ödeyemeyip üstüne yenilerini bindirdiğimiz kadim borçların varlığına bağlı hâle gelmiş durumdadır.

“Şimdi haz alın, ödemeyi sonra yapın!”

                Mesleğin başında elime aldığım kredi kartıyla sisteme dahil olduğumu düşünürdüm, meğer çok daha evvel, öğrencilik zamanımda kullandığım öğrenim kredisi ile bir üyesi oluvermişim bu borçlu ırkın. Aldığımız metaların yarattığı anlık zevk patlamalarının boynumuza yeni bir esaret halkası geçirdiğini Padaung halkının zürafa boyunlu kadınları gibi borç sarmalında günden güne daha zor nefes aldığımızı unutuveriyoruz çoğunca. Aslında neye ihtiyacımız olduğunu biz belirlemiyoruz sanki, tam bu noktada Bauman’a sözü vermek gerekiyor galiba:

                “İşletmelerin amacı ihtiyaçların karşılanmasını önlemek, karşılanmayı bekleyen bir dolu başka ihtiyaçlar yaratmak, uyandırmak, çağırmak ve bunları pekiştirmek, daha fazla tüketicinin bu ihtiyaçlarla harekete geçmesini sağlamaktır. Kısaca önerilen şeylerin görevi talep yaratmaktır. Bu inanç hem fabrikalardan hem de finansal şirketlerden çıkmış tüm ürünler için geçerlidir. İş felsefesi dikkate alındığı ölçüde borçlar ve krediler de bunun istisnası değildir. Sunulan kredi ödünç alma ihtiyacı yaratmak ve bunu güçlendirmek zorundadır…” ***

                Artık isteklerimize ulaşmak için “sabır” göstermemize gerek yok. Zira müritlerinin kulağına sürekli “Daha!” diyen kapitalizmin sabra sempatiyle yaklaşmasını beklememek gerek. Zaten o isteklerimize erişebilmek için her an yanımızda değil mi? Yine Bauman’ın ifadesiyle: “Şimdi haz alın, ödemeyi sonra yapın!”

                Gözden kaçan ufak, minicik bir ayrıntı var sanki. Tıpkı imza atılan kart sözleşmelerinin en dibine eklenen şu minik puntolu detaylar gibi. Borcu ödemek.

                Ama olsun, yığılan sorunlarınız altında nefes almakta zorlanıyor musunuz?

                E bankanız ne güne duruyor? Yeni krediler, yepisyeni(!) borçlar, yapılandırmalar, borç aktarmalar…Tüm enstrümanları ile hizmetinizdeler!..

                Alın terinin, emeğin baştacı edildiği günlerden bir taş atımı uzaktaki zenginliklere geldik. Finansallaşan piyasada herkes en kısa mesafede, en az eforla bulabildiği ilk köşeyi dönebilmenin azminde, kıvrılmanın çabasında. Arada kaçaklar, kaçıranlar da olmuyor değil. Mahcup mahcup mektup yazanından tutun da baby face (!) tosuncuğuna kadar kimileri çıkıp havuduyla yutuveriyor ortada biriken umutları. Oysa geniş açıdan baktığımızda bu küçük hesapların dışında kazanan hep kasa oluyor. Daha üretici vasfı kazanmadan çiroz bir üniversite öğrencisiyken verdiği krediyle ilk prangayı ayağımıza geçirenler “Daha” türküleriyle coşturup haz ertelemeyi bir zaaf olarak gösterdiler. Üstümüze yağdırılan krediler, kredi kartları vb enstrümanlar sistemin dışına zinhar çıkmamamızı sağlarken aynı zamanda tüketimi canlı tutup üretim sayesinde de ceplerini doldurmanın bir vasıtası haline geldiler. Tüm bu süreçte borçlanan ve borçlarını bir süre sonra çeviremeyenler ise çürük elma seçilip, dışlandı, suçlandı. Eh tabii tüm kabahat onlarındı sonuçta.

Krediokrasi

                George Clooney ve Julia Roberts’ın başrollerini oynadığı 2016 yapımı Money Monster kapitalizmin beşiği ABD’de paradan para kazanmanın yollarını izleyicilerine aktaran borsa uzmanı Lee Gates’in ve onun tavsiyeleri ile tüm birikimini kaybeden Kyle’ın öyküsünü anlatıyor izleyicilere. Onun öyküsü esasında milyonlarca benzerinden sadece biri. Sistemin öğütüp kenara savurduğu bir posa sadece.  

                Elini verdiğinde özgürlüğünü kaptırdığın bir sistem bu. Andrew Ross’un tabiriyle Krediokrasi. Aldığımız yeni LCD ya da yenilediğimiz arabayla övünüp yirmi yıl vadeli krediyle edindiğimiz evlerimizde özgür olduğumuz yanılsamasıyla o televizyonu izliyor yahut o arabanın direksiyonuna oturuyoruz. Oysa “borç” çoktandır bir idare ve ıslah aracı olarak kullanılıyor. Tereyağından kıl çeker gibi sineğin kanadından yağ çıkaran bu sistemde Truman Burbank kadar gerçek ve bir o kadar da özgürüz sadece.

(İzah: Bu hafta için başka bir yazı planlıyordum esasında. Ancak geçtiğimiz gün gelen kredi kartı ekstremde gördüğüm kart üyelik ücretine (ki nazarımda haksız bir kazançtır) iptal başvurusuna banka yetkilisinin sunduğu alternatifler ve elde edilen sonuç acı acı gülümsetti ve bu yazıyı yazmama sebep oldu. Yüz dört lira kırk sekiz kuruşluk üyelik ücretini iptal etmemek için taksitli nakit avanstan altmış liralık kart puanına kadar farklı alternatifler sunan müşteri yetkilisinin en son ücret iadesini kabul etmesi ancak karşılığında kartımdaki sekiz lira on dört kuruşluk puana tamah etmesi sabah sabah kahkaha atmama sebep oldu. Evet sayın yetkili telefonda da söylediğim üzere tepkim size değil, sizi buna zorlayan sistemedir her zaman.)

*Riba:Faiz

**Lale: Ağır hapis mahkûmlarının boynuna geçirilen demir halka

***Zygmunt Bauman, Borçlu Zamanlarda Yaşamak, Ayrıntı Yayınları

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi