Ayşe Naz Hazal Sezen
Sosyal medyanın ruh sağlığı uzmanları–II
Kullanıcılarının, izleyicileri için dikkatle kimlikler tasarlayıp sergiledikleri dijital tiyatrolar gibi davranılan sosyal medya hesaplarında, bireyler hayatlarının küratörlüğünü yaptıkları bir sahneye çıkıyorlar. Bireyin hem aktör hem seyirci olarak kendini sunduğu ve ara vermeyen bu kusursuz oyun (!) yüksek performans gerektiriyor.
Öz sunum şovu
Yaşamın pozitif ve kusursuz sergilendiği sosyal medyada ruh sağlığı çalışanları da performans kültürünün psikolojik söylemine maruz kalabiliyorlar. Dijital ruh sağlığı furyasının kilit figürleri olan psikologlar, psikiyatristler ve psikoterapistler, bu kendini sunma baskılarına karşı henüz bağışıklık kazanmış değiller. Herkesin bir marka olduğu ya da havalı bir etikete sahip olduğu bu çağda, ruh sağlığı çalışanları da kendi başlarına birer markaya dönüşüyorlar. Hiçbir sosyal medya kullanıcısının muaf olmadığı aynı toplumsal beklentilere ve performatif taleplere tabi tutuluyorlar. Neticede, onlar da mutluluğa, başarıya veya olumluluğa dair toplumsal ve kapitalist beklentilerle uyumlu, kendilerine dair idealize edilmiş ruh sağlığı uzmanı versiyonlarını çevrimiçi dünyada sunuyorlar.
Performansa dayalı bu yönleri, elbette takipçilerine kadar uzanıyor. Zira, sosyal medyada psikolojik içerik tüketen kullanıcılar, gözlemledikleri bu incelikle düzenlenmiş hayatları taklit etmeye yönlenirler. Ruh sağlığı kişisel bir proje olarak tasvir edilir. Zihinsel sağlığın bir performans olduğunu, beğeni, paylaşım veya yorumlarla onaylanması gerektiği mesajı dolaylı yoldan aktarılır ve içselleştirilmesi sağlanır. Akabinde gerçek duygusal durum ile çevrimiçi duygusal durum arasındaki uçurum büyür; gerçek ve sanal kimlik arasındaki kopukluk artar; yetersizlik ve yabancılaşma hisleri şiddetlenir.
Algoritmik döngüde gerçek benlik
Birçok ruh sağlığı çalışanı da bu performatif ideale uyma baskısı altında zihinsel sağlığın küratörlüğüne soyunuyor. Ruh sağlığı sorunlarının karmaşıklığı ve esrarı göz ardı edilerek, toplumsal beklentilerle uyumlu, daha kolay kabul edilebilir ve daha rahat pazarlanabilir hızlı cevaplar yeğleniyor. Sosyal medyanın yüz yüze iletişimin derinliğinden ve nüanslarından yoksun etkileşimi geleneksel olarak empati ve anlayışla karakterize edilen terapötik ilişkiyi bilgi alışverişine indirgiyor. Böylelikle diyalog, ilişki, anlayış gibi birçok katmandan oluşan terapötik sürecin, kişiselleştirilmiş rehberlikten ve bağlamdan kopuk biçimde sadece psikolojik tavsiyenin tükettiği bir dizi kişisel olmayan etkileşim olduğu izlenimi yayılıyor.
Oluşturulan yeni dijital anlatı pozitif düşünceye ve bireysel faaliyete değer verirken, yankı odalarındaki aksiseda yükseliyor. Yankı odalarındaki yüksek sedaya maruz kalan dijital ruh sağlığı bilgisinin takipçileri, kendilerini toplumsal beklentilerle uyumlu, tutum ve davranışları dikkatlice düzenlenmiş performansları taklit ettikleri bir kısır döngüde bulabilirler. Bu algoritmik döngüde gerçek benliklerini sunduklarına dair bir aldatmacaya yönlendirilirler. Ruh sağlığının dijital performatif normlarına uyumlu ve örtük talimatları takip eden kullanıcıları, görünürlük ve onaylama (beğeni, yorum, akışta görülme vb.) ile ödüllendirilir. Nihayetinde, performans dijital pazarın teşviği haline gelir, özne özünden uzaklaştırılarak nesneleştirilir ve otantiklik metalaştırılır.
Marjinalleştirilmiş sesler
Herkesin biricik, değerli ve eşit olduğu terapi odasındaki terapötik etkileşimin aksine sosyal medya etkileşimi aynı zamanda ayrımcılık ve dışlamanın sürdürüldüğü yankı odalarıdır. Sosyal medya platformlarının algoritmik tasarımı en yüksek duyulan seslerin genellikle yerleşik normlara uyanlara ait olduğu, bilgiye ve ifadeye demokratikleştirilmiş erişim vaadinin yanında mevcut önyargıların ve sosyal hiyerarşilerin güçlendirildiği bir ortam yaratır. Algoritmalar, muhalif sesleri ve farklı bakış açılarını aynı düzeyde etkileşim yaratmayı başaramadıkları için marjinalleştirilir. Marjinalleştirilmiş sesler sosyal medyada bir tür dijital “görünmezlik” kazanırlar. Akabinde az temsil edilen topluluklar için savunuculuk yapan veya sistemsel eşitsizlik sorunlarını ele alan ruh sağlığı çalışanlarının sesi performatif anlatıların içinde işitilmez olur.
Normlardan sapan anlatıların dışlanması ve uyum baskısı ruh sağlığı çalışanları için zorlayıcı bir hal alabilir. Zira, ruh sağlığı söyleminin karmaşık, nüanslı ve derinlikli yapısı, çoğu zaman sosyal medyanın talep ettiği basitleştirilmiş anlatılara uygun değildir. Zihinsel sağlığın görünür ve işitilir olabilmesi için verilen mücadelede ruh sağlığı çalışanları iletilerini talebe uygun biçimde basitleştirmek, karmaşık psikolojik teorileri hızlı yutulabilir hap haline dönüştürmek veya sofistike kimlikleri yüzeyselleştirmek zorunda kalabilirler. Müteakiben, zihinsel sağlık sorunları pazarlanabilir anlatılara indirgenir, romantikleştirilir ve metalaştırılır.
Romantikleştirilen Patolojiler
Bunun en göze çarpan örneklerinden biri nörolojik çeşitliliğin sosyal medyada karşımıza sıklıkla çıkan tasvir edilme biçimidir. DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu), otizm ve anksiyete gibi durumlar sıklıkla romantikleştirilmesi ve patolojikleştirilmesidir. Birer kişilik özelliği olabilecek durumlar ağır patolojiler olarak sunulmakta yahut kişilerin çeşitli durumları stereotiplere ve moda etiketlere indirgeyerek bireysel deneyimlerin derinliği ortadan kaldırılmakta. Ancak nörolojik çeşitliliğin ve ruhsal sağlığın fetişizme dönüşmesi yalnızca nörolojik çeşitliliği olan bireylerin özgünlüğünün zayıflatılmasının ve yaşanmış deneyimlerinin baltalanmasıyla kalmıyor, aynı zamanda zararlı önyargıları ve klişeleri de sürdürüyor. Sosyal medya platformlarından yayılan ruh sağlığı bilgileri, yaşanan durumları basit özelliklere veya tuhaflıklara indirgeyerek, nörodiverjan kişilerin ve ruh sağlığı problemleri yaşayanların karşılaştığı zorlukları önemsizleştiren bir anlatıya katkı sağlıyor.
Homojenleştirilen zihin
Çeşitli bakış açılarının adım adım eksikliği dijital platformlara hâkim olan uyumlu ve homojenleştirilmiş söylem yalnızca psikolojik bilginin zenginliğini zayıflatmıyor, bir yandan da toplumsal değişim potansiyelini kısıtlıyor. Zira, muhalif, marjinal ya da çeşitli seslerin dışlanarak görülmez ve işitilemez hale gelmesi yenilikçiliği ve yaratıcılığı engelliyor. Gitgide, anlamlı diyalog ve ruh sağlığı söylemlerinde ilerleme ve derinleşme potansiyelini sınırlanıyor.
Sosyal medya platformlarında dijital manzarayı şekillendiren algoritmik küratörlük, ruh sağlığı ve kimlik konusunda homojenleşmeyi ve yüzeyselliği desteklerken çeşitliliğin getirdiği yeni bilgileri ve empatik anlayışı da götürme potansiyeline sahip. Bilhassa dijital dünyada ruh sağlığı üzerine revaçta olan paylaşımların örtük biçimde indirgemeci, performatif, yabancılaştırıcı ve metalaştıran söylemlerin daha etik, empatik ve kapsayıcı şekilde değişmesi gerekiyor. Psikolojik söylemin sosyal medyanın talepleri tarafından şekillendirildiği bir çağda, basitliğin cazibesine direnebilmek oldukça değerli. İnsan zihninin derin karmaşıklıklarıyla etkileşime girebilmek bize zihinsel sağlık ve içsel refahın karmaşıklıklarına dair gerçek içgörü imkânı sağlayabilir.