Ayşe Naz Hazal Sezen
Kutsal Olandan Klinik Olana: Kadının Doğumda Gücünü Kaybetme Süreci- 1
Kadim Bir Kutsiyet
Doğum sadece bir bebeğin dünyaya gelişi değil, bir annenin de doğumu. Doğum, hayatın özünü içinde taşıyan bir kadının doğanın döngüsünü devam ettirme öyküsü; zamana ve toprağa kök salış, derin bir içsel bilgiyle yönetilen ilahi bir gücün uzantısı. Lakin, yaşamın en gizemli olaylarından biri kabul edilebilecek doğum süreci de kadının adının kayboluşuyla eril tahakkümün altına girmiş durumda. Kadının belki de en güçlü hissettiği doğum süreci, artık ilahi olandan uzaklaştırılmış, zamandan ve doğadan koparılmış, bir acı çekme hikayesine dönüştürülmüş…
Doğuma Eşlik eden Tanrıçalar
Antik çağlarda, doğum yapan kadınlar, bu yolculukta hem doğanın hem de ilahî gücün bir uzantısı halindedir. Kadim dünyanın farklı diyarlarında, doğum süreci güçlü tanrıçaların koruyucu ellerine teslim edilir. Birçok kültürde doğum, tanrıçalar tarafından korunan ve kutsal bir süreç olarak kabul edilir ve çocuk doğuran her kadının, tanrıçalarla yan yana, onların sessiz fısıltılarını duyduğu bir âlemde bulunacaklarına inanılır.
Bu dönemde, doğuma katılan tanrıçaların varlığına olan inanç, doğumun yalnızca biyolojik bir olay değil, aynı zamanda ilahi bir yardım ve koruma altında gerçekleşen kutsal bir görev olarak kabul edilmesini de sağlar. Böylece kadınlar tanrıçalardan aldıkları destekle doğumun zorluklarını birer kutsal dönemeç gibi karşılayıp, deneyimledikleri bu süreci hayatın bir kutlaması olarak görebilir. Mesela, Antik Mısır’da İsis’in korumasına sığınılmış, Mezopotamya’da İnanna’ya dualar edilmiş, Yunan diyarlarında ise Eilytheia’ya seslenilmiştir. Bu tanrıçaların, doğum dalgaları (sancıları) başladığında kadının yanında yer alacağına dair itimat, doğumu kutsar, acıları dindirmesine yardımcı olur ve annenin yüreğine güç vererek doğum sırasında birer ilahi rehbere dönüşebilir.
Doğumun Mihenk Taşı Ebe Kadınlar
Doğum, her ne kadar bir kadının kişisel serüveni gibi görünse de aynı zamanda antik çağlardan beri toplumsal dayanışmanın bir parçası olduğunu da görebilmek değerlidir. Kadınlar, doğum sırasında başka kadınların koruyucu ellerine, şefkatli bakışlarına ve bilge sözlerinden destek ihtiyaç duyduklarında aile bireyleri, özellikle de deneyimli kadın akrabalar ve ebeler tarafından desteklenir. Bilhassa, antik dönemin ebe kadınları, kendi kuşaklarından aldıkları bilgileri, yılların birikimini yeni doğumlara aktararak doğum yapan kadınlara ihtiyaç duydukları bu desteği sağlar ve doğum aracılığıyla kadınlar arasında güçlü bir dayanışma örneği sergilenir.
Antik dönemlerde doğum sürecinin mihenk taşı ebe kadınlar, doğumun doğal ritmini bilir, doğanın gücünü hisseder, doğum yapan kadına bu harmoniyle rehberlik eder ve kadının, acı veren sancıların birer yaratma sancısı olduğunu hatırlanmasına aracı olurlar. Doğum, ebelerin ve geleneklerin koruyucu kanatları altında, ilahi bir törenle gerçekleşir. Doğum sancıları başlamadan önce, annenin bedenine ve ruhuna dualar eşliğinde hazırlık yapılır; doğumu kolaylaştıran şifalı bitkiler, özel kokular ve tılsımlar kullanılır. Her doğum, kötü ruhların ve hastalıkların uzak tutulduğu, tanrısal korumaların devreye girdiği bir ayin gibi özenle korunur. Bir kadın doğum yaparken sadece yeni bir hayata değil, kutsal bir bilgiye de ev sahipliği yaptığı bilinir. Kadınlar, ebelerin, bilge kadınların arasında dayanışmanın bu güvenli çemberinde, doğumun bir ceza değil, doğanın bir lütfu olduğunu hissetme imkânı bulabilir.
Kuşaktan Kuşağa Aktarılan Doğum Bilgeliği
Antik Çağ’da doğum, kadının yalnızca biyolojik bir süreci değil, kutsal bir vetire olarak görülür. Bir kadının bedenin, bu dünyaya hayat getirmenin kutsiyeti içinde olduğu bilinir ve topluluklar bu kutsi görevin farkında olur. Bu yüzden her doğum, kadınlara duyulan bir saygıyla, annelerin ve tanrıçaların bilgeliğiyle sarılır. Kadınlar, bedenlerinde saklı olan o kadim bilgiyle, doğum sırasında kendi doğalarıyla bütünleşir ve her doğum, yaşam döngüsüne katılan kutsal bir halka olarak görülür.
Kadınların doğum bilgisinin kuşaktan kuşağa aktarılması da bu sürecin doğal bir parçasıdır. Anne, teyze, büyükanneler; her biri doğumun nasıl bir bilinçle ve hangi beden bilgileriyle yönetileceğini gelecek nesillere aktarmışlardır. Bu bilgi aktarımı, kadınların doğum sırasında kendilerini güçlü ve güvenli hissetmelerini sağlayan bir altyapı oluşmasına imkân vermiştir. Çömelerek doğum yapma gibi pozisyonlar, bedeni en rahat hâline getiren nefes teknikleri, rahatlatıcı şifalı bitkilerle yapılmış yağlar, kadınlar arasında paylaşılan kadim bir bilgeliğin örnekleri sayılabilir. Kadınlar, bu kadim bilgeliğin ışığında doğumun doğaya uygun bir ritimle yönetilmesi gerektiğini bilmiş, kendilerini bu bilgiyle doğuma hazırlamışlardır.
İlahiden Eril Gücün Gölgesine Doğru
Doğumun kutsal olandan nasıl klinik vakaya dönüştüğünü anlamak için bu vetirede erkeklerin doğuma neredeyse hiç katılmadığını ve doğumun, toplumsal bir cinsiyet rolü olarak tamamen kadınların kontrolünde kalan bir alan olarak kabul edildiğini hatırlamak gerekebilir. Bu sayede, kadınların kendi doğumları üzerindeki bilgi ve kontrol gücü oldukça yüksekti.
Tarihin belki de adlandırmadığımız zamanlarına kadar uzanan bu kadim doğum bilgeliğinin Orta Çağ’a doğru cadı işi kabul edilmesinin ve doğum vetiresinin kutsal konumundan lanetlenmiş olana dönüşmesinin altında erkeğin dahil olamadığı bu kutsal sürece dair bir hasetten bahsedilebilir mi ya da kadının pasif ve boyun eğen bir konuma indirilmesinin altında kadının bedeni üzerinde de denetim kurma arzusundan? Zira, Orta Çağ’a geldiğimizde kadının doğum üzerinde kendine duyduğu güven yok edilmiş olduğunu ve doğum sürecinde kendi sezgilerine dayanarak hareket eden bir özneden çok, dini sınırlarla çevrili bir “cezalı” figüre dönüştürüldüğünü görüyoruz.
Devamı haftaya.
(Bu serinin bir tarih araştırması ya da akademik bir çalışma olarak değerlendirilmemesini dilerim. Kadın sağlığı ve doğum üzerine derinlemesine çalışan, bilgi ve deneyimleriyle bizleri aydınlatan çok değerli uzmanlarımız mevcut. Doğumun yalnızca bireysel bir deneyimden ibaret olmadığını; kadınların bu sürece dair yaşadıkları hislerin, kişisel tarihlerinin yanı sıra yüzyıllar boyunca değişen toplumsal bakış açılarıyla da şekillendiğini düşünüyorum. Bu nedenle, doğumun doğal tarafını yitirip yalnızca tıbbi bir olaya indirgenmesinin kadın üzerindeki psikolojik etkilerini anlatabilmek adına, doğumun tarih içindeki değişimini anlamaya ve kendi bakış açımla aktarmaya çalışacağım bir derleme yazı serisi oluşturmayı değerli buldum.)