Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Kutsal Olandan Klinik Olana: Kadının Doğumda Gücünü Kaybetme Süreci- 2 Doğumun “Karanlık” Yüzyılları

Orta Çağ’da doğum, kadınların binlerce yıllık bilgeliğin bir simgesi olmaktan yavaş yavaş uzaklaşarak, kilisenin katı gözetiminde ve dini öğretilerin keskin merceği altında şekil değiştirmeye başlar. Doğum, artık yalnızca bir kadınlık görevi değil, aynı zamanda dini ve ahlaki anlam kazanan, kilisenin denetimine giren bir süreçtir. Antik çağlardan beri kutsal bir vetire olarak görülen doğum, kilisenin müdahalesiyle dini yaptırım ve anlatıların ahlaki ve manevi sınırları çizdiği bir “bedel ödeyiş” haline dönüşür. Doğumun kutsallığını, doğayla ilişkisini ve ilahi gücünü ortadan kaldıran bu yeni düzen, kadının toplumsal rolünde de derin bir kırılma yaratarak, doğumu kadının ilahi bir gücü yerine ilahi cezası olarak yeniden yorumlamaya yol açar. Kadın toplumdaki statüsünü kaybeder; kadının doğuma dair geleneksel bilgi ve tecrübesi önemini yitirir.

Günahın Bedeli: Doğum sancıları

Orta Çağ Avrupa’sında Hristiyanlık, toplumsal ve manevi hayatın her alanını belirleyen güçlü bir yapı haline gelir. Bu yeni düzen içinde kadın, yalnızca doğurgan bir varlığa indirgenmez, aynı zamanda günahın da kaynağı kabul edilir. İncil’de anlatılan Âdem ve Havva mitinde, Havva’nın yasak meyveyi yemesi sonucu insanlığa bulaştırdığı “ilk günah”ın cezası kadının doğum sancıları olarak sunulur:

1.jpg

“RAB Tanrı kadına,

Çocuk doğururken sana

Çok acı çektireceğim, dedi,

Ağrı çekerek doğum yapacaksın.” (Tekvin 3:16-19).

Bu dini anlatı, kadınların doğumu bir kefaret olarak yaşaması gerektiği ve sancıların da bir “günahın bedeli” olarak deneyimlediği inancının pekişmesini sağlar. Zira, Tanrı, Havva ve onun soyuna yasak meyveyi yemenin bedeli olarak doğum sancılarını vermiştir.

Bu mit, antik çağlardan beri süregelen doğumun kutsiyetini ve doğurganlığın kadının doğal bir gücü olduğu algısını zayıflatarak, doğumu dini bir kefaret ve ruhsal bir arınma sürecine döndürür. Doğum sırasında çekilen acıların, dini bir yükümlülüğün yerine getirilmesi olarak yorumlanmasıyla doğumdaki “ilahi güç”ün yerini “ilahi baskı” alır. Her sancının sadece bir bebeği değil, geçmişte işlenmiş bir günahı da dünyaya getirdiği temsili, doğum sürecini korkulacak bir vetire olarak şekillendirir. Kadınların günahkâr tanımlanmasına binaen, kilise kadın bedenine yönelik bir tahakküm oluşturma, denetleme ve ahlaki kontrolünü pekiştirme gücü elde eder. Böylece, kadın “günahın bedelini ödeme” mecburiyetiyle toplumsal hiyerarşinin en altına yerleştirilir.

Geleneksel Bilgeliğin Şeytanlaştırılması

Orta Çağ’da, kadınların yüzyıllardır doğum sırasında uyguladıkları ritüeller, kullandıkları bitkiler ve doğum sırasında söyledikleri sözler de kilisenin gözünde “tehlikeli” hale gelir. Zira, nesiller boyunca aktarılan bilgi birikimi, kadınlara doğum sürecinde aktif bir rol sağlar ve toplumda belirli bir statü kazandır; lakin kadının kendi bedeni ve doğum hakkındaki bu bilgeliği kilisenin cinsel ve toplumsal rolleri denetlemesinin önüne geçtiğinden, kadınların şifalı bitkiler ve doğal yöntemlerle doğumu yönetmesi “şeytani” ve “Tanrıya itaatsizlik” olarak damgalanır. Kadının doğum sürecinde kendi bilgisine, sezgisine veya eski ritüellere başvurulması günah ve hatta sapıklık ilan edilir. Bilhassa, ebelerin kuşaklar boyunca aktarılan bilgilerle kullandıkları şifalı bitkiler, yaptıkları ritüeller ve okudukları dualar büyücülük olarak yaftalanır; pek çok kadın, geleneksel, sezgisel ve doğum bilgisi nedeniyle cadı avlarının kurbanı olur. Neticesinde, kadın doğum sırasında dahi kendi kararlarını veremeyerek pasif bir figür haline dönüştürülür ve eril otoriteye bağımlı hale getirilir.

4.jpg

Dini Yaptırımlarla Çevrilen Doğum

Orta Çağ’da doğumun doğallığının silikleştirilmesi, bir ceza olduğu itikatlıyla "acı çekilmesi gereken bir süreç" olarak tanımlanması ve kadınların bedensel süreçler üzerinde sahip olabileceği gücün kısıtlanması, kadının toplum içinde itaatkâr, sessiz ve pasif bir pozisyonda tutulabilmesine olanak tanımıştır. Aynı zamanda, doğum ritüellerinin artık kadının sezgisine ve deneyimine göre değil, sınırlarını kilisenin çizdiği törenlerle gerçekleştirilmesi zamanla kadının bedenine yabancılaşmasına ve kendi doğurganlığı üzerindeki güvenini kaybetmesine neden olmuştur. Artık doğum, kutsal bir görev olmaktan ırak, kilisenin kurallarına uygun olarak çekilecek acı dolu bir sürece, ödenmesi gereken dini bir kefarete; kadın ise kendi sezgilerine dayanan bir özneden çok, dini sınırlarla çevrili “cezalı” bir figüre ve yalnızca doğuran bir varlığa indirgenir.

Tıbbi Bilginin Gelir ve Kutsal “İlkel”e Dönüşür

Bilimsel bilgiye verilen değerin yükseldiği ve yenilenme rüzgarlarının Avrupa kıtasını dolaşmaya başladığı, düşüncenin ve bilimin sınırları zorladığı Rönesans döneminde -Orta Çağ’ın da hazırladığı zemin sayesinde – kadınların, yüzyıllardır doğum hakkında sahip oldukları kadim bilgi ve yetenekleri, bilge kadınların ve ebelerin ellerinden sessizce erkek hekimlerin steril (!) süreçlerine bırakılır.

Devamı Haftaya.

(Bu serinin bir tarih araştırması ya da akademik bir çalışma olarak değerlendirilmemesini dilerim. Kadın sağlığı ve doğum üzerine derinlemesine çalışan, bilgi ve deneyimleriyle bizleri aydınlatan çok değerli uzmanlarımız mevcut. Doğumun yalnızca bireysel bir deneyimden ibaret olmadığını; kadınların bu sürece dair yaşadıkları hislerin, kişisel tarihlerinin yanı sıra yüzyıllar boyunca değişen toplumsal bakış açılarıyla da şekillendiğini düşünüyorum. Bu nedenle, doğumun doğal tarafını yitirip yalnızca tıbbi bir olaya indirgenmesinin kadın üzerindeki psikolojik etkilerini anlatabilmek adına, doğumun tarih içindeki değişimini anlamaya ve kendi bakış açımla aktarmaya çalışacağım bir derleme yazı serisi oluşturmayı değerli buldum.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi