Emre Özpeynirci
Odalar ekonomiye can suyu olur mu?
Bugün otomotivden ziyade içimden biraz genel ekonomi üzerine yazmak geldi. Sonuçta otomotiv sektörü ekonomiye paralel seyrettiğine ve ekonomideki gidişat nedeniyle nüfusun büyük çoğunluğu için otomobil sahibi olmak hayal olduğuna göre ekonominin genel seyrini ne kadar doğru analiz edebilersek, otomotivin de seyrini tahmin ederiz (belki) diye düşündüm. Açıkçası kafamdaki deli soruları, farklı sektörlerden duyduğumuz yorumlarla harmanlayarak, kendimi “Nasıl olacak bu iş?” diye düşünürken buldum.
Hatırladığım ve bizzat yaşadığım kadarıyla 1989, 1994, 2001 ve 2008 (teğet geçen) yılarında birçok büyük ekonomik kriz yaşadık. 2001 krizi bunların en büyüğü olarak zihinlerimize kazınmış olsa da içinden geçtiğimiz süreç, daha öncekilere hiç benzememe özelliğiyle karşımıza çok farklı bir resim çıkarmayı başardı. Son 4-5 yıldır enflasyonla mücadele anlamında, önce faiz indirdik, sonra geri çıkardık, Kur Korumalı Mevduat (KKM) diye tarihte görülmemiş bambaşka bir uygulamayı devreye aldık, şimdi ise kurtulmaya çalışıyoruz.
FİYATLAR DÖVİZ BAZLI KATLANDI
Özetle; inişli-çıkışlı birçok farklı taktik uygulamamıza rağmen, henüz tek haneli enflasyon için önümüzde uzun bir yol var gibi görünüyor. Faizler desen yüzde 50 gibi yüksek seviyede ve kısa sürede tek haneli rakamlara inmesi pek de kolay görünmüyor. Bir yanda büyümek isteyen bir ekonomi, diğer yanda enflasyonla mücadele, olmazsa olmazımız.
Turizmciye dokunsan, ‘fiyatlar pahalı diye turist gelmiyor’ deniliyor, sanayiciye, tekstilciye sorsan, döviz kuru düşük diye ‘ihracatta rekabet gücümüzü kaybettik’ diyorlar. En çok duyduğumuz sorunların başında da işgücündeki döviz bazlı artışın yol açtığı çarpıklık geliyor. Aslında bakınca TL bazlı maliyetlerin enflasyon sebebiyle artması ve dövizin de baskılanması sebebiyle, sadece ücretlerde değil, restoranlarda, marketlerde, otellerde ve birçok konuda ödediğimiz rakamlar, döviz bazında bakıldığında 4-5 senede yaklaşık 2 katına çıkmış görünüyor. Örneğin 5 sene önce 50 Euro ödediğimiz restorana bugün 100 Euro ödüyoruz. Bunun bir kısmı kontrolsüzce, panik halinde ya da fırsatçılıkla yapılan fahiş fiyat artışlarıyken, bir kısmı da yukarıda saydığımız enflasyon/baskılanan döviz kuru çarpıklığından kaynaklanıyor gibi.
PEKİ NASIL OLACAK BU İŞ?
Kısa bir süre önce uluslararası bir firmanın yöneticisi, ücretlerdeki döviz bazlı artışı, yurtdışındaki merkezlerine izah etmekte güçlük çektiklerinden bahsetmişti.
Özetle, döviz bazında çok pahalı olmaya başladık. Tüm bunlara bakınca da; “Peki nasıl olacak bu iş?” diye düşünmeye başladım. Öyle ya, bu ücretlerin yeniden döviz bazında eski yerine gelmesi nasıl mümkün olacak?
Matematiksel olarak bakınca; ya TL olarak ücreti azaltmak lazım (ki bildiğim kadarıyla hem yasal değil hem de insanlar o durumda nasıl geçinecekler), ya da döviz kurunun artması gerek. (ki bu da yeniden enflasyonun artmasına sebebiyet verir ve yeniden başa dönülür)
Bazıları enflasyonla tam mücadele için ekonominin en az 2 yıl yavaşlaması gerektiği görüşünde. Bu durumda büyüme düşer, şirketler küçülür, işsizlik artar. Gerçekten de işin içinden çıkması zor bir durum.
Ege Cansen’in de dediği gibi, acaba gerçekten “fakirleşmeden zenginleşemeyeceğiz” tezi doğru mu? Her şeyin eski normale dönmesi için resetlenmesi (sıfırlanması) mi gerecek?
Kafamda deli sorular…
BUGÜN DEĞİLSE NE ZAMAN?
Son günlerde yine duyduğum bir başka ilginç ve belki de en çılgın fikirlerden birisi de şuydu; Türkiye’de bulunan tüm odaların (Ticaret odaları, sanayi odaları, tüm meslek odaları, hatta şoförler odası ve birlikler) yıllardır hesaplarında biriken paralarının hazineye devredilmesinin çok faydalı olacağı şeklindeydi. Depremin yaralarını sarmak için gerekecek önemli bir bütçenin, bu odaların ve birliklerin senelerdir üyelerinden toplayıp da bankalarda atıl durumda mevduat olarak bekletilmesi yerine, ekonomiye kazandırılmasının önemli bir can suyu olacağını savunan bu görüş dikkatimi çekti. Mevduat hesaplarında senelerdir büyütülen ve milyarlarca liraya ulaştığı tahmin edilen bu kaynaklar gerçekten ekonomiye can suyu olabilecekse, “Bugün değilse ne zaman?” demekten kendini alamıyor insan. Dedim ya, kafamda deli sorular.