Aytuna Tosunoglu
Niye varım, amacım ne?
Binlerce yıldır, çeşitli coğrafyalarda farklı medeniyetler varoluş krizlerinden kendilerine özgü yolları keşfederek yürüdüler, gittiler. Bulunduğumuz yeri bir ve tek ve benzersiz görenlerimiz varsa derin bir yanılgı içinde olduğunu söyleyebilirim.
BİR DÜŞÜNCE, BİR DİN
O zaman, üzerimize düşeni yapıp hatırlayalım, rica ederim. Antik Yunan’da örneğin “Ya hu ben niye varım, amacım ne?” sorusu zihnimde Atrium’daki sütunlardan birine dayanmış boşluğa bakıyorum. Olamaz mı… Şansım varsa şık laflar eden, kelime haznesi geniş filozoflardan birkaçı ile karşılaşırım ve aralarındaki konuşmalara kulak kabartırım. Sokrates, Platon ve Aristoteles örneğin, varlığın özü ve hayatın amacı üzerine düşündüler. Hangisine denk gelebilirsem bu garip yolculuğumda, içimi sağaltacak bir şey, bir düşünce, bir din (belki) bulurum. Sonuç olarak Antik Yunan Medeniyeti dönemi dünyanın hallerine mitolojik açıklamalar üzerinden bakma konusunu sona erdirdi ve yavaş yavaş rasyonel ve insanı merkeze alan bir yaklaşım benimsendi. Ama işte bu geçiş döneminde varoluşsal kriz aklın sınırlarını zorluyordu, “Ben niye varım, amacım ne?”
DİRENCİ ARTTIRMAK
Adı hangisi olursa olsun imparatorluklar genişledikçe kimlik ve amaçlar konusu her zaman bir varoluşsal krize yol açtı. Gelenin yağmaladığı, sömürdüğü tebaalar fiziksel anlamda olamasa bile ruhsal manada bir korunma altına girmeliydiler. Kendi cemaatleri olmalıydı. Öyle de oldu. Mesela Stoacılık felsefesi yani gücü elinde tutanın, sana baskı yapanın, acı verenin karşısında özdenetimi ve metaneti elden bırakma, onu geliştir ve tarafsız düşün ki evrensel aklı anla olarak özetleyebileceğim felsefe; Roma İmparatorluğu’nun genişlemesi ve karmaşıklaşması karşısında insanın kişisel dayanıklılık ve erdemli kalma yolunda sağaltıcı düşünceler ortaya koydu ve savundu. Demek o zaman atalarımız, akrabalarımız, “ben niye varım, amacım ne” sorularının cevabını hayatın zorluklarına karşı direnci arttırmak olarak verebildiler. Mesela.
BURALAR HEP AYDINLIKTI
Çok sonra, aydınlanma döneminin yaşanmasına neden olan bir varoluş krizi yaşandı ki bu yazının kapsadığı zaman yolculuğunda bir ömür kalmak isteyebileceğiniz durak olabilir. Binlerce yıldır, “ben niye varım, amacım ne sorularını bir kenara koy ve şunu yap” dedi, aydınlanma dönemi: Yeni olan “bilgi”ye yönelik kabulü geliştir, akılcı düşün, eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden kendini ayır. Ondan sonra bak bakalım amacın neymiş bu hayatta… Mustafa Kemal Atatürk aydınlanma döneminden çok etkilenmişti, hatırlayınız. Ne de olsa kendisinden bir önceki yüzyıl aydınlanma döneminin yıldızlı isimlerinin (Voltaire, Rousseau ve Kant) dönemiydi ve iyi bir okurdu, Atatürk.
Daha sonra yaşam tarzını değiştirecek güce ulaşan makinelerle tetiklenen bir varoluşsal kriz dönemi vardı. Kontrolsüz sanayileşmenin ortaya çıkardığı sonuçlar… Silah sanayinin delice hızlanması… Dünya savaşları… Atom. Bomba. Nükleer.
GELELİM BUGÜNE
“Yirmi birinci yüzyılda bir varoluşsal krize düşebileceğimizin ilk sinyalini görüyorum”, diyerek başlamıştım yazıma. Adına “yapay zekâ” denen bir önemli değişimin içindeyiz. Ülkemiz için bunun varoluşsal bir krize dönüşebileceğini düşünüyorum. İnsan emeğinin yerini, sorduğunuz her konuda kapsamlı ve doğru cevaplar verebilen, taşımacılık, toprak sürme, hayvan gütme dahi yapabilen, uçak uçurabilen, avukatlık yapabilen, doktorluk yapabilen, kriz karşısında çözüm üreten, para dünyasında yerinde önerilerde bulunan, yatırıma yönlendiren, kitap yazan, resim yapan bir yapay zekâ döneminde insanlar kendi rolleri hakkında belirsizlikle karşı karşıya kalacak. Dijital devrim, topluluk, benlik ve gerçeklik kavramlarını sorgulamamıza neden olmuştu zaten. Şimdi başka bir boyut ekledi, yapay zekâ… İşleri onun yapması insanı boşa çıkartınca ne olacak? Hayat boyu tatil yapma imkânı mı?
Başladığımız noktaya dönüp yakında insanı saracak soruyu bırakalım şuraya: Ben niye varım, amacım ne?