Aytuna Tosunoglu
MAHSUN VE GARİP OLURSUN BÖYLE!
Kötülük aynı zamanda sosyo-politik bir yapıdır. Toplumsal düzeni bozan, savunmasızları sömüren bir birey gerekir, böylesi bir yapıya. “Demokratik şartların” yerine getirildiği bir politik seçimle başa geldiklerinde kendi çıkarları için gücü kötüye kullanan bir diktatör üstelik yolsuz bir diktatör olarak karşımıza çıkarlar. Şartlar onları kötüleştirmez, zaten kötüdürler. Kötülükte bir ayrıcalık vardır, onlar için (bunu şiddet ve kötülük kavramları üzerine çalışmış biri olarak yazıyorum). Kötülük de bulaşıcıdır. İktidardakinin bir yansıması olarak yeni tekelciler, vicdanı olmayan tüccarlar gibi kurumsal kötü karakterler oluşur, iktidarın çevresinde. Aç gözlülüğü, kibri, aşağılık duygusundan kurtulamamanın verdiği kızgınlığı etik düşüncenin önüne koyarak toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliğe odun taşırlar.
“İstersen Senin İçin Tarif Edeyim”
Mesela Stalin herkesin gözünün içine bakarak, “Ölüm tüm sorunların çözümüdür. İnsan yoksa problem de yok” diyebilmiştir. İşin ilginç yanı, onun bu söylemi yandaşları tarafından alkışlanmıştı. Yandaş olmayanlar Stalin rejiminde ağır baskıyla ve nihayet ortadan kaldırılmayla cezalandırıldılar. Genç okuyucu için bir kitap önerisi: Rus yazar Aleksandr Soljenitzin’in yazdığı “Gulag Takımadaları”nı okumayı düşünebilirsiniz. Kitap, Stalin’in kendisiyle aynı fikirde olmayan muhalif kesimleri, komutanları, halkı, siyasi liderleri elimine etmek için oluşturduğu toplama kamplarını, oradaki acımasızlığı, şiddeti anlatır. Kitaptan kısa bir alıntı, “(…) Peki, bilmecelerle dolu şu hayatın özü nedir? İstersen senin için tarif edeyim. Mülkiyet ve mevki gibi yanılsamaların peşinden gitme! On yıllar içinde kendini harap ederek, canını dişine takarak kazandıklarına bir gecede el konulabilecektir. (…)”
Aslan veya Koyun
Sol ideolojiden bir otorite örneği verdim. Sırada yine dünyanın tanıdığı bir sağcı faşist, Hitler var. Halka hitap konuşmalarını kendisi yazıyordu ve dönemin yaşayanları ondan şu cümleleri kendi kulaklarıyla duydular, “Yaşamak isteyen savaşmalıdır. Ve bu sonsuz mücadele dünyasında savaşmak istemeyen yaşamayı hak etmiyor!” Arkadaşı ve aynı ülküyle Avrupa’nın altını üstüne getirme sevdalısı Mussolini, agresif militarist retoriğiyle, “Tek bir gün aslan olarak yaşamak, yüz yıl koyun olarak yaşamaktan iyidir!” cümlesini tükürüklerini ön sırada bulunanlara sıçratarak söylemişti. Mao Zedong, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucu babası olarak, devrime yaklaşımını özetleyecek bir cümle kurmuştu, “Siyasi güç, silahın namlusundan çıkar.” Saddam Hüseyin’in otoriter yönetimi kendisine muhalefet eden aile bireylerini bile öldürmesi, halka kimyasal silah kullanması, hapishanelerde tutsak etmesi ile karakterize edilir. Fikrimce, Saddam’ın söylediği, “Ben suçlu değilim, masumum”, cümlesi kurduğu otoriter rejimin insan hakları ihlallerine yönelik uluslararası kınamalara karşı bir tür meydan okuma cümlesidir, kuyruğu dik tutma çabasıdır ve idam edilmiştir. Yoksa onun konuşmaları da “Şehitlerimize cenneti, sizeyse Allah’ı razı eden ve tarihe geçecek bir şeref ödülü vadediyorum” gibilerinden büyüklük cümleleriyle bezeliydi.
Liderlik
Bakınız, tüm bu örnekler otoriterliğin, diktatörlüğün, tek adamlı yönetimin “liderlik” karmaşıklığını anlamamıza yardımcı oluyor. Yukarıda, o taraftan ya da bu taraftan ve dahi havada duranından alıntıladığım cümleler ortak bir noktayı işaretlemekte; ülke yönetiminde eşitlikçi, özgürlükçü, liyakate dayalı, laik, demokratik, parlamenter rejim benimsenmiyorsa, yasama, yürütme ve yargı bağımsızlığı sağlanmıyorsa muktedir ve onun memurlarından abuk sabuk cümleler duymaya devam ederiz.
Sarf edecekleri en hafifinden bu cümleler…
Ya yaptıkları?
Yapacakları?