Dertliyim, kederliyim

Akşamın maviliği gökyüzünü kapladığında insanlar yavaş yavaş bir günü daha bitirmenin yorgun telaşı içinde koşturmaya başlar. Şehir denen bu modern zaman cangılında otobüsler gelir, dolmuşlar gider. Bir an evvel evine ulaşma çabasındaki insanlar dev bir termit yuvasındaki karıncalar gibi hareket ediyorlardır.

whatsapp-image-2024-06-27-at-23-53-33.jpeg

Fabrikada mesainin bitişiyle beraber servise yetişmek için koşturan Altınyaylalı Hüseyin de onlardan biridir. Servise yetişecek, akıp gitmeyen trafikte bazen uyuklayıp bazen akan görüntülere dalıp giderek mahallesine ulaşacaktır. Her akşamki gibi üç ekmeğini ve hanımının mesajla gönderdiği ihtiyaç listesinden ancak acil olanları alıp tutacaktır evin yolunu. Maslow’un piramidinin taban elemanlarındandır Hüseyin. Yaşadığı şehrin ancak evle iş arasını bilen, eve geldiğinde spor kanalında maç özetlerini izleyerek ancak keyiflenebilen biridir. Hayat ona pek çokları gibi dar bir fasit daire çizmiştir ve o da hemen hiç merak etmemiştir bu dairenin dışında ne olduğunu. Geçim derdi denilerek kestirip atılan ancak çoğu insanın bu dünyada “yaşayıp gitmesine” neden olan o olgu Hüseyin’in de zihnini işgal etmiştir. Üçü beşe ekler Hüseyin. Ay sonuna kaç gün var onu sayar. Kayınçodan alınan iki çeyreği ödeme zamanı gelmiştir, gelmiştir de Hüseyin’in bakiye Sibirya soğuğu gibi hiç eksiden çıkamamıştır ki. Halının üstünde sürtünen ufak oğlana gözü kayar. “Bir de şunu bezden keseydik iyiydi” der içinden. Hanımı yan koltukta elma soyuyordur Hüseyin’e. Kuru yüzünde avurtlar çökmüş, göz altları kararmıştır. Dalgındır kadın. O da hâlâ konuşmayan büyük oğlan için üzülüyordur. Kaynanası durup durup “Hüseyin de geç konuştuydu” dese de bir sorun olduğundan emindir. Yoksa Hanife ablanın dediği gibi o hastalık mı vardır oğlunda. Göz teması kurmaması, sallanması… Hüseyin’e kaç defa söylese de bir türlü doktora götürmeye ikna edememiştir. ”Tek bildiği para yok para yok” diye geçirir içinden Hüseyin’e öfkeli nazarlarla bakarken.

•••

Aynı vakitte iki sokak yukarda banka emeklisi Ragıp Bey karısının vücudunda oluşan yatak yaralarına pansuman yapıyordur. On bir aydır bilinci kapalı yatan kadının vücudu bir top olmuş, bacaklar çekilmiş, eriyen kasların ardından kemikler kalmıştır ortada. İnsan vücudunun canlıyken nasıl çürüyebildiğini acı gözlerle izliyordur Ragıp Bey. Kırk iki yıllık karısı, ona iki kız evlat veren, aşık olarak evlendiği karısı şimdi tanınmaz haldedir. Gam ve kasavet kokan bu evde tek başına hem yaşamaya hem yaşatmaya çalışıyordur banka emeklisi Ragıp Bey.

Bir üst katta gecenin ilerleyen saatlerinde yine bağrış çağrış sesleri başlamıştır. Yavrularını arkasına saklamış karşısında ağzı alkol kokulu dayakçı kocasına karşı kızarmış gözlerle dimdik bakmaktadır Hülya. Büyük oğlan “Yeter artık anama da bize de yaptıkların. Senin gibi baba olmaz olsun ayyaş herif” dediğinde ana ve üç çocuğu bir daha geri dönmemek için çıkmışlardır korkunç anılarla dolu o evden.

•••

Şehir ışıklarının göğe sarılık kattığı bu gecede Merve annesinin pazardan aldığı eşofmanı okulda nasıl giyeceğini düşünmektedir. “Çakma olduğunu anlarlar mı ki?”

Bir başka çatının altında Mert yine kilitlenen telefonuna türlü çeşit iltifatlar(!) düzmekte, mutfakta döktüğü kahvenin lekesini çıkarmak için söylenen annesinin sesini bile duymamaktadır.

“Hay Allah bir de bulaşık makinesi parlatıcısı ile mi denesem ki… Gitti canım halı.”

•••

Aynı göğün altında, gezegenin ama yakın ama uzak köşelerinde sipariş verdiği spor arabanın teslim tarihinin gecikmesine sinirlenen beyefendiler, doğum gününü hangi ülkenin hangi şehrinde kutlayacağına karar veremeyen insanlar da yaşamaktadır.

•••

Bilincini kaybetmemeyi başarabilen herkesi dertlerle karşılamaktadır çünkü yaşam. Herkes kendince savaşır bu dertlerle.

Kimi gerçek dertlerdir.

Kimisi edinilmiş.

Kimi gerçekten yaşamınızı etkiliyordur.

Kimisinin yaşamınızı etkilediğine inanmış ve ikna edilmişsinizdir.

•••

Modern(!) yaşamının vahşi kapitalizmle evliliği sonucu nur topu gibi edinilmiş dertlerimiz oldu. Ve onların sayısı arttıkça, arttırıldıkça da hem yaşamın saf güzelliğinden hem de gerçek dertlerin varlığından uzaklaştırıldık. Bazen bir yakınımızın cenazesinde bazen bir yoğun bakım kapısında anlar gibi oluyoruz aslında dert edindiklerimizin sabun köpüğü doğasını. Ama nisyan ile malul hafızamız bir süre sonra aynı uyuşukluğun içine gark olup yine kendine dertler edinmek de oldukça mahir. Onun için ne demiş atalar:

“Allah başka dert vermesin!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi