Ayşe Naz Hazal Sezen
Mutluluk Diktatörlüğü
Bir mutluluk diktatörlüğünün hâkim olduğu bu düzende, insan her yerden izlenmekte ve mutsuz olmasına olanak verilmemektedir. Bu diktatörlüğün en büyük başarısı ise sistemi sürdüren çarkları bireyin kendi içinde yerleştirmesini sağlayarak kendi kendine bir denetim mekanizması yaratması olabilir. Mutlu olmaya yüklenen anlamların yüceliği ve çokluğu, mutluluğa sahip olunamadığı zaman derin bir suçluluk hissine kapı aralamaktadır. Mutlu olmayı elde edenlere kıyasla mutsuz olanların hissetmesi gereken suçluluk hissinin yatıştırılması içinse reçetelerle sunulan mutluluk hapları çözüm olarak modern topluma armağan (!) edilmekte.
Artık insan kendi mutluluğunu tasarlamalı, projesini başarıyla gerçekleştirmeli ve mutlu olmalıdır. Bu mutluluğu herkes tarafından görülmeli ve onaylanmalıdır. Kimse yalnız kalmamalıdır. Yalnız kalan düşünür, düşünen kişi ise istikrarı bozar. O yüzden herkes birbirinin mutluluk sergilerine beğenilerini bırakarak bu yalnızlığı ve mutsuzluğu engellemelidir. Tüm bunlara rağmen birey mutlu olamazsa ödevlerini başarıyla gerçekleştiremediğinden utanç hissetmeli, huzursuz olmalı, vicdan azabı çekmeli ve suçluluk duymalıdır ki ele geçiremediği o mutluluğa ulaşmanın diğer yollarını da tüketebilsin.
“Mutsuzluğu arttıran sebepler neler?”, “Mutsuzluktan kurtulmak için ne yapmalı?” ve nice benzeri “Mutluluğa nasıl ulaşılır?” sorularıyla çevrelenmiş dört bir yanımız. Elimize aldığımız her kanaldan karşımıza çıkan mutlu olmaya dair haberler, üzerine dokunduğumuz anda mutlu olmanın yollarını anlatan sosyal medya fenomenleri, hiç mutsuz olmayan kullanıcı fotoğrafları; nasıl mutlu olunacağını anlatan raflar dolusu kitaplar, mutlu olma atölyeleri, mutluluk enstitüleri, mutluluk araştırmaları, mutluluk, mutluluk ve mutluluk!..
Günümüzde insana ulaşabilen her kanaldan hazır bir reçete gibi sunulan ve satın alabileceğine inandığı mutluluğu tüketmeye çalışan birey, tüm bu çelişkili reçetelerin içinde sağlıklı kalmakta zorlanmakta.
Modern dönemin mutluluk anlayışı değerler alanından uzaklaştırılarak, sadece bireysel gereksinimlere yanıt olarak sunulan bir hale büründü. Mutluluk gibi göreceli bir kavramın içine dâhil olan düşünce, eylem, ekonomik durum, refah seviyesi, içinde bulunulan çevre koşulları, talih (?) gibi mutluluğu oluşturan birçok etken sınır dışı edilerek, mutluluk tek bir faktöre, bireyin kendisine bağlanmakta. Bu “mutluluk diktatörlüğü”nün* hâkim olduğu düzende, insan her yerden izlenmekte ve mutsuz olmasına da olanak verilmemekte.
Bu diktatörlüğün en büyük başarısı, sistemi sürdüren çarkları bireyin kendi içinde yerleştirmesini sağlayarak kendi kendine bir denetim mekanizması yaratması. Mutlu olmaya yüklenen anlamların “yüce”liği ve çokluğu, mutluluğa sahip olun(a)madığı zaman derin bir suçluluk hissine kapı aralıyor. Mutlu olmayı elde edenlere kıyasla mutsuz olanların hissetmesi gereken suçluluk hissinin yatıştırılması içinse reçetelerle sunulan mutluluk hapları çözüm olarak modern topluma armağan(!) edilmekte. Bu doğrultuda, mutlu olunmayan hayat, yaşanmaya değmez mottosunu sürdüren modern dönem mutluluk düşüncesi, normatif anlam taşıyan bir kavrama dönüşmüş durumda. Yani, insan mutlu hissetmek için önce icap edilenleri gerçekleştirmeli, bu gereklilikleri başaramıyorsa dahi başarır gibi göstermek zorunda hissetmelidir.
Günümüzde bu mutluluk sergilerinin en yaygın olanlarında paylaşılmak üzere yaratılan sahte mutluluk fotoğrafları, bireyin içindeki mutlu olmayı başaramamaya dair yetersizlik ve suçluluk hissini bastırmak için beğeniye sunulmakta.
Hep mi böyleydi?
Günümüzde mutluluğun tek kaynağı olan birey, mutsuzluğun tüm yükünün tek taşıyıcısı olmak zorunda kalmıştır. Ancak bu yük her zaman bireyin tek başına omuzlarında taşıması gereken bir mecburiyet değildi. Antik toplumlarda ve Orta Çağ süresince talih ve Tanrı mutlu olmaya dair etkileriyle ön plandayken, Aydınlanma dönemiyle birey kendi mutluluğunun tek belirleyicisi olmaya başladı.
Antik Çağ dünyası mutluluk ve mutsuzluk konusunda daha temkinli bir tutum sergilemiş; mutluluk hakkındaki görüşlerinde talihe önemli bir rol atfetmiştir. Bu dönemde, kısmen kişinin erdemlerine bağlı olan mutluluğun bir kısmı da dış unsurlara ve talihe bağlı kabul edilmiştir. İnanmışlar ki tanrısal kaynaklardan gelen tesadüfler vardır ve bu tesadüfler insanların lehine olabileceği gibi aleyhine de olabilir. Bir ölümlü olarak en iyiyi ummak, tevekkül etmek ve mutluluğu tanrılara bırakmak gerekir.
Orta Çağ’a gelindiğindeyse mutluluk mutlak hâkim Tanrı’ya teslim edilmiştir. Tanrı takdir ederse mutluluğa ulaşılabilecektir düşüncesi baskın olmuştur. Aynı zamanda, Orta Çağ’da erdem ve ahlakla da ilişkilendirilen mutluluk, öte dünyaya taşınmıştır. Mükemmel cennetinden kovularak, vasat dünya ile cezalandırılan insanın mutluluğa yeniden ölümsüzlük diyarında kavuşabileceğine inanılmış ve insan ancak hak ederse Tanrı tarafından cennetle ödüllendirilecektir, denmiş. Mutluluğun nihai kararının Tanrı’nın takdirine bırakılması, insanların kendi mutluluk yükümlülükleri altında ezilmesine de engel olmuştur.
Aydınlanma çağının etkisinin yayılmasıyla ise sekülerleşme yolunu tamamlayan mutluluğun artık ne erdemle ilişkisi kalmış ne de tanrılarla… Cennetine kavuşmak için öte dünyayı beklemek yerine dünyayı cenneti kılabileceğini fark eden insan, mutluluk kavramını erdemden ve tanrıların lütfundan kopararak psikoloji alanına kaydırdı. Mutluluğun, Tanrı’nın lütfu kavramının sorumluluk taşıtmayan koruyuculuğundan herkese eşit hak olarak sunulması ise kendi kendimize taşıyacağımız bir yükümlülüğe dönüştü.
Ödev olarak ‘Mutluluk’
Modern bir toplum olarak vardığımız noktada mutluluk artık bir hak ve ödev olarak görülmektedir. Ödevin sorumluluğu ve hakların yükümlülüğü artık bireyin kendi iradesindedir. Artık insan kendi mutluluğunu tasarlamalı, projesini başarıyla gerçekleştirmeli ve mutlu olmalıdır. Bu mutluluğu herkes tarafından görülmeli ve onaylanmalıdır. Kimse yalnız kalmamalıdır. Yalnız kalan düşünür, düşünen kişi ise istikrarı bozar. O yüzden herkes birbirinin mutluluk sergilerine beğenilerini bırakarak bu yalnızlığı ve mutsuzluğu engellemelidir. Tüm bunlara rağmen birey mutlu ol(a)mazsa ödevlerini başarıyla gerçekleştiremediğinden utanç hissetmeli, huzursuz olmalı, vicdan azabı çekmeli ve suçluluk duymalıdır ki ele geçiremediği o mutluluğa ulaşmanın diğer yollarını da tüketebilsin.
Mutluluğa karşı değişen bu bakış doğrudan mutsuzluğa karşı bakışı da etkilemektedir. Mutsuz olan birey sakıncalı, uzak durulması gereken modern dönemin günahkarıdır. Hızlıca yapay mutlulukların içine girerek kendini mutlu sanmalı, mutluluğa karşı işlenen günahlarından arınmalı ve yeniden mutluluk ibadetlerini yerine getirmeye başlamalıdır. Büyük reklam panolarına çıkamasa dahi elindeki sosyal medya mabetlerinde hayattan zevk aldığını gösteren mutluluk sergisini herkese sunmalıdır.
Modern dünyanın sunduğu yaşam olanakların çokluğuna rağmen bunların hepsini gerçekleştirmesine yeterli olmayan insan ömrünün kısalığı, bireyler üzerinde anlam kaybına neden olabilmektedir. İşte bu noktada modern yaşamın uğradığı anlam kaybının yerini hayattaki tek meselenin mutluluk olduğu inancı almıştır. İnsanların sürekli mutlu olmak için emek harcamaları kaybolan anlamları ve mutsuzluklarındandır.
Mutluluk dinî açıklamalardan, manevi değerlerden, tesadüflerden, erdemli ve ahlaklı olmaktan mahrum bırakılarak, mutsuzluğun sorumluluğu sadece insana bırakılmıştır. Dış koşulların etkisi ve mutluluk arasında koparılan bağlar sayesinde bireyler mutsuzlukları için ne çevrelerini sorgulamakta ne de yaşadığı koşulları değiştirmeye çalışmaktalar. Artık, her koşul içinde mutlu olmak bizim sorumluluğumuzdadır. Eğer mutlu olamıyorsak bu da kendi başarısızlığımızdandır.
Mutsuzluk hakkımı talep ediyorum!
Oysa, Aristoteles, bilgeliği mutlu olma sanatı olarak tariflerken, mutluluğun bireye bağlı olmayan unsurlar içerdiğini de vurgulamıştır. Mutlu olmanın erdemli olmayı gerektirmesinin yanı sıra sağlıklı olmak, refah içinde olmak, iç ve dış savaş içinde olmamak ve ülkenin baskı içinde olmaması gibi dış unsurlara da bağlı olduğunu ifade etmiştir. Mutluluğun tüm bu unsurlardan arınarak ebediyen sürebilmesi inancı mutsuzluğun asıl besinidir.
Mutlu olmak ancak mutsuz olmayı da kabullenmekle mümkün olacaktır. Yarının belirsizliğini bugünün mutluluk reçeteleri gideremeyecek; dijital medyalardaki mutluluk sergileri, ölümlü olan insanın içindeki boşluğunu dolduramayacaktır.
İşte bu yüzden mutsuzluk hakkımızı talep ediyorum! Mutlu olduğumuzu anlamamızı sağlayacak tüm mutsuzluk haklarımızı istiyorum.
Mutluluk ütopyasının, fark etmediğimiz bir distopyaya** dönüşmemesi için acıya razı gelme, şiiri kucaklama, mutlu olmama özgürlüğüne koşma, mutsuz olma günahını yaşama, Tanrı’ya sığınma, talihe inanma haklarımızı talep ediyorum!..
*Yazımızın başlığında da yer alan “Mutluluk Diktatörlüğü” tabirini Schmid’e borçluyum (Wilhelm Schmid, Mutsuz Olmak, Çev. Tanıl Bora, İletişim, 2014).
**Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya, Çev. Ümit Tosun, İthaki, 2014.