Ayşe Naz Hazal Sezen
Enflasyon Karşısında Kaybolan Değer: Ruh sağlığı
Enflasyonun istikrarsızlığının yarattığı çalkantılı zihinsel ve finansal süreçler karşısında ilk kaybeden ruh sağlığı oluyor. Gündelik yaşam giderlerinin yükselmesi ve temel ihtiyaçların karşılanabilmesinin zorlaşmasıyla ruh sağlığı desteği -fiziksel sağlık kadar kritik öneme sahip olmasına rağmen- ivediliği düşük ya da lüks bir harcama olarak görünebiliyor… Eşgüdümlü olarak ruh sağlığı desteğine ihtiyaç duyanların nüfusu da enflasyonla birlikte yükseliyor.
İnşa ettiğimiz maddi dünyanın emniyetleri kollarını sanığımız paranın, yarın için iyi bir yaşamı ya da eğitimi vaat edemez hale gelmesi ve sürekli değer kaybetmesi, yönetime duyulan güven kaybını, sinizmi ve yoğun endişeyi beraberinde getiriyor.
Avlanmak için dağa çıkmayan, meyve toplamak için ormana gitmeyen, sebzeleri sezonunda yemek için tarla sürmeyen, ekmek için sırtında küfesiyle değirmen yolunu tutmayan, eli topraktan çok makinelere temas edenlerin buluşması noktalarıdır marketler, süpermarketler, hipermarketler ve megamarketler… Bakkallar bu sıralamada kendilerini marketlerin altında ezilmiş bulabilirler. Tüketim alışkanlıklarını değiştirtirken, kurduğumuz diyaloğun biçiminden gündelik hareket tarzımıza kadar türlü türlü rutinimizi dönüşüme uğratan; kasabı, manavı, nalburu, kunduracıyı, parfümeriyi mahalleden alıp tek bir çatı altına toplayan süpermarketler modern agoralarımız bizim.
Agoralardan Süpermarketlere
Antik şehirlerin ortasında ya da limana yakın, etrafında sütunlar, ağaçlar ve dükkanlar bulunan, halkın toplandığı, şehir hakkında politik, dini ve ticari faaliyetlerin görüşüldüğü, izlendiği ve deneyimlendiği pazar yeri, kent meydanı yahut çarşı diyebileceğimiz agoraların işlevini mecazen sürdüren marketler bize hâlâ şehirdeki gelişmeler hakkında bilgi vermeye devam ediyor. Gün aşırı güncellenen fiyat etiketleri, ekonomik gelişmeler hakkında dehşet verici bilgilerin karnı acıkan her bireye ulaşmasını sağlayabiliyor. Market içinde iki yakanın bir araya gelmesi için süren mücadele ve salatalığın değerinin yükselişindeki belirsizlik siyasi politikalar hakkında kapsamlı malumat verebiliyor. Reyonların önünde süren ay sonu hesaplamaları eğitim sisteminin neden yıllardır matematik odaklı olduğunu anlamamıza da yardımcı oluyor. Temel ihtiyaçların karşılanamaması söz konusu olduğu ve matematiğin ay sonu karşısında yetersiz kaldığı anlarda ahlak ve maneviyat marketten elleri boş, lakin inançlı çıkmamızı mümkün kılıyor. Marketler halkın nabzını tutmak konusunda kıymetiharbiyesi unutulmuş sahalar. Agoradan bakınca megamarketler yabancı hissettirse de anlatılan hikayeler geçmişten bugüne hala tanıdık.
Marketlerdeki fiyat etiketlerine bakıldığında, enflasyon karşısında duyulmaya başlayan sadece siyaset, ticaret ya da finansal çıkmazlar değil; bugün duyulmaya başlayan, yoğunlaşan kaygı, inanç kaybı, zayıflayan bağlar ve ruh ve beden sağlığı’nın ikaz çanları.
Enflasyon yükseliyor güven düşüyor
Enflasyondaki artış, en başta insanın güven hissini elinden alıyor ve durduğu yerde, hareketsiz haliyle değer kaybeden para yarına itimadı ortadan kaldırıyor. Sahip olduğumuz paranın gücü kaybolduğunda gıda, barınma veya sağlık gibi temel ihtiyaçların karşılanamaması korkusu, finansal stresin de kaynağı. Enflasyon, sahip olunan işin korunabilmesi, hatta gelir seviyesinin eşit sürdürülebilmesi için daha uzun çalışma saatleri talep ediyor; doğrudan iş yükü ve stresi artıyor. Bütçe hesapları zorlaşırken, salt temel gereksinimlerin noksanlığı değil, sinemaya gitmek, dışarıda yemek yemek gibi aşina olunan rutinlerin kayboluşu “yevmi sağaltım”ının önünde geçiyor. Yeni sabaha dair belirsizlik arttıkça finansal stresin etkisi hem birey hem toplum üzerinde yükseliyor; endişe, öfke ve kaygı atmosfere yayılıyor.
Enflasyonun öngörülemez yükselişi psikolojik güvenli zemini sarsarken yarına dair inanç, yıkılan umutların arasında kalıyor. İnşa ettiğimiz maddi dünyanın emniyetli kolları sandığımız paranın, yarın için iyi bir yaşamı ya da eğitimi vaat edemez hale gelmesi ve sürekli değer kaybetmesi, yönetime duyulan güven kaybını, sinizmi ve yoğun endişeyi beraberinde getiriyor. İstikrarsızlığın karşısında kronikleşen endişe ve umutsuzluğun birlikteliği de tükenmişliği, anksiyete sorunlarını ve depresyonu doğurabiliyor.
İlk kurban, zihinsel sağlık
Zihinsel sağlığa verilen önem de enflasyon karşısında değer kaybediyor. Pahalılaşan yaşamın ilk kurbanı ruh sağlığımız oluyor. Zira finansal istikrarlı olanın dahi stabil görünmeyen geleceğe dair yaşadığı kaygı, insanları daha uzun saatler çalışmaya zorluyor. Nesnel saatler ile öznel saatlerin birbirine karışıyor. Yarın hâlâ bir işin varlığından söz edilip edilemeyeceğini bilememek ya da faturaları, okul giderlerini, ev kiralarını, mutfak masraflarını ödemeyi başarabileceğinden emin olamamak insana kendini değersiz, yetersiz ve anlamsız hissettirebiliyor. İstikrarsızlık karşısında kronik yorgunluk ve tükenmişlikle baş etmeye çalışan kişilerin koruyucu desteğe ulaşmak için azalan maddi ve manevi güçlerinin muhtemelen kalmayışı işin içinden çıkılmasını zorlaştırıyor.
Enflasyon Canavarı
“Enflasyon canavarı”nın (ki bir “canavar”a dönüştürülen enflasyon, enflasyon hükümetlerinin kendinden kaynaklanan başarısızlıkları dışsallaştırmasının bir örneğidir) yuttuğu güvenli gelecek düşü yaşamın zaman kaybı gibi gelmesine, geçmiş yılların hesabının tutulmasına, gelecek yılların umudunun solmasına neden olabilir. İçimizde süren buhrana rağmen bütün günü çalışarak geçirmek öfkelendirir, refah içindekine haset uyandırır ve depresifleştirir. Enflasyon karşısında kayba geçen ruh sağlığımız, adım adım hem zihinsel hem bedensel sağlığın koruyucularından biri olan sosyal ilişkileri de zedelemeye başlar. Aile, arkadaş, akraba ilişkilerini güçlendirmek ya da yeni bağlar inşa edilebilmesine, çalışmaktan zaman kalmaması bir yana içinde çalkalandığımız ruh hali var olan bağları da zayıflatabilir.
Terapiler artık lüks ya da acil değil
Enflasyonun istikrarsızlığının yarattığı çalkantılı zihinsel ve finansal süreçler karşısında ilk kaybeden ruh sağlığı oluyor. Gündelik yaşam giderlerinin yükselmesi ve temel ihtiyaçların karşılanabilmesinin zorlaşmasıyla ruh sağlığı desteği -fiziksel sağlık kadar kritik öneme sahip olmasına rağmen- ivediliği düşük ya da lüks bir harcama olarak görünebiliyor. Terapi için ödeme yapamayacağını söyleyen, seansların sıklığını azaltmak isteyen ve terapi masraflarını karşılamak için başkasının finansal yardımına ihtiyaç duyanların sayısı her gün artıyor. Eşgüdümlü olarak ruh sağlığı desteğine ihtiyaç duyanların nüfusu da enflasyonla birlikte yükseliyor. “Enflasyon canavarı”nı yaratarak sorumluluklarını dışsallaştıran toplumun ruh sağlığı sorunlarını içselleştirmesini beklemek, boşa kürek çekmekten farksız olacaktır. Yoksulluk travmasıyla başa çıkmaya çalışan bireylerinse birleşmeye gücünün kalmaması anlaşılır; lakin umut, “enflasyon canavarı”nın midesinde değil, ancak birleşebilen, direnebilen ve değişimden bahsedebilen toplumlarda aranabilir.