Ayşe Naz Hazal Sezen
Çok sıkıldım!
Sıkılmak bir beklentinin deneyimini beklemektir; içinde bulunulan durumun dışına çıkma umudu taşır. Zira sıkıntı hem bir şey arandığının hem de bir beklentinin olduğuna işarettir. Artık serbest dolaşan dikkat vardır ve tutunulacak olanı bulunana kadar boşluk içinde salınır. Boşluk, bilinmezi ve belirlenmiş bir objeye yönelmemiş arzuyu bulma isteğini barındırır. Bireyin arzularını bulması için kendi duygularını tanıdığı, organize ettiği ve duygularına izin verdiği yerdir, sıkıntı.
Sıkıntı, güçlü değişimlerin, yeni kararların ve kendini anlamanın gerisindeki huzursuz andır.
Sıkıntı, başa çıkmaya çalıştığımız, uzaklaşmanın yollarını aradığımız, hoş olmayan, ancak patolojik de olmayan bir durumdur. Sıkıntıya tahammül etmek zordur ve mümkün olduğundan ondan kaçmak isteriz. İç dünyamızda beliren sıkıntıdan uzaklaşmak adına sıklıkla dış dünyanın dikkat dağıtıcı uyaranlarına kapılırız. Günümüzün sıkıntıya karşı sunduğu ekran çeşitliliği; sosyal medya, video oyunları, film ve dizi platformları can sıkıntımızın anlık sönümlenmesine oldukça yardımcı olmakta. Diğer bir yandan, zevk alınmayan her anın bireysel başarısızlık gibi sergilendiği tüketim kültürü, boş durmanın ve sıkılmanın önüne geçmek için can sıkıntısına kısa vadeli çözümler buluyor. Lakin, sıkılmanın önüne geçmek için bulduğumuz kısa vadeli çözümler, uzun vadede alevlenerek sıkıntıyı gidermek için daha yoğun uyarılma ihtiyacı doğuruyor. Sıkıldığımızda uyaranlardan uzak ve yalnız, hissettiğimiz rahatsızlığın içinde durabilmek görünenin ardında işlevlere sahip.
Sıkılmak, umut taşır
Sıkılabilen ve sıkıntısını bir yetişkinin varlığıyla, yetişkinin ikame edemediği durumlarda meşguliyetle söndürmeyen çocuklar için sıkıntı gelişimsel bir başarıdır. Sıkıntı içinde bekledikleri ebeveynlerinin onları yatıştırması değil, kendileridir. Güvenilir bakım verenini bekleyen çocuk erteleme yapabilme ve kendini anlama kapasitesini genişletir. Sıkıntı içindeki çocuk önce hayal kırıklığıyla başa çıkmayı öğrenir; bu sayede kendini tanıma, isteklerini bulma şansı edinir. Adam Philips’in bahsettiği gibi “Sıkıntı birinin kendisine zaman tanıma sürecinin bir parçasıdır.”
Sıkılmanın önemi unutturulmuş yahut önemini unutmuş ebeveynlerin -çocukları sıkıldığında kendilerini başarısız hissettiklerinden- çocuklarının dikkatini dağıtma arzusu, onları sıkılmakla/kendileriyle baş başa bırakmaktan baskın gelir. Neyi beklediğini bilmeyen, dikkati dağılmadan kendiyle kalamayan çocuk, en sonunda kendini tanımakta ve bulmakta zorlanacaktır. Yoğun sıkıntı, bir şeyin sonrasında ve bir şeyin öncesinde yaşanan bir geçiş anıdır. Bir son ve başlangıç ihtimalini barındıran bu anların sürekli doldurulmaya çalışılması, yetişkin yaşamında kendiyle kalamayan ve sürekli boşluktan uzaklaşma, meşguliyetle uyuşturulma ihtiyacı duyan bireyler yetişmesine neden olacaktır. Zira can sıkıntısıyla başa çıkma becerisi, duygusal, düşünsel ve eylemsel olarak kendi kendimizi düzenleme yeteneğimizle ilişkilidir. Erken yaşta bu hazırlıktan mahrum kalmak, ara vermeksizin meşgul, kendiyle serbest zaman geçirmekte zorlanan ve sessizliğe tahammülü düşük bireylerin yetişmesine neden olacaktır.
Sıkılmak, umut taşır
Sıkılmak bir beklentinin deneyimini beklemektir; içinde bulunulan durumun dışına çıkma umudu taşır. Zira sıkıntı hem bir şey arandığının hem de bir beklentinin olduğuna işarettir. Artık serbest dolaşan dikkat vardır ve tutunulacak olanı bulunana kadar boşluk içinde salınır. Boşluk, bilinmezi ve belirlenmiş bir objeye yönelmemiş arzuyu bulma isteğini barındırır. Bireyin arzularını bulması için kendi duygularını tanıdığı, organize ettiği ve duygularına izin verdiği yerdir, sıkıntı.
Can sıkıntısı duygularımızı düzenleme becerilerimizi geliştiren bir aracı olsa da istenmeyen bir durumdur. Belirsiz bir bekleyiş halidir; neyin beklendiğinin bilinmez, zevkten uzaktır, tahammülü zordur. Ne pahasına olursa olsun kaçınma istediği uyandıran bu anlar, bir yandan değişimin rahatsız edici belirtileri olabilir. Sıkıntı, mevcut olan bir eylem ya da sürecin artık anlam ifade etmediğini; bu yüzden kişinin dikkatini kendisini daha tatmin edecek olana çevirebileceği umudunu barındırır. Sıkıntının karakterize yandaşları memnuniyetsizlik, duygusal ağırlık ve zihinsel yorgunluk, huzursuzluk yaratan mevcut anın içinden çıkmak için bu umuda tutunurlar.
Yeter artık anı
Zevk vermeyen, dikkati sürdürmeyi zorlaştıran, rahatsızlık veren an, durum ve eylemlerden uzaklaşabilmek de artık o durumdan sıkılmış olmaya bağlıdır. Geleceğe dair büyüyen umutsuzluk hissi sıkıntının içindeki değişim umuduna sarılır. Geçimsiz bir evliliğin sonlandırma kararı alanların sıklıkla aynı şeylerin tekrarından sıkıldıklarını ifade ettikleri veya dış kaynaklı bir mecburiyet olmadan iş değişikliğine gidenlerin genellikle sıkıldıklarını ve değişime gittikleri yönündeki ifadeleri yaygındır. Sıkılmaktan doğan değişim, aynı duygu, düşünce ya da eylemin tekrarından doğan bir yeter artık anıdır. Bu anın içinde bir sonlanış ve belirsiz olan yeniye dair bir arzu vardır. Sıkıntıya tahammül edebilmek, filizlenecek hayal gücünün, yeşerecek nev duyguların ve arzu edilen değişimin ihtimallerini taşır.
Sıkılmak evrimsel mi?
İnsanın kendini tanıması, duygularını organize edebilmesi; bir açıdan değişim ve dönüşüme uğrayarak kendini keşfetmesi gibi mühim bir süreç, neden sıkıntı gibi rahatsız edici, huzursuzluk veren bir duygunun içine saklanmış olabilir? Zira, sıkılmak yaşamsal dürtülerin kontrolü olabilir. Sıkılabilmek için belli bir düzeyde psikolojik enerjiye ve uyarılmaya ihtiyaç vardır. Sıkıntı, sorgulamayı beraberinde getirir. “Ne istiyorum, neyi istemiyorum, ne için?” benzeri soruların sonucunda arzu edilene ulaşmak için eyleme geçirir. Yaşamdan umudu düşük ve dünyaları süreğen giden kişilerin iç sıkıntıları daha sönüktür; zira adanmak ve arzulamak için enerjileri yoktur. Bu durum, yaşamsal sürecin tehlikede olduğuna işaret olabilir. Andreas Elpidorou, sıkıntının harekete geçme dürtüsü olduğunu öne sürer. İç sıkıntının sonucunda dış dünyayla iletişimi başlatacağını; çünkü insanın kim olduğunu, neler yapabileceğini göstermek için iletişime geçeceğinden bahseder. İç sıkıntısının sağladığı iletişimin, insanın evrimsel sürecinde mühim bir yeri olabileceğini işaret eder.
Sıkıntı, eylem çağrısıdır. İçinde olunan durumun dışına, kendini tanımaya ve arzulana ulaşmak adına eylem geçmek için bir sinyaldir. Sıkıntı, güçlü değişimlerin, yeni kararların ve kendini anlamanın gerisindeki huzursuz andır.