Ayşe Naz Hazal Sezen
Çok Gülen Çok Ağlar (mı?)
Çok gülen çok ağlar kaidesinin içselleştirilmesiyle hem mutluluk ve eğlenmenin hak edilmediği hem de mutlu olunduğunda suçlu hissedilmesi gerektiği öğrenilir. Çok ağlayan ya da üzülen “Neyse, çok güleceğiz herhalde” demez ama gülen başına gelecekler için kaygılanır.
“Gülme, kamçı değil de nedir? Yoksa gülme bize boşu boşuna verilmiş bir şey midir sanıyorsunuz? Dünyada hiçbir şeyden korkmayan bir ahlaksız ondan boş yere mi korkuyor? Demek ki o bize, iyi bir işe yarasın diye verilmiştir. O bize insan güzelliğini çirkinleştiren her şeyi vurmak için verilmişse niçin onu kendi ruhumuzu lekeleyen şeylere karşı kullanmayalım? Evet, onu içimize sokmalıyız…” Gogol
“Çok güldük çok ağlayacağız var da çok ağladık çok güleceğiz niye yok?” diye sorar Metin Üstündağ; insanları düşünmeye sevk ederken mizahı aracı olarak kullanır bir yandan. Tersinden sorduğu basit bir sualle gülmenin cezasının ağlamak olduğunu, ağlamanınsa bir cezası olmadığına dikkat çeker. Dile yerleşmiş bu kültürel öğreti gösterir ki çok ağlamak olağandır; çok gülmekse olağandışı. Farkında olmadan dışlanmış bir duygudur gülmek, çok gülmek, katıla katıla gülmek, kahkahalarla gülmek… Olağanın dışında bir durumdur ve sıradanın dışına çıkan, bozduğu muntazamlığa ağlamak kaidesiyle çeki düzen verir. Adı konmamış örtük anlaşmada aşırı kahkahaya yer yoktur; aşırı ağlamakta da sorun yoktur.
Çok güldük, birazdan ağlayacağız galiba
Gülmenin suçluluk duygusuyla harmanlandığı anlaşmanın maddeleri erken yaşlarda sıklıkla yetişkinlerin gündelik batıl davranışlarından öğrenilir. “Çok güldük, birazdan ağlayacağız galiba.” der kahkahalarını dizginleyen büyük teyzeler. “Başımıza bir şey mi gelecek, çok güldük” der, eğlencesine gem vuran akrabalar. Örtük anlaşmaya sadık kalmaya çalışan yetişkinler, neşesi bol çocukların sesleri yüksek çıkınca “Çok gülmeyin, bir iş çıkaracaksınız.” diyerek anlaşmanın kurallarını hatırlatırlar. Çok gülen çok ağlar kaidesinin içselleştirilmesiyle hem mutluluk ve eğlenmenin hak edilmediği hem de mutlu olunduğunda suçlu hissedilmesi gerektiği öğrenilir. Çok ağlayan ya da üzülen “Neyse, çok güleceğiz herhalde” demez ama gülen başına gelecekler için kaygılanır.
Muhtemelen tasavvuf edebi ile birleşen bu Anadolu kökenle sözün temelinde ölçülü olmaya dair bir öğreti yatıyor olsa da zaman içinde sözün özü çarpıtılmış. “Azı karar, çoğu zarar” ile aynı anlamı taşıyabilecekken yanlış yorumlamalar, suçluluk duygusu içinde yaşayan bireylerin yetişmesine neden oluyor. Toplumumuzda çok ağlayan, üzüldüğü için suçluluk duygusu yaşamayarak üzülmeyi kanıksıyor; zaten doğal olanı(!) kabul ediliyor.
Yaşamdaki ikicilik olarak savunulabilen güne geceyi, yaşam ölümü izler; kötü olmazsa iyi, iyi olmazsa kötü olmaz öğretisi -ying yang felsefesi- ağlamak ve gülmek arasındaki bağı anlatır gibi görünebilir. Burada kötü ve iyinin yerine aydınlık, karanlık; sevgi sevgisizlik; başarı, başarısızlık gibi kavramlar da eklenebilir. Anlatılmakta olan dengenin süreğenliğidir. Çok gülen, çok ağlar derken bu dengeye atıfta bulunulmuş olsa da çok ağlayanın çok gülmemesiyle istikrar kaybolmuştur.
Gülme eklemi ciddiyetten uzak bir eylem
Kaygı ve suçlulukla perçinlenerek kaybolmuş bu denge, pederşahi topluluklarda çok gülene dönerek “Karı gibi gülme” der ve önce kadının gülüşünü dehleder; ardından erkeğin eğlenmekteki özerkliğini. Gülmenin duygusal tarafına bir de toplumsal roller ve yaftalar karıştırılmış olur. Bir erkek çok gülüyorsa efeminedir, askeriyede gülüyorsa ciddiyetsizdir; biri iş yerinde gülüyorsa sorumsuzdur; bir kadın kahkaha atıyorsa hafif meşreptir. Gülme eylemi ciddiyetten uzak olarak algılanır. Hatta saygınlığa zarar veren bir eylem olarak gösterilir. Gülmenin refah içinde gerçekleşebilmesi için önce iktidarın izin vermesi gerekir ve onun uygun gördüğü yerde gerçekleşmesi beklenir. “Siz, arka sıradakiler neye gülüyorsunuz? Söyleyin biz de gülelim.” cümlesiyle kendi iktidarını gülerek tehdit etmiş öğrencilerini güldükleri için ayıplayarak yeniden hizaya getiren otoriteye göre gülmek, ancak izin verildiğinde gerçekleşmelidir.
Tabu ve ayıp olarak gülme
Ciddiyetsizlik olarak nitelendirilen gülme eylemi dini öğretilerde ise kötü bir edim olarak sunulur. Tebessüm erdemdir ama gülünecek yer cennettir, denilerek gündelik hayattaki adaletsizliğin, acının ve gözyaşının meşrulaştırılmasına olanak sağlanır. Gülmenin ahiret sorumluluğunu azalttığına dair doktrinlerle gülmek, “tabu” ve “ayıp”a dönüştürülür. Özellikle kadının nazenin, şeref timsali, iffet ve mürüvvetine düştün olduğu için çarşı-pazarda kahkaha atmasının hoş karşılanmayacağı benzeri söylemler, bir yandan kadının toplumdaki konumu zedelerken, diğer yandan da özgür davranma hakkını örseler. Zira, gülmek, başlı başına hiyerarşiye karşı bir direnç, bir başkaldırıdır ve iktidar söylemlerinin karşısında gülebilen kişilerin otoriteyi zayıflatma ihtimali vardır. Ciddiyetsizliği kabul etmeyen iktidar, tabu ve ayıbın yetersiz kaldığı noktada gücünü koruyabilmek için “çok gülen, çok ağlar” gibi deyişlerin yanlış yorumlanarak, davranışları baskılayabilen söylemlere dönüştürür. Çok gülerek başkaldıran birey, kendi suçluluk duygusu tarafından itaate yöneltilir ve süreğen ciddiyet hali desteklenir.
Çok’larla yaşamayı bilen
Hülasa, çok gülen çok ağlayacağından değil, çok yargılanacağından durdurur kendini. Tabular ve ayıplara eşlik eden suçluluk ve aykırı olma korkusundan dizginler yoğun neşesini. Bilakis, fark edilmez çok gülenin kendiliğine daha yakın bir birey olduğu. Toplumsal yargılardan, baskılardan ve yaftalardan sıyrılarak duygularını yaşayabilen kişidir. Kahkahasını öğretileri ve korkuları gereği saklaması gerekmediği bilerek duygusunu içtenlikle yaşayabilir. Bu durumda çok gülen kişi çok ağlar; çok ağlayan da çok güler, çok kızar, çok heyecanlanır, çok utanır, çok sevinir… Zira, kimliğin ciddiyet üzerine oturtmaya çalışan toplum ve iktidarın malumatlarını değil, kendi duygularını çok’lara kadar yaşamayı öğrenmiştir.