Ayşe Naz Hazal Sezen
Bir zamanlar gelecek: 2021
Günaha davetle açılıyor beyaz perde. Erginin anılarını çağıran, gençlik ile yaşlılık arasında kalanın hayallerini süsleyen, erini korkutan ilk günah seyircisini distopyaya davet ederken soruyor: Cennetten kovulmaya hazır mısın?
Bilim-kurgu ve dram türündeki “Bir Zamanlar Gelecek: 2121” distopyan bir geleceğe dair öngörüde bulunurken bizi geçmişe, ilk mite, ilk günaha, ilk şüpheye götürerek perde açıyor. Ademiyetin ulaştığı yere ve korkarak yaklaştığımız geleceğe ilk adımı nerede attığımızı hatırlamamızı; buna binaen ilerleyen dakikalarda karşımıza çıkacak mekanikleşmiş yeni dünya kurgusunun ‘sadece bir kurgu mu, yoksa insanlığın döngüsü mü’ sualiyle ilerlememizi arzu ediyor gibi görünüyor.
KADIN VE ELMA
Yasak elmayı ısıran Havva ve Âdem, günahlarının bedeli olarak cennetten/ütopyadan, çıplak kaldıkları, hastalıklarla mücadele ettikleri; lakin kendi iradeleriyle yaşamaya başlayacakları distopik gerçekliğe; başka bir deyişle dünyaya düşerler. Envaiçeşit anlatı dinleriz bu düşüş hakkında, bir elmanın içine elma kurdundan başka sığan şeyleri duyarız: Merakın kırıntıları, şüphenin tadı, isyanın adı ve devrimin başlangıcı. Yasak elma çeşitli metaforik anlamlar barındırırken BZG: 2121’de elma ve saçını kulağının arkasına atarak devrimi başlatacak kadın sistemi sorgulamaya yönelik en mukavemetli temsiller olarak tutulmuş. Elmadan ilk ısırığı aldığı söylenen Havva, pederşahi anlatıda cennetten düşmeye neden olduğu için suçlanıyor olsa da nev bir açıdan yorumlandığında, benibeşerin ilk devrimsel eylemini gerçekleştirmiş kabul edilebilir. Belki Havva’nın başlattığı devrimin gücünden haberi yoktu; ancak BZG: 2121’de izlediğimiz üç farklı nesilden kadınların devrimin tadına dair bildikleri ve keşfedecekleri var gibi görünüyor.
DEVRİMCİ EYLEM: HATIRLAMAK
Filmde insanlığın hikayesinde yer alan metaforlar bir yana dünyanın belirli yerlerinde -ne yazık ki- karşılaşılan günümüzden pek uzak olmayan ve hızlanan çağın taleplerini temsil eden ayrıntılar da mevcut. Bir örnek saç kesimi, üniforma halini almış turuncu tulumlar, belli bir saatten sonra evden çıkma yasağı, kapının önüne bırakılan plastik kaplarda yemekler, azalan temas ve “mutlu hayatlar” dilekleri bunlardan sadece birkaçı. Filmin atmosferine yayılan mekanikliğin ve tekdüzeliğin dengeleyicisi olan -rahatsızlık veren mi demeli- büyükannenin sisteme aykırı saç kesimi ve henüz mekanikleşmemiş hareketleri ekrandaki gerçekliği hala sorgulayabilmemize yardım eden zıtlığı yaratıyor. Su mataraları dışında kişisel en ufak bir nesneye yer bırakmamış sistem, insanlıktan geriye kalanların ortak hafızasını geçmişten temizlemişken, bireyselliğin de yok oluşuna zemin hazırlıyor. Kişiselliğe yer kalmadığı bu yeraltı hücrelerinde -pardon- evlerinde yaşayan büyükanne, zulasında saklamayı başardığı birkaç nesneyle hala kim’liğini hatırlayabiliyor. Belli ki büyükannenin mekanikleşmesinin önündeki devrimci eylem, hatırlamak.
MUTLU HAYATLAR!
Filmi izlerken sıklıkla tekrar edilen “mutlu hayatlar” dileği, yaşlı nesil olarak adlandırılan 2121’deki büyükannenin ve 2023’teki izleyicinin yüzünde aynı eğreti hissi yaratıyor. Günümüzün performans öznesine dönüşen bizler, iktidarın “mutlu ol” formülüne aşinayız. Fiziksel baskı, cezalandırma ve acıyla disiplin altında tutulan toplum yerini özgürlük adı altında kişisel motivasyon, kendini gerçekleştirme, pozitif olma ve acı çekmeme gibi olumluluklara bırakalı hayli vakit oldu. Zira mutluluk dispozitifi insanı kendisiyle meşgul ettikçe iktidar ve birey arasındaki ilişkinin sorgulanmasının da önüne geçti. Performans öznesine dönüşen bizler de acı ve mutsuzluk karşısında düzeltilmesi gereken (!) bu olumsuz duyguların kişisel durumlar olduğuna inandıkça/inandırıldıkça, toplum içinde siyasi ve dayanışmacı yönümüzü kaybediyor; ardından iktidarı sorgulamayı bırakıyoruz. Dolayısıyla, birlik ve seferberlik gerektiren devrim gerçekleşmiyor; devrim yerine depresyon esas gündemimize dönüşüyor. BZG: 2121’de mütemadi tekrar eden “mutlu hayatlar” söylemi de iyi bir dilekten ziyade “sorgulamama” emri verircesine günümüzün gerçekliğini gelecekten izleyenin yüzüne çarpıyor.
Filmdeki sistem kurgusu ihtimamlı tasarlanmış. İçinde Cesur Yeni Dünya, 1984 göndermelerini barındırırken, onlardan farklı olarak sistemin işleyişini tamamen en genç neslin eline bırakmış. Sistemi güvende tutmak için ehemmiyetli bir yol. Sorgulamayı bilen yaşlı nesil “geri dönüştürülürken” henüz sorgulamayı öğrenmemiş nesil tek bir doğru ile yetişiyor: Sistem en iyisini bilir, biat et! Fa hrenheit 541’deki gibi yakılacak kitapların dahi kalmamış olması, bu distopyan sistemi bir adım ileri götürüyor.
BÜYÜKANNE-KIZ-TORUN ÜÇGENİ
İzlediğimiz sistemin içinde aynı anda üç kuşağa yer verilmiş. Genç, orta ve yaşlı nesil; bir de yeni hayat. Yeni hayat gelirse sistemdeki en yaşlı birey sistemden ayrılma mecburiyetinde. Kıtlık kanunları kimseye ayrıcalık tanımadığı gibi 2121’deki büyükanneye de erken ölümü mecbur kılıyor. Distopik algıladığımız bu gerçekliğin içinde orta yaşlı kadın, anne olabilmek için kendi annesinin ölümünü kabul etmek zorunda. Kızının anne olabilmesi için büyükanne kendi ölümünü kabul etmek zorunda. Yeni hayat var olabilmek için birilerini fiziksel olarak yok etmek zorunda. Mecburiyetler içinde doğan ve ölen bu nesillerin anne-kız rabıtasının derinlerine inilmese de derinlerdeki etkisi ekrana yansıtılmış. Hassaten, sistemin öznelleştirilmesine olanak sağlamadığı nesneleri sığınağında barındırmaya devam eden büyükannenin sırrına vakıf olan kızının geçmişe temas ettiğinde nasıl değiştiğini görebilirdik. Mekanikleşen dünyada kim’liğe dair ilk gerçek temas süratli geçilmiş. Sığınakta gerçekleşen bu temas biraz daha uzun tutulabilirmiş; ancak bu teması daha uzun görme isteği, mekanikleşmenin verdiği rahatsızlıktan kaçmak için de olabilir.
Karanlık gerçekliği değiştirebilecek olmanın umudu ise hem gizli hem de alenen filmin başından beri görünüyor. Bazen yerle bir oluyor, bazen bir bağın ilk adımına dönüşüyor; lakin son ana kadar kendini peyda etmiyor.
BUGÜNDEN DİSTOPİK, YARINDAN ÜTOPİK
Gelecekte iklim krizi ve kuraklık nedeniyle yer altında yaşamaya başlayan müstakbel nesillerimizin, günümüz penceresinden bakıldığında distopik, yarının penceresinden bakıldığında ütopik günlerini izliyoruz. Zira, iklim krizinden dolayı yerküre üzerinde yaşamanın olanaksız hale geldiği bir zaman diliminde yerin altına sığınabilmek, sürdürülebilir bir sistem kurmak ve insan ırkının devamlılığını sağlamak ütopik bir gelişim olarak algılanabilir. Yeşile dokunabildiğimiz, hava kirliliğinden dolayı -müteaddit bölgede- hala maske takmadan dolaşabildiğimiz veya -oldukça çok yerde- hala temiz su kaynaklarına ulaşabildiğimiz yerkürenin bu deminde BZG: 2121’in türü bilim-kurgu iken yarın bu türün adı öngörü olabilir mi?
SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR GELECEK İÇİN SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR FİLM
Bir Zamanlar Gelecek: 2121, hala temasın var olduğu, yeşile dokunulabildiği, göğün göründüğü bir zaman diliminden izlendiğinde absürt algılanabilecek taraflara da sahip. Lakin anlatılmak istenilene gelecekteki değişmiş nesillerin gerçekliğinden bakılması eksik ya da farklı gelen bu yanların anlaşılabilmesine olanak sağlıyor. BZG: 2121’in izleyicisine sunduğu distopyan sahnenin uzak bir gelecek olmayabileceğini düşünmemiz lazım. Bilhassa, tüm ekibin bu filmi çekerken sürdürülebilir bir dünya ilkesini benimseyerek hareket etmesi, karbon ayak izini en aza indirmeye çalışması, hiç atık çıkartmaması, geri dönüşümü sağlaması filmin niteliğini farklılaştırıyor; Türkiye’nin ilk sürdürülebilir filmi oluyor. Hülasa, anlatım sadece ekranda kalmıyor, reel dünyada pratiğe dökülüyor. Belli ki kurguladıkları -olası- distopyadan en çok onlar endişe ediyor. Bizlerin de serencamımız düşünme vaktimiz çoktan geldi, hatta geçti. Daha da geç kalmadan, sistemin içinde kim’liğimizi yitirmeden sürdürülebilir bir yaşama geçme umuduyla.
Mutlu okumalar!