Ayşe Naz Hazal Sezen
Âdem mi, Şeytan mı?
Yaratıcısına karşı gelebilen ateşten olan şeytan, Tanrı tarafından vaat edilen cennetin değerini cehennemiyle arttırıyor. Ateşin korkusu, cenneti değerli kılıyor. Ve biz cehennemi görmeden cennetin değerini bilmediğimiz için de düştük cennetten. Cehennemi tanımadığımız için cennetimizi yakıyoruz, kirletiyoruz ve sömürüyoruz. Oysa şimdi, dünyanın kaynaklarını bu süratle tükettikçe kendi cehennemimizi yaratmaya çok daha yakınız.
Yerkürenin çeşitli noktalarından gelen felaket haberleri arttıkça yaradılış hikâyelerini daha sık düşündüğümü fark ediyorum. İyi ve kötünün, şeytan ve meleğin, cennet ve cehennemin simgelediklerini en başından beri yanlış ya da noksan yorumluyor olabilir miyiz? Elbette, tefsirler toplumların, çağların ve yorumlayanların kendine has unsurlarını barındırıyor. Lakin yerküreye yaptıklarımıza ve yapmaya devam ettiklerimize baktıkça sormadan edemiyorum: “Âdem’e secde etmediği için cennetten kovulan melek ‘şeytan’ değil de en başından beri kendini tüm yaratılanlardan üstün gören âdem (insan) miydi?
Yansıtma Nedir?
İnsan varoluşundan bu yana beklenmedik durumlarla karşılaştığında psikolojik bütünlüğünü sürdürme ve benliğinin değerini korumak için kullandığı savunma mekanizmalarının en yaygınlarından biri ‘yansıtma’dır. Yansıtma, benliğimizin kendisine yakıştıramadığı duygu ve düşünceleri çevresindeki insanlara atfetmesi; kendinden sakladığı kişisel özelliklerini başka bireylerde görme eğilimidir. Öteki üzerinden kendi kişiliğimize ayna tutulmasıdır. Yoğun kullanıldığı durumlarda sağlıksız kişilik örüntülerine neden olan bu savunma mekanizması sıklıkla iki şekilde karşımıza çıkar: bireyin kendine dair eksikliklerinin ve kusurlarının nedenlerini başkalarına yüklemesi ve bireyin kendinde kabul edemediği, yakıştıramadığı tutum ve davranışları başkalarına yakıştırması. Hazırlanmadığı için sınavda başarısız olan bir öğrencinin öğretmenin ders anlatımını eksik bulması ya da uyumsuz bir ilişkinin bitişinden çevre veya sistemin suçlanması birinci duruma örnektir. İkincisi ise dedikodu yapmaktan keyif alan bir bireyin, dedikodu yapanları aşağılaması ya da yargılaması misal gösterilebilir.
Şeytan Kavramı Yansıtma Olabilir mi?
İnsanın, insan olarak var olduğundan beri savunma mekanizmalarını kullandığını düşünürsek ve en güçlü yansıtmasını şeytan kavramı ile yapmaya başladığını tahayyül ediyorum. Hristiyanlık ve İslam mitolojilerinin de dâhil olduğu çeşitli mitolojik anlatılarda meleklerin nurdan, tinden, beşinci element ve benzerlerinden yaratıldığı tasvir edilirken, sadece ateşten yaratılmış melek olan şeytan topraktan yaratılan Âdem’e ya da Âdem’den önce secde etmediğinden kötülüğün sembolü, günahların baştan çıkarıcısı haline gelmiştir. Farklı olduğu için kibirlendiği öne sunulan şeytan ile diğerlerinden farklı yaratılan âdemin ayrımı nerede başlıyor? İkisi de diğerlerinden farklı yaratılmış, ayrıcalıklı olanlar; ikisi de Tanrının gözdesi. Belki de en başından beri sadece biri gerçek diğeri onun iç dünyasının sembolüydü. Öğretilerin dışında sormak lazım, yaradılışın müstesna eseri(!) olan insan kendine yakıştıramadığı kibrini öteki/şeytan kavramı üzerinden yansıtmış olabilir mi? Kibirli olmak bana/insana yakışmaz, kibirli olan şeytan habis ve bedhahtır, dediğinde kusurlu yapısını karşı tarafa mal ederek yansıtma savunma mekanizmasının pür bir örneği karşımıza çıkıyor. Kendi içimizdeki muazzam kibrin, hasetin, doyumsuzluğun, iktidar arzusunun yansıması, sadece yaratıcısına karşı gelebilecek kudretteki şeytan olabilirdi. Yahut cennetten kovulmamız kendi tamahkârlığımız ya da ihtirasımız sebebiyle değil, ancak şeytanın aklımızı çelmesiyle mümkün kılınabildi. Yaratılış karşısında kendi hatalarından dolayı başarısız olup, öğretmenini suçlayan öğrencilerden bir farkımız olmadığı aşikâr. Yaratılış mitolojilerine göre de ilk insandan beri aynı yansıtma savunma mekanizmasını kullanıyoruz. Kendi kusurlarımız, hatalarımız veya eksikliklerimiz hep bir başkasının suçu.
Dünya Limit Aşımı Günü
Bugün, kovulduğumuz cennetin ardından tek evimizdeyiz. İkinci bir dünyamız yok. Yerküre üzerinde kurduğumuz cennete, cehennemi getiriyoruz. Hepimiz cennetten/dünyadan kovulmak üzereyiz ve hala bunun için şeytanı/diğerlerini suçluyoruz. Aynada yansıyanın kendimiz olduğunu henüz idrak edemedik. Tanrı’ya kafa tutan kibrin kendimize ait olduğunu görmekten imtina ediyoruz. 29 Temmuz 2021 günü limitimizi aştık. Küresel Ayak İzi Ağı’nın verilerine göre bu tarihten itibaren 2021 yıldır insana sunulan doğal kaynaklardan fazlasını kullanmaya başladık. Yani 2022’nin doğal kaynaklarından borç alıyoruz. Yılın daha yedinci ayında geleceğe borçlandık, hızla dünyayı tüketmeye devam ediyoruz ve hala başkalarını tüm bu yok edişten mesul görüyoruz. Oysa aynadaki şeytan biziz. Biz yakıyoruz, biz kurutuyoruz, biz kirletiyoruz, biz yapıyoruz ve kibrimizden ne yaptığımızı görmüyoruz. Adına politik sebepler dediğimiz, adına ticari nedenler dediğimiz, adına kapitalist değerler dediğimiz, adına rant dediğimiz, adı için sürekli yeni bahaneler bulduğumuz nedenlerle aralıksız olarak yerküreyi sömürüyoruz. Ardından sanki hiç suyu açık bırakmamış, üç dakikalık yol için araba kullanmamış, keyfi için ağaç kesmemiş gibi değerlerin çöküşünden dem vuruyoruz. Oysa değerlerin kendi içimizde çürümeye başlamasını görmezliğe vurarak, bireysel etik, ahlak ve özveri değerlendirmesi yapmadan, toplumsal değerlerin çöküşünü öne sürmek de yansıtmadır. Kendimizde olanın toplumsal örüntüsüdür.
Cenneti Değerli Kılan Ateş Korkusu
Yaratıcısına karşı gelebilen ateşten olan şeytan, Tanrı tarafından vaat edilen cennetin değerini cehennemiyle arttırıyor. Ateşin korkusu, cenneti değerli kılıyor. Ve biz cehennemi görmeden cennetin değerini bilmediğimiz için düştük de cennetten. Cehennemi tanımadığımız için cennetimizi yakıyoruz, kirletiyoruz ve sömürüyoruz. Oysa şimdi, dünyanın kaynaklarını bu süratle tükettikçe kendi cehennemimizi yaratmaya çok daha yakınız. Artık ateşin yıkımını gördüğümüze, yakıcılığını hissetmeye başladığımıza göre cennetin değerini daha iyi anlayabiliriz. Yerküre bizim tek evimiz. Evimizdeki her canlı biz onların zapt edicisi olarak davransak bile onlar bizim yoldaşımız. Onlar olmadan biz hayatta kalamayız. Kim olduğumuz, ne olduğumuz, nereden gelip, nereye gittiğimiz, ideolojik olarak kimi desteklediğimiz ya da dünyanın düz olup olmadığına inanıp inanmadığımız fark etmez. Hepimizin elinde tek bu dünya var. Dünyayı yakanlar için şeytanı suçlamak yerine, aynadaki yansımanın biz olduğunu görebilecek farkındalıktayız. Cehennemde yaşamaya mecbur kalmadan önce, âdemin kibrinden sıyrılarak, var oluştaki tüm canlılarla eşit olduğunu anlama vakti.