Kaya Türkmen
Yaşasın cumhuriyet
Yüzüncü yılını kutladığımız cumhuriyet Büyük Atatürk’ün önderlik ettiği halkımızın verdiği kurtuluş savaşının ertesinde kuruldu.
Birinci Dünya savaşının mağlubu Osmanlı, İtilaf devletlerine yem olmuş ve kendisine imzalattırılan Sèvres (Sevr) anlaşması gereği ülkenin birçok bölgesi o devletler tarafından işgal edilmişti. Osmanlının enkazı üzerinde Türklere layık görülen coğrafya, Orta Anadolu ve Orta Karadeniz’e sıkıştırılmış bir arazi parçasından ibaretti.
Atatürk’ün önderliğinde Türk milleti o anlaşmayı reddederek ülkemizi işgal eden güçleri defetmek için Kurtuluş Savaşını başlattı.
Ve o savaşı kazandı bu millet. Ve özgür milletler ailesinde onurlu bir yer edindi. Örnek oldu emperyalizme karşı savaş vereceklere. Bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi yürüten birçok milletin ulusal kurtuluş mücadelesine ilham kaynağı oldu kurtuluş savaşımız.
Kurtuluş Savaşının zaferini Lozan’da dünyaya kabul ettirdikten hemen sonra cumhuriyeti ilan etti kurucu liderlerimiz.
Kolay değildi o günkü koşullarda cumhuriyet ilan etmek. Mustafa Kemal’in etrafında padişaha bağlılık yemini etmiş Osmanlı subayları, Osmanlı memurları vardı. “Biz bu savaşı padişah hazretlerine karşı vermedik” diyenler vardı. Yıllar sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin Vaşington Büyükelçiliğini yapacak olan Osmanlı hariciyesi memuru Münir Ertegün, erken cumhuriyetin onu saflarına katma girişimlerinde epeyce tereddüt yaşamıştır ettiği o yemin yüzünden.
29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen cumhuriyet, halkın kaderini tek bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak kararlardan kurtarıp milli egemenliği halkın kendisine teslim etmek için kuruldu.
Atatürk’ün ifadesiyle, “Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla Türk milletini emin ve metin bir istikbale koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibarıyla büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.”
Cumhuriyetle birlikte o cumhuriyeti yaşatacak kurumlar da olmalıydı.
Cumhuriyet kurdu o kurumları.
Cumhuriyete bağlılık, kurucu felsefe ve ilkelere bağlılık kadar, cumhuriyetin kurumlarına da bağlılık ve saygı gerektirir.
Ordusunun kurumsal gelenekleri boşlayıp, orduya girişi dini bir gruba aidiyete bağlı kılmak, tayinleri, terfileri o aidiyetin gereklerine göre yapmak değildir cumhuriyet.
Emniyet teşkilatını siyasileştirip, siyasi iktidara bağlı bir polis gücüne dönüştürmek değildir cumhuriyet.
Yargıyı siyasi iktidarın emrinde, ona ve sadece ona hizmet eden bir kurum haline getirmek değildir. Para verince tahliye olunabilen, para verince yayın yasağı çıkartılabilen, para verince adli kontrol önlemleri kaldırılabilen kokuşmuş bir adalet aygıtı cumhuriyete yakışmaz. Anayasa Mahkemesi’ne saygı duymamak, kararlarını uygulamamak yoktur cumhuriyette.
Parlamentonun yetkilerini budamak ve göstermelik bir rolle yetinmesi koşullarını yaratmak değildir cumhuriyet. Meclis sıralarında oturanların parmaklarını hangi yönde kaldıracaklarına saraydan karar vermek de değildir.
Dışişlerini dağıtmak hiç değildir. Oradaki birikime garez duymak, o birikimi kullanmayı reddetmek, kadrolarına layık olsun veya olmasın siyasi iktidarın adamlarını doldurmak olamaz, olmamalıdır cumhuriyet. “Monşer” diyerek küçümsediği yetişmiş, deneyimli kadroları evlerine gönderip, artık terlikçi mi olur, rüşvetçi mi olur, ne idüğü belirsiz tipleri onların yerine oturtmak değildir cumhuriyet.
Tek adamın keyfine göre karar almasına engel olan bir yapı olarak görüp, cumhuriyeti planla, programla, bilimsel kurallarla yönetmek için kurulan planlama teşkilatını ortadan kaldırmak yakışmaz cumhuriyete.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nı siyasi iktidarın askeri haline getirmek, ondan Osmanlının Şeyhülislamlık kurumunun yeni bir versiyonuymuş gibi akla, mantığa, bilime aykırı kararların tasdik makamı olarak faydalanmak bağdaşmaz cumhuriyet ruhuyla. Laik cumhuriyetin, İslam dini konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının çağdışı fetvalar veren bir kuruma dönüştüğünü görseler mezarlarında dönerlerdi cumhuriyeti kuranlar.
Üniversitelerimizle uğraşıldığında, Boğaziçi, ODTÜ gibi gözbebeklerimize “Eski Türkiye alışkanlığında olan üniversiteler, adım adım bu ülkenin üniversiteleri olduklarını anlayacaklar!” denildiğinde cumhuriyetin canı acır.
Eğitim çağdaş bilim yerine masallara, hurafelere, uydurma inançlara, bilumum yobaz hacı hocaya, çocuklarımız ise tarikat ve cemaatlere teslim edildiğinde cumhuriyetin gönlü kanar.
İnsan sermayemize düşmanlık edildiğinde, yüzbinlerce iyi yetişmiş, dünyayla bütünleşmiş, bilimi rehber edinmiş parlak beynimiz hapislerde çürütüldüğünde, yurtdışına kaçırıldığında ya da yoksulluğa mahkûm edildiğinde cumhuriyet nefessiz kalır.
Yoksul halktan toplanan vergilerle memleketin dört bir tarafında saraylar yaptırıldığında cumhuriyetin ruhu muazzep olur.
Konserler, festivaller yasaklandığında, temel hak ve özgürlükler ayaklar altına alındığında, Türkiye’miz demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü alanlarında dünya klasmanının son sıralarına düşürüldüğünde cumhuriyet kahrolur.
Hadi cumhuriyeti kutlamıyorsunuz filan da...
Bari bir de kirletmeyin.
Yaşasın cumhuriyet!