Fesad, tefessüh, taaffün...

“Bizim icraatlarımızın ulaştığı yerlere, bunların hayalleri bile ulaşamaz” lafını çok sever ve kullanır Erdoğan.

Geçen yıl seçim öncesi bir metro hattının açılışında kurmuştu bu cümleyi. “Bizim icraatlarımızın ulaştığı yerlere, bunların hayalleri bile ulaşamaz” dediydi.

Haklıymış. Kurdukları rejimin bu ülkeye yaptığı kötülüğü en fesat olanımız bile akıl edemezdi.

İktidarlarının oluşturduğu düzenin ülkeyi getirdiği durum, bırakın hayal etmeyi, rüyasını görmeyi, kâbuslarımızda bile yoktu.

22 yılda memleketi önce fesad (bozulma), ardından tefessüh (çürüme), şimdi de taaffün (kokuşma) mertebesine eriştirdiler vesselam.

Bugün itibarıyla oniki ama gerçekte herhalde çok daha fazla bebeği, o cennet kokan yavrularımızı üç kuruş uğruna öldüren, annelerini, babalarını soyan, Sosyal Güvenlik Kurumu’nu dolandıran yaratıklar üretti kurdukları düzen.

Ortaya dökülenlerin buzdağının tepesi olduğundan, sadece yeni doğan değil, yoğun bakım, MR, endoskopi, diyaliz çetelerinin de olduğundan bahsediliyor. Yaşlı bakım evleri ne kadar kontrol ediliyor bilinmez. İlaç çeteleriyle mücadele ediliyor mu? O da bilinmez.

“Sağlıkta dönüşüm” dediler. Sağlığı tüccarlara teslim ettiler. Taksi plakası dağıtır gibi parayla hastane ruhsatı dağıtıyor bu düzen.

“Giderlerse gitsinler” dediler itirazlarını seslendiren doktorlara.

Sağlık Bakanlığını, hastanelerini, ezcümle tüm sağlık sektörünü birlikte yol yürüdükleri Menzil tarikatına teslim ettiler.

Düzenden memnun olan da var gerçi. “Eskiden randevu alamıyorduk, şimdi ne güzel doktor dövüyoruz” diyorlar. Ve onlara oy veriyorlar.

Sadece sağlık mı?

Ya eğitim?

OECD ölçümlerinde utanç verici seviyelere düşürdükleri eğitimi daha da diplere itmek istercesine habire müfredat değiştirdiler. Okullarımızı tarikatlara, imamlara, ÇEDES adını verdikleri yobazlıklara teslim ettiler. Canım Anadolu Liselerini, Fen Liselerini imam hatibe dönüştürdüler.

Bugün gençlerimiz yurt dışına kaçıyor, okullarımız sidik kokuyor.

Tarıma, hayvancılığa resmen suikast yaptılar. Çiftçiyi perişan ettiler. Milletin efendisi köylümüz yerine el âlemin üreticisine para akıttılar. Bakanları bunu hiç dert etmedi. Onlar tepeden üfürmeli, popodan ısıtmalı arabalarını kaptırmama kavgasıyla meşguldüler.

Çevreye düşmanlık ettiler. HES’lerle nehirlerin doğal akışını bozdular, ekosisteme zarar verdiler, yerel halkın suya erişimini engellediler. Termik santrallerle havayı kirlettiler. Gösteriş projeleri için milyonlarca ağaç kestiler. Vahşi bir madencilik faaliyeti yürüttüler. Artvin Cerrattepe’de, Kaz Dağları’nda siyanürle altın çıkartılmasına izin verdiler. “Ayakkabıyla bile girilmemeli” denilen Salda gölüne “Millet Bahçesi” yapmak için iş makineleri soktular, asfalt döktüler. Milas Akbelen ormanında kömür madenine yer açmak için ağaç katliamına giriştiler. Ormanlarımız yakıldı. Söndüremediler. Otel var şimdi oralarda.

Neyse ki Kanal İstanbul denen o fecaati hiçbir zaman gerçekleştiremeyecekler.

Ekonominin kitabını yazdılar. Nas filan dediler. Bizi kitaptan da dinden de soğuttular.

Bugün şahit olduğumuz toplumsal şiddet, yarattıkları gerginlik ikliminin sonucu.

Ülkeyi İstanbul Sözleşmesinden çıkardılar. Kadınlara şiddet uygulamaya hevesli yaratıkları cesaretlendirdiler.

Yargıyı siyasallaştırdılar. Adalete güveni yerle bir ettiler. Savcılara hakimlere talimat verdiler. İtler, uğursuzlar, caniler, tecavüzcüler, kadına şiddet kullananlar, çocuklara hallenenler, vergi kaçakçıları, kamu malına çökenler ellerini kollarını sallayarak sokaklarımızda dolaşırken, ülkesi için, barış için, adalet için çırpınan Kavala’lar, Demirtaş’lar, Atalay’lar ve daha nice muhalif cezaevlerinde çürütülüyor.

Cumhuriyetin gözbebeğimiz kurumlarını birer birer işlevsizleştirdiler. Kimini yıktılar, çoğunu öldürdüler.

Bazen soruyorum kendime: bu memleketin bir devleti olmasaydı bugünkünden daha kötü ne olurdu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi