Gönç Selen
YALANSIZ, DOLANSIZ SİYASET OLUR MU?
Olur… Peki yalansız, dolansız siyaset yapan var mı? Bugünün siyasetine ve siyasetçisine baktığımızda sormamız gereken esas soru bu galiba. Keşke bu ikinci soruya da ilki gibi kesin ve olumlu bir cevap verebilseydik.
Siyasetçiler kendi çıkarları için değil de halkın refahı için çalışsalardı… Kendilerini haklı göstermek için gerçekleri çarpıtmasalardı… Oy almak uğruna bizi boş vaadlere boğmasalardı… “Zaten post-truth döneminde yaşıyoruz, ne palavra sıksak inanır bu halk” düşüncesinde olmasalardı… Daha dün söylediklerini bugün inkâr edecek kadar işi pişkinliğe vurmasalardı… Yapmadıklarını yapmış gibi anlatmasalardı… Başarısızlıklarını başarı gibi yutturmaya çalışmasalardı… Keşke bunların hiçbirini yapmasalardı da biz de bu ikinci soruya gönül rahatlığıyla “evet” cevabını verebilseydik. Bu cevabı veremiyorsak sizce de burada etik bir sorun yok mu?
Aristoteles etik ve siyaset kavramlarını neredeyse birbirinden ayırmadan kullanır. Ayırdığı noktada da siyaseti etikten daha üst bir üst bir mertebeye konumlar. “Nikomakhosa’a Etik” kitabının hemen başında, siyasetin etikten de önce geldiğini söyler. Sanılanın aksine etiğin siyaseti değil, siyasetin etiği kapsadığı fikrini ortaya atar. Türkiye’nin önde gelen felsefecilerinden Prof. Dr. Ahmet Arslan ‘İlkçağ Felsefe Tarihi’ isimli 5 ciltlik eserinin Aristoteles’e ayırdığı 3. cildinde bu fikri şöyle açıklıyor: “Onun bu görüşünün ve tutumunun ethiği “tek bir kişi” için iyiyi araştıran bir etkinlik olarak almasına karşılık politikanın “kent” için, “site” için veya “toplum” için iyiyi araştırdığını ve bu ikinci etkinliğin veya araştırmanın daha kapsamlı olduğunu, dolayısıyla birinci araştırmayı da içine aldığını düşünmesidir.” (s. 238)
Aristoteles’in toplum için en iyiyi araştıran, en yüksek pratik bilim olarak tanımladığı siyaset, ne ara toplumu kandırma sanatına dönüştü? Kimileri şu cevabı verebilir; “Niccolò Machiavelli Prens’i yazdı, mertlik bozuldu.” E bir anlamda doğru. Kitabı İngilizceye çeviren George Bull, giriş yazısına şu cümleyle başlıyor; “Geleneksel der ki Prens Şeytan’ın ilham verdiği bir kitaptır.” (Niccolò Machiavelli, The Prince, Penguin Books, 1995, s. ix)
Machiavelli bu kitabında Aristoteles’in tersine etik ve siyaset kavramlarını birbirinden ayırıyor. Bununla kalmayıp, siyasette gerekirse ahlaksız davranmanın doğru olduğu, iktidarı korumak ya da güçlendirmek için her yolun denenebileceği anlamına gelen tespitlerde, hatta tavsiyelerde de bulunuyor. Söylediklerinin bu anlama geldiği akademik çevrelerde halen tartışılıyor olsa da pratikte böyle yorumlanmış ve sonunda Makyavelizm kavramı doğmuştur. Kimi Machiavelli yorumları, “O sadece durum tespiti yaptı. Yani siyaseti ve siyasetçiyi tarif etti” dese de günümüzde “Makyevelist siyasetçi” terimi, çoğunlukla ‘oportünist’, ‘kaypak’, ‘iktidar için her şeyi yapabilir’ anlamında hakaret olarak kullanılıyor. Machiavelli hakkındaki bu tartışmaları bir kenara bırakıp neden olduğu bağlama bakarsak, günümüz siyasetçilerinin Aristotelesçi bir bakış açısıyla değil de Machiavellici bir bakış açısıyla hareket ettiklerini söylemek sanırım yanlış olmaz. Donald Trump’ın “ben kaybedersem bilin ki seçimlere hile karışmıştır” demesi, seçimleri iptal ettirmeye çalışması, sonrasında kongre baskınına yol açan “asla vazgeçmeyeceğiz” söylemi Makyavelist bir tutum değil de nedir?
Hepimiz biliriz. Türkçede ‘politik davranmak’ diye bir deyim var. 2 bin 350 yıl önceye gitsek ve Aristoteles’e ‘politik davranmak’ ne demek diye sorsak sizce ne cevap verirdi? Muhtemelen “etik değerlere bağlı kalarak halkın iyiliği için çalışmak” derdi. TDK ise bu soruya “Belli bir amaca ulaşmak için uzlaşmaya, iyi geçinmeye önem vererek hareket etmek.” diye cevap veriyor. TDK’nin tanımı Aristoteles’ten ziyade Machiavelli’ye yakın değil mi? Amaca ulaşmak için (etik olmasa da) duruma uygun hareket etmek anlamına gelmiyor mu? Peki siz aynı soruya ne cevap verirdiniz? Ben kendi cevabımı vereyim; “İşini görmek için oportünist davranmak”, “saman altından su yürütmek”, “nabza göre şerbet vermek”, “esas düşüncesini saklamak (takiye yapmak)”. Yani yalan, dolan…
“Politik davranmak” deyiminin bana yaptığı çağrışımların hepsi negatif. Üstelik etik de değiller. Ben de Machiavelli gibi cevap verdim değil mi? Ama Makyevelist olduğumdan değil, deyimin benim zihnimdeki karşılığı bu. Sizin zihninizdeki karşılığının da çok farklı olduğunu zannetmiyorum.
Dil, yaşayan, değişen, dönüşen bir sistem. Kelimelerin, deyimlerin anlamını yaşadıklarımız ve kültürümüz belirliyor. Kavramların içini böyle dolduruyoruz. Yani politikacı nasıl davranıyorsa “politik davranmak” deyimi de bizim için o anlama geliyor. Dolayısıyla siyasetçiler yaptıkları ve yapmadıklarıyla, bize yaşattıklarıyla ve ürettikleri siyasi kültürle, “politik davranmak” deyiminin anlamını hiç farkında olmadan kulağımıza fısıldıyorlar.
İşte bunu fark ettiğim günden beri siyasetçilere inanmaktan vazgeçtim. Benim refahımı sağlamak değil kendi çıkarlarını korumak için gerçeği saklamalarına, takiye yapmalarına, saman altından su yürütmelerine dayanamıyorum. Bunu görüp de görmezden gelemiyorum.
Platon retorik (hitabet) kavramını açıklarken Sokrates’i bu sanatın ustası sofistlerle konuşturuyor. Retoriğin insanları kandırma sanatı olduğunu Gorgias diyaloğunda ne de güzel anlatıyor. Peki bugünkü siyasetçilerin Platon’un yerin dibine soktuğu sofist hatiplerden ne farkı var?
Aristoteles Retorik adlı eserinde bu sanatı üçe ayırıp bunlara ethos, pathos ve logos diyor. Ethos hatibin kişiliğini, güvenilirliğini, pathos hatibin hikâye anlatımındaki yeteneğini, logos ise aklı, sözün akla uygun olmasını ön plana çıkartıyor. Bu üçü bir araya geldiğinde ne kadar güçlü bir hitabet yapılabileceğini söylüyor. Soruyorum size. Bugünün siyasetçilerinin konuşmalarında logos, yani akla uygun söz nerede?
Machiavelli’nin tarif ettiği, güç için, iktidar için her şeyi yapan, her şeyi göze alan siyasetçiler nerede? İşte onlar her yerde.
Siyasetçiler çıkıp ekonomiyle ilgili atıp tuttuğunda ben bilgisine, tarafsızlığına güvendiğim ekonomistlere sığınıyorum. Bakıyorum onlar ne diyor. Bir siyasetçi karşıma geçip “Demokrasi için oy vermen yeter” dediğinde işin doğrusu için filozofların, siyaset bilimcilerin kitaplarına bakıyorum. Siyasetçi gözümün içine baka baka adaletten bahsettiğinde gidip Montesquieu’ye soruyorum. Sözlerini hiç sakınmadan cevap veriyorlar. “Senin siyasetçiler yine palavra sıkıyor.” diyorlar. Bu metodu naçizane size de tavsiye ederim. İnsanın gözü gönlü açılıyor.
Unutmayın! Siyasetçiler Platon, Aristoteles, Montesquieu dinlemiyor. Onlar Machiavelli seviyor.