Erhan Erkut
Ya Adalet Ya Sefalet
Yol Ayrımındaki Türkiye: Ya Özgürlük Ya Sefalet (2016) ve Bir Türkiye Hayali (2017) kitapları ile tanıdığımız Selçuk Şirin, bu sefer de “Ya Adalet Ya Sefalet” kitabı ile karşılarınızda. Kitabın alt başlığı içeriği konusunda epey ipucu veriyor: “Daha yaşanır bir Türkiye için 7 mesele ve 7 reçete.”
Selçuk Hoca bu sefer epey zor bir işe kalkışmış. Kitapta 7 farklı konu işlenmiş. Bir kişinin her bir konuda uzman olması mümkün değil. Dolayısıyla Selçuk Hoca bu kitaptaki her konu için epey ciddi bir araştırma yapmış ve bu zorlu yükün altından kalkmayı başarmış. Kitabın kapağında “7 reçete” yazılı ama Selçuk Hoca’nın asıl amacı bu konularda bu reçeteler üzerinden bir diyalog başlatmak. Hem tarihi hem de küresel perspektiflere sahip olan bu kitapta, Selçuk Hoca Türkiye’nin söz konusu sorunları geçmişte nasıl çözdüğüne ve diğer ülkelerin benzer sorunlara ne tür çözümler ürettiğine de dikkat çekiyor.
Selçuk Hoca en temel sorun olarak adalete işaret ediyor. Birçok ekonomist son 20 yılımızı iki farklı dönemde inceliyor: 2002 krizi sonrası reformların etkisi ile başlayan kalkınma dönemi ve 2015 sonrası ortaya çıkan çöküş dönemi. Kitabin ilk bölümü bazı acı gerçekleri suratımıza vuruyor. Ülkemizde son 10 sene içerisinde kişi başına düşen gelir üçte bir oranında azalmış, Türkiye’nin dünya ekonomisindeki payı yarı yarıya düşmüş, gelir adaletsizliğinin hiç düzelmemiş, sefalet endeksi üçe katlanmış, yolsuzluk endeksinde 43 sıra birden gerilemişiz. Net bir şekilde orta gelir tuzağından kurtulamamış, hatta epey geriye gitmişiz. Acemoğlu’nun kitaplarında da sözü edildiği gibi kalkınmanın ön şartı hukukun üstünlüğü—yani bir kurallar toplumu olabilmek. Her alanda adaletin inşa edilmesi gerekli. Temel sorunları çözebilmek için atılması gereken ilk adım adaletin yeniden tesisi.
İstihdam bölümünde en çok dikkatimi çeken konular şunlar: Türkiye’de asgari ücret bırakın yoksulluk sınırını açlık sınırına bile yaklaşamıyor, çalışanların neredeyse yarısı asgari ücret alıyorlar, genç işsizlik oranı genel işsizlik oranının iki katı, işgücüne katılım oranı ancak %50’lerde seyrediyor olmasına rağmen OECD ülkeleri arasında en yüksek işsizlik oranlarından birisine sahibiz ve işsizlikte cinsiyet ayrımı çok net. Genç nüfus fırsatını değerlendirememişiz; gençlerimizin neredeyse üçte birisi ne eğitimde ne stajda ne de işte. Selçuk Hocanın önerileri girişimciliği öne çıkartan istihdam odaklı bir kalkınma planı, eğitimde reform ve kadınların işgücüne katılımının önündeki engellerin kaldırılması. İnsanca bir yaşam için hem istihdamın hem de istihdamın kalitesinin artırılması gerekiyor.
Selçuk Hoca ülkedeki derin barınma krizi için bir bölüm açmış. Düzensiz göç ve plansız kentleşmenin yarattığı konut krizinin kimliksiz kentler ve kentsiz kimlikler yaratmış olduğu vurgusunu önemli buldum. Selçuk Hoca rant hikayesi bölümünde insanlarımızın nasıl üretken ekonomi yerine mülk gelirine yöneldiklerini anlatmış ve imar affının ekonomiye olumsuz etkilerinden söz etmiş. Sadece İstanbul’daki haksız yere onay verilen 130 inşaat projesi ile yaratılan rantın ülkede dönüştürülmesi gereken 6,7 milyon konutun yenilenme bütçesine denk olduğunu belirtmiş. Yani devlet eliyle bu rant bazı kurum ve bireylere aktarılmış olmasa ve konut yenilenmesine ayrılmış olsa idi, şu anda deprem riski ile yatıp kalkan ülkemiz rahat bir nefes alabilecekti. Burada devasa ve vahşi bir zenginlik transferinden söz ediliyor. Çözüm önerileri ise planlı kentleşme, rantın kamusal kaynaklara aktarımı, ek ve boş konut vergileri, konut pazarındaki arz ile talebin dengelenmesi ve dar ile orta gelirliler için çözüm üretilmesi.
Sağlık bölümünün başında bu alanın uluslararası kıyaslamalarda en iyi olduğumuz alan olduğu belirtilmiş. Bunun tarihsel nedenleri ise planlama, eğitim, kamusal yaklaşım ve çalışan itibarı. Cumhuriyet bu alanda büyük başarılara imza atmış. Fakat maalesef son yıllarda “cepten yenilmiş” ve gerek özelleştirmeler ile gerekse şiddet ve itibarsızlaştırma kampanyası ile sağlık alanında ciddi gerilemeler kaydedilmiş. Bu alanda öneriler kamucu çerçevenin korunması, çalışanlara şiddete son ve iade-i itibar, sağlık ve bilim eğitimine yatırım (örneğin fen liseleri), sağlıkta bir sevk zinciri kurulması ve Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması.
Selçuk Hoca eğitimin ülkenin bir numaralı yapısal sorunu olduğunu vurguluyor—tümüyle katılıyorum. Geçmişte yapmış olduğumuz dünyaya örnek eğitim reformlarını sıralamasını kayda değer buldum: eğitim şurası, köy enstitüleri, fen liseleri, Anadolu liseleri, öğretmen okulları, elit üniversiteler. Maalesef bu reformların tümünü muhafazakâr iktidarlar marifeti ile etkisizleştirmişiz. Eğitim karnemizdeki başarısızlıklardan söz ettikten sonra Selçuk Hoca eğitimde müdahale gerektiren üç alandan söz ediyor: eğitimin başladığı ev ortamı, öğretmen yetkinlikleri ve okul iklimi. Eğitimde atılması gereken adımların başında veriye dayalı karar mekanizması geliyor. Yazar okulöncesi evde eğitim ile okulöncesi formel eğitim (anaokulu ve ana sınıfı) vurguladıktan sonra devlet okullarının yeniden yapılandırılması çağrısı yapıyor.
Ülkemizde neredeyse hiç olmayan bir konuya dikkat çekiyor: müdür ve öğretmenlere inisiyatif verilmesi. Son iki madde ise bilim, teknoloji ve tasarım hamlesi ile problem çözme odaklı sınavlar.
Çevre bölümünde Selçuk Hoca çevre ile kalkınma arasındaki ilişkinin yeniden tarifi çağrısı yapıyor, şu anda müfredatta bile olmayan iklim değişikliğini dert etmemiz gerektiğini vurguluyor, termik santraller yerine yenilenebilir enerji vurgusu yapıyor ve çöp ile mücadele çağrısı yapıyor. Ülkenin çevre karnesinin kırıklarla dolu olduğunu belirtiyor ve özellikle kömür, çöp ve yangın konularının üzerinde duruyor. Çözüm önerisi de yeşil dönüşüm; siyasette, enerjide ve üretimde yeşil dönüşüm.
Selçuk Hoca kanımca çok doğru bir adım atarak toplumsal güven için ayrı bir bölüm açmış. Bu bölümde her türlü ayrımcılıktan söz ediyor (cinsiyete, bölgeye, dine ve mezhebe dayalı ayrımcılık). Toplumsal güvenin zayıf olduğu ortamlarda farklılıklar ötekileştirme ile sonuçlandırılırken, güvenin yüksek olduğu toplumlarda ise farklılıkların zenginlik unsuru olduğuna işaret ediyor. Toplumsal güvenin inşasında siyasete düşen görevi vurguluyor ve ayrıştırıcı söylem yerine birleştirici söylemi öneriyor. Toplumsal güvenin inşasında hukukun, eğitimin ve hatta girişimciliğin rollerini vurguluyor.
Son bölüm ise mutluluk ve huzur üzerine. Ülkemizde mutsuzluğun arttığını ve ülkemizin öfkeli insanlar ülkesine dönüştüğünü söylüyor. Mutluluk seviyesini en çok etkilediği düşünülen sosyal destek, özgürlük ve yolsuzluktan söz ediyor. Bölümü daha az önemli olduğu düşünülen kişi başı milli gelir ve sağlıklı yaşam beklentisi ile bitiriyor.
Selçuk Hocanın reçeteleri tabii olarak dünya görüşünün bir yansıması. Son yıllardaki özelleştirme vurgusunu eleştiriyor ve özellikle konut, sağlık ve eğitimde kamunun önemini vurguluyor. Kendisi ile benzer bir dünya görüşüne sahip olduğum için ben onun önerilerine katılıyorum. Fakat Selçuk Hocanın beklentisi herkesin onun önerilerine katılması değil, kitap sayesinde bir diyaloğun başlatılması. Hocanın katıldığım bir saptaması da Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunun olmadığı! Tarihe, coğrafyaya, kültürel zenginliğe ve Cumhuriyetin sağlam temellerine bakarsak, gerçekten de şu anda dünya lideri ülkelerden birisi olmalı idik. Ama maalesef potansiyelimize ulaşmanın çok uzağında kaldık. Yaşadığımız sefaleti hak etmiyoruz. Fakat bu sefaleti kendi tercihlerimiz getirdi. Şimdi önümüzde bir seçim daha var. Eğer yakın geçmişimizden ders alabildi isek, sefalet yerine adaleti tercih edebilir ve hak ettiğimiz yere doğru yola çıkabiliriz.
Kitabı ülkenin dertlerini dert edinen herkese kuvvetle tavsiye ediyor, yapıcı bir diyaloğu başlatmasını diliyorum. Bu kitabı sadece çözüm arayan siyasiler değil tüm seçmenler okumalı ve tüm siyasi partilere doğru adımların atılması için baskı yapılmalı. Ümidim herhangi bir partinin gelip doğruları yapması değil, toplumsal mutabakat ile doğru yolun bulunması. Bunun olabilmesi için de bu ve benzeri kitapların lise müfredatında yer bulmasını düşlüyorum.