Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

TÜKENDİNİZ Mİ?

Cevap, “Evet”se, buyurun şöyle alayım.
Her şeyden önce tebrikler! Çağı yakalamışsınız. Uzağında değilsiniz, eskimiş değilsiniz, çağcılsınız, uygarsınız, modernsiniz. Ne güzel…

Aslına bakarsanız, ta 1970’lerde batılı akrabalarımız özellikle meslekler arasında “tükenmişliği” araştırmaya başladığında işçi ücretlerinin bir süredir artmadığını, sendika üyeliklerinin eskiye nazaran azaldığını gözlemlemişlerdi. Yeni bir durumu daha gördüler; üretim gittikçe azalıyordu ama hizmet sektörü gittikçe büyüyordu. O dönemde tükenmişlikle ilgili toplanan veriler ileride genişleyerek devam edecek olan bu sendromla mücadele etmek, sorunları çözmek için hiçbir şekilde kullanılmadı.

Bugün bulunduğumuz noktadan, adeta tsunami gibi gelmekte olan muazzam ekonomik sorunların, olası sosyal kargaşaların ve emek piyasasındaki değişikliğin tüm sorumluluğu bireyselleşmiş işçinin/emekçinin omuzlarına yüklenmiş görünüyor. Hatta bu yük özellikle Y kuşağının (Hatırlayalım: 1980’le başlayan 1999’a kadarki aralıkta doğmuş nesil) üzerinde gibi… İşin ilginci, 1970’lerden bu yana reşit olan herkes aynı yükün acısını aynı tarifle ortaya koyuyor: Tükenmişlik. Sonuçta biz de haklıydık çünkü çalışma şartlarımız gittikçe kötüleşmişti. 1980’lerde erişkin olan bizim kuşak bir önceki dönemde işçilerin toplu pazarlık yapabildiğini, daha iyi sözleşmelere imza attıklarını biliyorduk. O zaman rengi sarı olmayan sendikalar vardı. Ancak, 1980 askeri darbesiyle başlayan süreçte şirketler “düşük ücret-uzun çalışma saatleri” dayattıydı. Sarı sendika tamlamasını ilk defa askeri darbeden sonra duyduk. O sendikalar yüzünden gelişti, serpildi tükenmişliğimiz.

Tarifi değişmeyen ve nesillerce devam eden “tükenmişlik sendromu” sadece çalışma koşullarının kötüye gitmesiyle ilgili değil, elbet. Bizimki gibi iktidarın yönetimde olduğu bu iletişim çağında, kendisini çok önemseyen ve büyük ölçekte Dünya gezegeninin, küçük ölçekte Türkiye’nin tek ev sahibi konumunda gören “insan”ın daha nice virüs ve/veya bakteri pandemisiyle (de) karşılaşacağını söylemek büyücülük değil. İş bulamadığı için ebeveynleriyle oturma durumunda olan nice genç erişkin var. Asgari ücret girdabında çırpınan üniversite mezunları, suç işlemek için bir araya gelmiş ayrıcalıklı ve bir o kadar da aşağılık kompleksli grubun yaptıkları karşısında serseme dönmüş kalabalıklar, tasarruf için “yediğin porsiyonu küçült” diye akıl veren yüksek şuurdakileri dinlemek zorunda bırakılan açlar var. Bunların hiçbiri olmazsa taze yaşında eziyet ve ölüm var, evde, sokakta, iş yerinde, ormanda, dere kenarında, baraj gölünde, trende, hapiste… İnsan haklarına uymama, gittikçe konuya duyarsızlaşma var. Var.
İçiniz mi karardı…
Şimdi sıralayacaklarım sizde yoksa “tükenmişlik” yaşamıyorsunuzdur. Geçirdiğiniz son altı ayı düşünün, öyle cevap verin. Hazırsanız, buyurun.
Daha çok çalıştığınız halde daha az başarılı mı hissediyorsunuz, kendinizi?
Daha kolay yoruluyor musunuz?
Belirgin bir sebep yokken sık sık hüzünleniyor musunuz?
Randevuları, toplantı saatlerini, ödev/iş teslim tarihlerini, kişisel eşyalarınızı nereye koyduğunuzu unutuyor musunuz?
Giderek daha sinirli, daha hassas bir hale mi geldiniz?
Çevrenizdekilerin sizi eskisinden daha fazla hayal kırıklığına uğrattığını düşünüyor musunuz?
Yakın arkadaşlarınızla ve/veya aileden insanlarla daha az mı görüşüyorsunuz artık?
Sebepsiz fiziksel ağrılarınız mı var? Baş ağrısı? Bacak? Sırt?
Biri size şaka yaptığında gülmek zor geliyor mu?
Başkalarına söyleyecek söz bulmakta zorlanıyor musunuz?
Sevişmek, seks yapmak düşüncesi, “Amaan, şimdi kim uğraşacak” duygusu mu yaratıyor?
Yukarıdaki sorulardan en az üç tanesine, “Evet” dediyseniz, tükenmişlik sendromundandır.

Hepsine “Hayır” dediyseniz, o zaman modern, çağcıl ve uygar değilsiniz sonucu çıkıyor. Ayrıca ne tüketiyorsanız, bize de söyleyin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi

Narin

28 Eylül 2024 Cumartesi 10:45