Eda Yılmayan
1964’te Ne oldu?
Hrant Dink Vakfı ve İstos Yayınları 1964 yılında sürülen İstanbullu Rumları, ‘60. Yılında 1964 Sürgünleri ve İstanbullu Rumlar’ başlıklı bir konferansla andı. Fener’de bulunan eski bir Rum okulu olan Maraşlı’da düzenlenen konferans 1964 sürgünlerini ilk kez ele alan ve bu konuda literatürün oluşmasının önünü açan Diplomat ve Tarihçi Alexis Alexandris anısına düzenlendi.
Toplantıda açılış konuşmasını yapan Patrik Bartholomeos gidenlerin İstanbul hasretinin baki olduğunu belirtti. Konferansın düzenlenmesinde katkısı bulunan ‘İstanbullu Rumlar ve 1964 Sürgünleri’ kitabını derleyen İlay Romain Örs ise 6-7 Eylül 1955’te yaşananların dahi 1964’teki sürgün kararında olduğu gibi büyük bir göç dalgasına sebep olmadığını söyledi. “Ne mübadele ne Varlık Vergisi ne meslek yasakları ne Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyaları ne de Kıbrıs protestoları Rumların nüfuslarının erimesinde sürgün kadar etkili olmadı. 1964’te yaşananlar Rumların tarihlerinde belirleyici bir darbe olmuştur” dedi. Peki 1964 yılında ne oldu? Yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Rumlar ülkelerinden neden sürüldü?
Bu yazıda Gazeteci Rıdvan Akar’ı ve Hülya Demir’i de mutlaka anmamız gerekir. Çünkü kamuoyunun yıllar sonra bu konudan haberdar olmasını onların yaptıkları çalışmaya borçluyuz. ‘İstanbul’un Son Sürgünleri’ kitabında Akar ve Demir İstanbullu Rumların Kıbrıs sorununun baş göstermesi neticesinde diplomatik bir koz olarak kullanıldığını öne sürüyor ve ekliyorlar: İstanbul Rumlarının bakiyesi olan küçük cemaatin 40 bin ferdi bir çırpıda sınır dışı edildi. Türkiye ve Yunanistan arasında 1930 yılında imzalanan dostluk ve barış antlaşmasının feshedilmesiyle başlayan bu sürgünün sonucu İmroz ve Bozcaada’nın Türkleştirilmesi, Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılması, bugün bile hâlâ tartışma konusu olan Rum malları olarak bilinen gayrimenkullerin el değiştirmesi oldu. İstanbul rengini, kokusunu, mozaiğinden bir parçayı kaybetti.
‘Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları’ ile ‘Türk Milliyetçiliği, Gayrimüslimler ve Ekonomik Dönüşüm’ kitaplarında Akademisyen Ayhan Aktar gayrimüslimlerin yaşadıklarının ekonominin Türkleştirilme politikası olduğunu ortaya koyuyor. Fener Maraşlı Okulu’nda düzenlenen konferansta da İstanbullu Rumlar Evrensel Federasyonu Başkanı Niko Uzunoğlu önemli bir soruna dikkat çekmiş, sürülen insanların geride kalan mal varlıklarını ve bununla ilgili yaşanan sorunları, verilen mücadeleyi anlatmıştı.
Yeniden temel sorumuza dönelim ve hafızamızı tazeleyelim. İlk kez konudan haberdar olanlar için de bir çerçeve çizmeye çalışalım. 1964’te ne oldu? İstanbullu Rumlar neden sürgün edildi? İnönü hükümeti 1930’da imzalanmış olan Türk-Yunan İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması’nı yürürlükten kaldırdığını ve Türkiye’de ikamet eden Yunan uyruklu Rumları sınır dışı etme kararı aldığını açıkladı. Oysa üçte biri Yunan tabiiyetinde bulunan Rum cemaatine mensup kişiler, İstanbul’a 1918 yılından önce yerleşmiş ve 1923 Lozan Antlaşması ve 1930 Antlaşması uyarınca burada yaşamalarına izin verilmişti. Her ne kadar anlaşmanın tek taraflı feshedilmesi sonucunda bu durumdan Yunan uyruklu olan Rumların etkilenmiş olduğu sanılsa da Türk uyruğuna sahip Rumlar da aile bağları nedeniyle gitmek zorunda kalmışlardı. Sınır dışı edilenlerin ülkeden sadece 20 kilo ağırlığındaki tek bir bavulla ve 20 dolarla çıkmalarına izin verilmiş, bu da yıllarca bu toprakları evi bilmiş bir halkın yanlarında anılarını dahi götürememelerine neden olmuştu. 2014 yılında Tütün Deposu’nda düzenlenen serginin başlığının ‘20 Dolar 20 Kilo’ olması hiç şaşırtıcı değil!
Tanıkların gözünden sürgün
Her konuda olduğu gibi yasa yapıcıların aldığı kararların yanı sıra basının bu kararların alınmasında ve uygulanmasında nasıl bir rol üstlendiği de ayrıca sorgulanması, araştırılması gereken bir alan. Galatasaray Üniversitesi’nden İletişim Bilimleri Akademisyeni Ceren Sözeri ‘Kıbrıs Meselesinin Rehineleri: Basının Gözüyle 1964 Sürgünleri’ başlığı altında konuyu incelemişti. Uluslararası İlişkiler Bölümü Akademisyeni Alper Kaliber ise Örs’ün derlediği kitapta yer alan ‘1964 Rum Sürgünü ve Kıbrıs Sorunu’ başlıklı makalesinde başta Yunan uyruklular olmak üzere tüm İstanbul Rumlarının 1964-1965 döneminde devletten ve basından bir tür rehine ve içimizdeki düşman muamelesi gördüğünü anlatıyor. Bunun da Kıbrıs’ta 1963-1964 yıllarında yaşanan toplumlararası çatışmayla ilişkilendirilerek mümkün olduğunu belirtiyor. Elbette konuya tek bir açıdan bakarak bilgi sahibi olmamız eksik kalır. Türk tarafında bunlar yaşanırken Yunan tarafında neler oldu? Atina’ya giden Rumlar orada neler yaşadılar?
Düzenlenen konferansın en dikkat çekici kısmı buydu. Çünkü tanıklar da aramızdaydı. Henüz o tarihte yaklaşık 7 - 8 ve 17 yaşında olan tanıklar ailelerinin yaşadıklarını anlattı. Çocuklar yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışırken, gençler için durum biraz farklıdır. Haklı olarak yeni bir hayat kurmanın telaşı içinde olduklarını anlıyoruz. Peki çocukluğunu, gençliğini İstanbul’da geçirmiş, burada bir ömür sürmüş aileler ne durumdaydı? Örneğin bir tanık babasının İstanbul’da makarna fabrikası olduğunu, her şeyi bırakıp gitmek zorunda kaldığını anlatıyor. Babası Atina’ya gidince bir otelde iş bulup çalışmak zorunda kalmış. Bir başka tanık ise lise son sınıfta sürgünü yaşadığını, Türk öğretmenlerinin evlerini ziyaret edip bir şeye ihtiyaçları olup olmadıklarını sorduğunu aktarıyor. Bir başka tanık ise henüz küçük bir çocukken hafızasında kalanları, zihninde canlanan görüntüleri anlatıyor. Sınırda yaşadıklarından, onları Sirkeci’den Atina’ya götürecek trenin ilk mola yerinin Dedeağaç olduğundan, ruhlarındaki ağırlıktan söz ediyor. 1964’te yaşanan sürgünün ardından Rum okullarının bir bir kapanması, öğrenci sayılarındaki ciddi düşüş sürgünün boyutlarını gözler önüne seriyor.
Meslek yasakları nedir?
Lozan’ın ardından 1 Haziran 1932’de çıkarılan 2007 sayılı Sanat ve Hizmetler Kanunu’yla gayrimüslimlere çeşitli meslekler yasaklanmıştı. Örneğin eczacılık ve doktorluk için Türk olmak şartı aranmıştır. Yaklaşık 20 mesleğin yapılması yasaklanmıştır. Terziler, kunduracılar, avukatlar da bu yasadan nasibini almış, ülkeyi terk etmek zorunda bırakılmışlardır. Örneğin Yazar Herkül Milas’ın babası terzidir. 1964’te işini yapamaz hale gelir ve sürülür. Atina’da terziliğe devam eder.
TARİHE NOT:
1964 SÜRGÜN KARARI 1950’LERDE Mİ ALINDI?
Rıdvan Akar’ın ulaştığı belgeden önemli bir ayrıntı:
Demokrat Parti liderlerinin yargılandıkları Yassıada duruşmalarında 6-7 Eylül 1955 olayları sırasında Tümgeneral olan Refik Tulga şu şekilde bir ifade verir: Sabık cumhurbaşkanı Kıbrıs’taki gelişmeleri bir kendine saygı meselesi olarak görüyor ve iç siyaset meselesi olarak değerlendiriyordu. Bu konuda bir mağlubiyetin iç siyasette bir yenilgi olarak telakki edileceğini ifade ediyordu. Gerçekleştirdiğimiz tartışmalarda İstanbul Rumlarına, özellikle de ciddi bir mal varlığına sahip olan ve sayıları 30 bini bulan İstanbul’daki mukim Yunan tebaalı Rumlara ve elbette Patrikhaneye baskı uygulanması gerektiğini ısrarla belirtmişti. Hatta 1957’de Napoli’ye gitmeden önce veda için kendisine ziyaret ettiğimde bana ‘Amerikalı komutana bizim çok aktif tedbirler almak istediğimizi söyle. İstanbul’da Rumlar var. Dahası sayıları 30 bini bulan ve ciddi mal varlığı bulunan Yunan uyruklular var, Patrikhane var. Biz bütün bunları vatanımızdan kovacağız ve onlar aleyhine çok ciddi tedbirler alacağız. NATO komutanına bunu bildir” (Akar, “Dış Politikanın Rehineleri”, s.167)
İstanbul’da çok kültürlülüğün kaybolması iyi mi oldu yoksa kötü mü? Homojen bir toplum yaratma çabasını sadece ulus devletin oluşumuyla açıklamak mümkün mü? Hafızayı tazelemek, yeniden hatırlamak bize ne sağlar? Tüm bunlar farklı tarihsel süreçler ele alınarak yazılabilir. Sayfa sınırlarımız ölçüsünde genel bir çerçeve çizmeye çalıştığımızı bir kez daha hatırlatıp ilgilenenlerin yazıda geçen kitaplara, Rıdvan Akar’ın belgesele de çekilen çalışmasına ulaşabileceğini ifade edelim.