Kaya Türkmen
Tercih sebep, başımıza gelen netice
Devletler halktan alınan vergiler harcanarak yönetilir. Rejimin adı, şekli ne olursa olsun, o devleti yöneten siyasi iktidarın ideolojisi vergileri nereye harcadığına göre tanımlanır. Geniş anlamıyla ideolojiyi en kestirme bir şekilde “Kamunun parasının nasıl harcanacağına ilişkin tercih” diye tanımlayabiliriz.
Kimi ideolojiler devletin sadece güvenlik ve adaleti sağlamakla yükümlü olduğunu savunur. Bu görevlerin gerektirdiği ihtiyaçlarla sınırlı bir vergiyle yetinilmesini yeterli görür, sermayenin vergilendirilmesini kalkınmanın önünde bir engel olarak kabul ederler.
Sosyal adaleti önceleyen ideolojiler ise gelirin hakça dağılımını gözetirler. Bu ideolojileri benimseyen yönetimler emeğiyle geçinen sınıfların asgari bir refah düzeyine kavuşmasında, sağlık, eğitim, barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasında devlete görev düştüğünü savunurlar.
Hükümetinizi değerlendirirken vergilerinizi nasıl harcadığına bakacaksınız. Üretimden yana mı tercih kullanıyor, ranttan mı? Emeğin mi yanında, sermayenin mi? Ona bakacaksınız.
Hükümet kendi kabul ettiği kanuna uygun olarak tarıma milli gelirin %1’i düzeyinde destek ayıracak yerde yandaş şirketlere ballı ihaleler, teşvikler, gümrük ve vergi muafiyetleri, aflar mı sağlamayı tercih ediyor? Bakacaksınız. Ona göre karar vereceksiniz.
Çiftçiye, esnafa, dar gelirliye, hayata atılan gence, işsize, öğretmene, emekliye destek sağlamaya, refahlarını artırmaya yönelik sosyal programlar dururken Kamu Özel İşbirliği adını verdiği toplu soygun projelerine para akıtarak kamuyu zarara sokmak mıdır iktidarın tercihi? Ona bakacaksınız.
Beşli çetelerin milyarlar tutan vergileri habire silinirken, rant verginin arkasından dolanırken, açlık sınırı altında asgari ücretle yaşayan vatandaşı vergi yükü altında ezmek de bir tercihin, kepaze bir tercihin neticesidir.
Kazanca göre alınan doğrudan vergiler yerine zengin fakir herkesin eşit olarak ödediği KDV türü dolaylı vergilere yüklenmek, gelir dengesizliğini ve sosyal adaletsizliği körüklemektir. O da bir tercihtir tabii ki.
Nass emrettiği için faizi ardı ardına indirmek, bu nedenle fırlayan döviz kurunu kontrol altında tutmak gibi bir ham hayalle Merkez Bankasının arka kapısından 128 milyar dolar satarak bankanın rezervlerini tüketmek şahsım yönetiminin tercihi olmuştur. Tüm İstanbul’un kentsel dönüşümünü 20 milyar dolara gerçekleştirmek mümkündü halbuki. Tercih işte.
Tercih edilen berbat ekonomi politikaları sonucu dar gelirli kesimler giderek yoksullaşırken Şahsım’a bir saray, iki saray, üç saray, beş saray yaptırmak, uçak ve otomobil filoları oluşturmak, yüzlerce araçlık konvoylar ve binlerce koruma ile cuma namazına gitmek bir tercihtir. Ayıplarız, kınarız, o başka. Ama tercihtir işte…
Kağıt fabrikalarını, şeker fabrikalarını, çimento, cam, gübre fabrikalarını, barajları, limanları, tuzlaları, TEKEL’i, Sümerbank’ı, Petkim’i, Tüpraş’ı, hidroelektrik santralleri, termik santralleri, elektrik dağıtım şirketlerini, çoğunu üzerinde kurulu oldukları arsanın rantı karşılığı haraç-mezat özelleştirip memleketi ithalata bağımlı kılmak da bu hükümetin tercihi. Artık nesillerce hayır duası ederiz herhalde…
Faal olduğu dönemde dünyaya aşı satan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünü kapatıp, ülkeyi Çin’den aşı ithal etmeye mecbur bırakmak da, başta Kızılay, Cumhuriyetin diğer birçok gözbebeğini bozuk para gibi harcamak da bunların tercihi işte.
Deprem tehdidi altında yaşayan, 1999’da büyük bir deprem görmüş ve 30 yıl içinde İstanbul’da yıkıcı bir depreme hazırlıklı olmamızın gerekli olduğu bilim insanlarınca sabah akşam hatırlatıldığı bir ülkede ve özellikle kırılgan olduğu söylenen İstanbul’da binaların depreme dayanıklı olarak inşa edilmesini sağlamak, mevcutları sağlamlaştırmak amacıyla kapsamlı bir dönüştürme faaliyetini kararlı bir şekilde yürütmek yerine, kentsel dönüşümü bir rant projesine çevirmek de öyledir. Tercihtir yani.
Deprem toplama alanlarını imara açmak, üzerlerine AVM’ler, rezidanslar inşa edilmesine göz yummak da tercihtir. Sadece siyasi değil, aynı zamanda ahlaki, vicdani bir tercih.
Kamuda işleri ehline, layık olanına emanet edecek yerde, eşe, dosta, akrabaya, yandaşa, Kartal İmam Hatip’liye vermek de bir tercih işidir.
Halkın %56’sı yoksulluk sınırının altında bırakılırken patronlara 450 milyar dolar teşvik dağıtmak tek adam rejiminin tercihidir.
Tarım arazilerini yok etmek, derelerin üzerine hidroelektrik santraller kurarak çevreye kastetmek, Türk Hava Kurumuna yangın söndürme uçaklarının bakımına yarayacak birkaç milyon doları çok görüp 300 bin hektar ormanın yok olmasına yol açmak, yangından kurtulan ormanları maden sahasına dönüştürmek, imar aflarıyla insanlarımızın enkaz altında kalmasının yolunu açmak hep hükümetin tercihlerinin sonucu. Bunu böyle bilmeliyiz.
Kamu kaynaklarının çalındığı, yolsuzluğun, rüşvet skandallarının ardının arkasının kesilmediği bir düzeni yaşatmak, hukuku, özgürlükleri ayaklar altına almak, mahkemeleri talimatla çalışır hale getirmek de öyle…
“2023 yılında AFAD’a 2.3 milyar liralık bir bütçeyi uygun görürken, Diyanet’e 35 milyar lira ayırmak da bir tercih meselesidir. İdeolojik bir tercih.
Tıpkı enkazın altında isyan eden, “Devlet nerede?”, “Kızılay nerede?” diyen vatandaşa “terbiyesiz”, “ahlaksız”, “namussuz”, “adi” demek bir tercih olduğu gibi…
Başımıza gelen her şey bir tercihin sonucudur.
Seçtiklerimiz de bizim tercihimizin sonucu.
Deprem nedeniyle yurt dışından para gelecek. Aman dikkat edelim de iktidar o parayı iç etmeyi veya seçime harcamayı tercih etmesin.
Tercihlerimizin sonucuna katlanacağız. Veya tercihimizi değiştireceğiz.
Tercih bizim.