Kaya Türkmen
Şuramıza geldi!
Yer İstanbul Bağcılar. Kadına mikrofon uzatıp hayat pahalılığını soruyorlar. “Öldük bittik” diye başlıyor. Ve devam ediyor:
“Bunu bir kişiye yüklemeyeceksiniz. Bu CHP’nin yaptığı bir şey… Belediyeden gelen bir şey… Cumhurbaşkanımızla hiçbir alakası yok! Şu an anlatamayacağım ama kendi aklımın erdiği kadar bunun sadece CHP’den kaynaklandığını ben şuramdan biliyorum (kalbini gösteriyor). Geçen kış salatalıkları veya patatesleri şunları bunları -söyletmeyin insanı ya sinirlendirmeyin insanı- bütün meyve sebzeyi adamlar dağların içerisine depoladılar ondan sonra da ineklerin önüne döktüler. (İmamoğlu mu? sorusuna) Ya işte bu ve bunun gibi insanlar pahalılığı yapabilmek için”.
“2023’te seçim var. Oyunu kime vereceksin abla?” diye soruluyor. “Tayyip Erdoğan gönlümdeki insan. Başkasına vermem…” filan dedikten sonra, “Ama o ekonominin sorumlusu benim dedi” denilince “Ben duymadım” diyor.
“Cahil işte” deyip geçilebilir mi, bilemiyorum. Çünkü kadının düzgün cümlelerini değme devlet büyüğümüz promptersiz kuramaz.
“Şartlanmış” teşhisi herhalde daha uygun olur.
Önce insanların düşünme, sorgulama ve akıl süzgecinden geçirme melekelerini dinle imanla köreltiyor, beyinlerini kullanmalarının önüne geçiyorlar. Böylelikle insanları beyinleriyle değil, kadının da eliyle işaret ettiği “şuralarıyla düşünmeye” sevk ediyor, her türlü hurafeye, saçmalığa, yalana inanmaya hazır bir kıvama getirip diledikleri yönde şartlandırabiliyorlar.
O kadar ki, her türlü iyiliğin Reisten, kötülüğün ise Bay Kemal’den geldiğine inanıyorlar ‘şuralarıyla’…
Ve ne oluyor? “Bunlar gelirse başörtünüzü çıkarttıracaklar” lafına da “Altılı masanın yedinci ayağı” iftirasına da, “Bizden önce ambülans yoktu” masalına da inanıyorlar. Kullanmadıkları beyinleriyle değil tabii. Şuralarıyla.
“Camileri ahır yaptılar” deyin inanıyorlar. “İsmet İnönü asker kaçağı” deyin inanıyorlar. Cumhuriyeti kuran parti için “Bunlar taş üstüne taş koymadılar” deyin, “2023’te Lozan Anlaşmasının süresi doluyor, artık madenlerimizi çıkarabileceğiz” deyin, “Edirne cezaevindeki zat Kürt değil ki” deyin inanıyorlar. Şuralarıyla.
Bağcılar’daki kadın şurasıyla inanmışlığından dolayı öyle konuşuyor. Şurasıyla da oy verecek Tayyip Erdoğan’a.
Ya “Cumhuriyet bizim lugatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz; sadece konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz” saçmalığını dillendiren Akape yöneticisine ne buyrulur? O da söylediklerine şurasıyla mı inanmış?
Karşı devrimciliklerini “muhafazakar devrimci” gibi bir abukluk marifetiyle meşrulaştırmaya çalışan bunlar harf devrimiyle bir gecede cahil bırakıldığımızı, dedelerimizin mezar taşlarını okuyamaz hale geldiğimizi filan da söyler dururlar.
Sanki dedeleri kendi dedelerinin mezar taşlarını okuyabiliyor, okusa bile anlayabiliyordu…
O zaman düşünürdük, düşünebiliyorduk, artık düşünemiyoruz, fikir üretemiyoruz öyle mi? Osmanlı zamanında allameydik de devrimlerle mi cahil oluverdik?
Osmanlı 600 yıl boyunca Türkçeyi eğitimden, bilimden, edebiyattan dışlamış ve unutulmaya terk etmiş. Reaya yani yönetilen kitleler Türkçe konuşurken Sarayın çevresinde kümelenmiş bir avuç insan halkın anlamadığı bir dili kullanmışlar. Sadece yazı ve edebiyat dili üstelik. Adına da Osmanlıca demişler.
Bugün yüz yıl öncesinin Süleyman Nazif’ini anlamıyor, üzerinden yedi yüzyıl geçmiş olan Yunus’u kana kana okuyor, anlıyor ve seviyoruz.
Osmanlının şairi Süleyman Nazif’in
“Kalbi tahassürümde yatan yade değmesin,
Mehtaba söyle hatırı nâşâde değmesin” beytinden bir şey anlıyor musunuz?
“Bizden selam olsun Bolu beyine,
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır” diyor Köroğlu 500 yıl önce.
Osmanlıca yabancıdır bu millete. Yunus’tur Türkçe. Köroğlu’dur. Karacaoğlan’dır.
Görüyor musunuz dilimize kasteden kim? Özlemini duyduğunuz Osmanlıca güzel Türkçemizin gelişimini kesintiye uğratan 600 yıllık bir parantezdir o çok sevdikleri deyimle.
“Alfabemiz” mi dediniz? 600 yıllık Osmanlı döneminde Müslüman ahalinin okuma yazma oranı %3. Bugün bu oranın en düşük olduğu Mardin ilimizdeki %93’ü beğenmiyoruz. Bilmez misiniz?
Cumhuriyete ve devrimlere kin ve nefretin ifadesi olan hezeyanları ve hamasi söylemleri bırakıp Osmanlının yüz yıllarca halkımızı okuryazar yapmayarak uygarlık ışığından neden yoksun bıraktığını sorgulayın öncelikle.
Mucizedir bu cumhuriyet. Sokun bunu kafanıza…
Üç yüzyıl direndikten sonra 1727 yılında matbaaya izin veren Osmanlıda harf devriminin yapıldığı tarihe kadar basılan kitap sayısı yaklaşık otuz bin.
TÜİK’in kitap istatistiklerine ilişkin en son verileri 2019 yılına ait. Buna göre sadece 2019 yılında basılan kitap sayısı 61.512. Toplam nüsha sayısı ise 423 milyon 602 bin 828.
Okumaya düşkün bir millet değiliz. Bilgi ve kültür ihtiyacımızı internet ve görsel medyayla yeteri kadar karşılayabileceğimiz yanılgısı içindeyiz. Sadece Batı ülkeleriyle değil, örneğin İran’la bile karşılaştırıldığında bizde basılan (ve de okunan) kitap sayısı çok düşüktür.
Buna rağmen Osmanlının 200 yılda basabildiği kitabın iki mislinden fazlasını bugün bir yılda basıyor cumhuriyet Türkiye’si.
Mucizedir bu cumhuriyet. Sokun kafanıza.
Bırakın bu “cahil kaldık” zırvalarını. “Düşünce setlerimiz yok oldu” saçmalıklarını. Yetti artık. “Şuramıza” geldi.
Cumhuriyetimizin 99. yıldönümü kutlu olsun.
Yaşasın Cumhuriyet.