Uğur Ergan
Söbütay Özer'in resim dünyası
Dün erkenden bilgisayar başına oturdum. Yazı bir an önce bitsin ki, hemen oy kullanmaya gideyim diye. Ülke seçime kilitlenmişken, farklı bir alanda yazı yazmak kadar zor bir şey yok. İnsanın eli tuşlara gitmeyince, yazıya girmek mümkün olmuyor. Kafada hep aynı soru: “Acaba ne olacak?”
Bilgisayarın başında dakikalarca ben ekrana, boş ekran da bana bakıp durdu. Birden aklıma Arkadaş Kitapevi’nin Ankara’da kültür-sanat etkinliklerini duyurduğu kitapçığı geldi. Tek tek hangi galeride, hangi sergi var, bir daha gözden geçirdim. Emin Antik Galeri’de 20 Mayıs’ta Söbütay Özer sergisinin açılacağı anonsunu okuyunca, “İşte beni kurtaracak şeyi buldum” dedim.
Benim tanıma fırsatım olmadığı, hakkında güzel sözler duyduğum, 2007 yılında beklenmedik şekilde hayatını kaybeden ressam Söbütay Özer’le ilgili geçmişte araştırmalar yaparken, başta sanat eleştirmeni Şefik Kahramankaptan’ın yazdıkları olmak üzere birçok kaynaktan yazılar okumuş, bir gün lazım olur diye bunları kopyalayıp saklamıştım. Bu hafta biraz kolaya kaçtığım için beni mazur görün. Söbütay Özer’le ilgili değişik kaynaklardan derlediğim yazıları keyifle okuyacağınızı düşünüyorum:
“Gelincikler, güvercinler, bazen bir tarla dolusu leylek, çocukluk düşlerimizin vazgeçilmezi bisikletler, arabesk kentleşmenin ürünü dolmuşlar, antika dükkanlarından çıkmış ve vazo görevi gören eski demir ütüler, çaydanlıklar… Bunlar ressam Söbütay Özer’in resimlerinde sıkça gördüğümüz şeyler. Özer’in resimlerinde çocukluğunun etkileri o kadar yoğun ki; 30 yılı aşan resim hayatında neredeyse bütün resimleri Edirne’de geçen çocukluğu, yaşadıkları üzerine kurulu.
SELİMİYE’NİN GÜVERCİNLERİ
Güvercinler, resimlerinin olmazsa olmazlarından. Güvercin aşkını söyle anlatıyor sanatçı: ‘Yakın komşularımız güvercin beslerdi Edirne’de, güvercinleri uçururlar, takla attırırlar, kendilerine göre şampiyonalar düzenlerlerdi. Ben onları hep uzaktan izlerdim. Evimiz Edirne’de Selimiye Camisi’ne çok yakındı. Selimiye Camisi’nin dış avlusunda iki tane güvercin heykeli vardı. Bunlara ben çok sempati ile bakardım. Sonradan düşünüyorum tabi. O zamanlar böyle şeyler yapacağımı düşünmüyordum. Bu cami avluları, güvercinlerin yaşadığı yerler. Oralardan da etkilenmiş olabilirim.
ESKİ OBJELER
Edirne bir tarih kentidir. Biz eski evlerde, yıpranmış konaklarda oturduk. Bahçemizde, bodrum katımızda bugün nostaljik obje diye söz edebileceğimiz objelerle haşır neşir olduk. Bahçemizde çok güzel bir kuyu, güzel bir havuz vardı. Bu objelere ve eskiye olan bağlılığım sanırım oradan geliyor. Ama zaman zaman antikacıları, eskicileri geziyorum. Oralarda bana daha resimsel gelen nesneleri arıyorum. Bu aralar eski sandalyeler üzerinde duruyorum. Eski saatler almak istiyorum, biraz pahalı ama. Alamazsam bazen fotoğrafını çekiyorum, küçük notlar alıyorum. Aklımda kalanları resimde yapmaya çalışıyorum. Araştırma objeleri bunlar.’
NAZLI GELİNCİKLER
Gelinciklerin hem renkleri, hem de nazlı tarafları Özer’i çekmiş. Çiçeklerin içerisinde en nazlısının gelincikler olduğunu düşünür sanatçı. Gelinciğin nar kırmızısı rengini daha baskın bulur. Örneğin memleketi Trakya’daki topraklarda gelincikler oldukça koyu, ince saplı. Sanat yaşamını sürdürdüğü Ankara’daki gelincikler daha yerde, yükselmiyorlar. Daha kalın saplı, biraz da turuncuya yakın oluyorlar. İstanbul taraflarında ise çok koyu renkte gelincikler. Özer en çok ince saplı, kopardığınız zaman hemen soluveren gelincikleri seviyor.
VE LEYLEKLER
Leyleklerin yuvalarını, gelişlerini gidişlerini çok inceler. Bir gün biçilmiş bir buğday tarlasının yakıldığını görür Özer. Yakılan buğday tarlasının etrafında leylekler toplanmıştır. Yanmış olan bölüm koyu, diğer taraf açık, açık rengin üzerinde leyleklerin koyu ve açık benekleri çok resimsel gözükür Özer’e. Hem leke vardır, hem benek vardır, renk de vardır. Çok resimseldir. O günden sonra leylekler de konu olur Özer’in resimlerinde.”